Thucydides Atina’da doğdu. Altın madenleri olan zengin bir ailenin çocuğuydu. Ailesi, büyük ihtimalle demokrasiyle birlikte konumları sarsılan eski Atina aristokrasisinin bir üyesiydi. MÖ 430 yılındaki veba salgınında hayatta kalmayı başaran Thucydides, şehrin başdüşmanı olan Sparta’ya karşı general olarak savaştı. MÖ 423 yılında Atina’nın yenilgisi yüzünden suçlandı ve ceza olarak sürgüne gönderildi.
Sürgündeki yılları boyunca Thucydides Yunanistan’ı gezdi. Savaşı dışarıdan gözlemledi. Savaş henüz devam ederken yazmaya başladığı kitabı, nispeten tarafsız bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır. Bu yönüyle daha önce yazılan tarihi metinlerden ayrılmaktadır. Eski anlatılar genellikle yazarların ülkelerinin savunuculuğunu yaptığı eserler olmaktan öteye geçememiştir. Thucydides ise kendi yapıtından bahsederken “Benim çalışmam sadece bugünün insanları için değil, onu sonsuza kadar kalması için hazırladım,” demektedir.
Peloponez Savaşı (adını Sparta’nın bulunduğu Peloponez Yarımadası’ndan alır), MÖ 431 yılında başlamıştı. Bundan öncesinde ise Atina ve Sparta arasında uzun yıllardır süregelen bir gerilim vardı. Savaş ilk zamanlar Atinalıların lehinde seyretse de sonrasında pek çok başarısızlık yaşandı. Bunlardan biri de Thucydides’in MÖ 423 yılında Amphipolis’te yaşadığı mağlubiyetti. Savaşın ardından geçici bir ateşkes ilan edildiyse de, barış kalıcı olmadı.
Thucydides’in anlatımı savaşın bitiminden önce, MÖ 411 yılında son bulur. Kimi araştırmacılar bu tarihte öldüğünü ya da Atina’ya dönmesine izin verildiğini öne sürerler. Asıl savaşsa yıllar sonra, Atina’yı büyük bir Yunan gücü olmaktan çıkartan Sparta galibiyeti ile son bulacaktır. Böylece MÖ 5. yy boyunca süren Atina’nın altın çağı tamamlanmış olur.
1- Bir başka Atinalı tarihçi olan Heredot (MÖ 484-425), Thucydides’ten daha yaşlıdır. Genel olarak Persler’le yapılan savaşlara odaklanmıştır. Olayların arkasında yatan nedenleri çoğu zaman ilahi adaletle açıklamış ya da yaşananlardan ahlaki dersler çıkartmıştır. Thucydides, meslektaşının aksine böyle sonuçlara varmaktan kaçınmıştır.
2- Peloponez Savaşları, çok bilinen bir Atina komedisi olan Aristophanes’in (MÖ 450-388) Lysistrata adlı oyununun arka planını oluşturmaktadır. Oyunda Lysistrata, Yunan kadınlarına barış yapana dek eşleriyle seks yapmamalarını öğütleyerek savaşı sonlandırmaya çalışmıştır.
3- Sparta savaşı kazanmasına rağmen Yunanistan’daki egemenliği kısa sürmüştür. Yetmiş yıl sonra hem Atina hem de Sparta, Büyük İskender (MÖ 356-323) tarafından fethedilmiş ve böylece bağımsız devletler olarak varlıkları son bulmuştur.
Spartaküs
Spartaküs bugün en çok, hayatını konu alan Oscar ödüllü Spartacus (1960) filmiyle tanınmaktadır. Bununla birlikte filmde Kirk Douglas’ın (1916-) canlandırdığı Spartalı köle, gerçek bir tarihi şahsiyettir. Roma Cumhuriyeti’nin en büyük köle isyanlarından birine liderlik etmiştir.
Spartaküs Trakya’da, günümüzde Bulgaristan sınırları içerisinde kalan bir bölgede özgür bir insan olarak dünyaya geldi. Romalılar tarafından eşiyle birlikte esir alındıktan sonra Güney İtalya’daki Napoli yakınlarında bir şehir olan Capua’ya götürüldü. Burada bir gladyatör olarak eğitildi. İtalya’da gladyatörler mahkum muamelesi görüyor ve ancak şavaşmak için dışarı çıkmalarına izin veriliyordu. Spartaküs gladyatör eğitimi sırasında yaşadığı tüm zorluklara rağmen daha sonraları savaş eğitiminin çok faydasını görecekti.
MÖ 73 yılında Spartaküs ve yetmiş köle gladyatör okulundan kaçtılar. Okulun mutfağından çaldıkları satırları silah olarak kullanmışlardı. Vezüv Dağı’nda saklanıp silahlanmaya devam ettiler. Eskinin köle gladyatörleri, bir süre sonra sayıları yüz bini geçecek olan bir asiler ordusu haline gelmişti.
Başlarda, Roma otoriteleri isyanı ciddiye almadılar. İsyanı bastırmak için deneyimsiz bir subay gönderdiler. Böylece Spartaküs ve adamları onu kolaylıkla alt ederek, kendilerine başka kölelerin de katılmasını sağlayacak bir zafer elde etmiş oldular.
Spartaküs, isyanın lideri seçilmiş olsa da gerçekte hareket organize değildi. Kendi içinde bölünmüş durumdaydı. Çok iyi bir askeri stratejist olan Spartaküs, Gaul’e doğru ilerleyip başka bir isyancı grupla birleşmeyi umuyordu. Ne var ki isyanın diğer liderleri onu dinlemediler.
MÖ 71 yılında, utanç verici yenilgilerin ardından Romalılar General Marcus Licinius Crassus’u (MÖ 115-53) isyancılarla savaşmak için gönderdiler. Crassus, Spartaküs ve taraftarlarını Güney İtalya’ya kadar kovaladı. Silarus’taki muharebede onları ağır bir yenilgiye uğrattı. Filmin aksine Spartaküs bu savaşta ölmüştür. Spartaküs’ün binlerce taraftarı da çarmıha gerilerek öldürüldü. Bu cezanın amacı diğer kölelerin gözünü korkutarak ileride yaşanacak başka bir isyanın önüne geçmekti.
1- Romalıların Spartaküs’ün karşısında aldıkları yenilgiler o kadar utanç vericiydi ki yenilgiye uğrayan lejyonların büyük bölümü imha edildi. Bu ceza çok nadir olarak savaş meydanında korkaklık gösterenlere uygulanırdı. Cezanın uygulanmasına karar verildiğinde kumandanlar rastgele her on askerden birini seçer ve seçtiklerini öldürürlerdi.
2- Stanley Kubrick’in (1928-1999) 1960 yapımı filminde Spartaküs’ü Kirk Douglas oynarken, Laurance Olivier (1907-1989) onun Romalı rakibi olan Crassus’u canlandırdı. Film dört Oscar ödülü kazanmış ve ayrıca iki dalda da ödüle aday gösterilmişti.
3- Spartaküs ayaklanması Roma tarihinde 3. Köle Savaşı olarak bilinir. Önceki iki köle ayaklanması da -1. Köle Savaşı MÖ 135-132 ve 2. Köle Savaşı MÖ 104-103, her iki isyan da Sicilya’da yaşanmıştır- Roma’nın zaferiyle sonuçlanmıştır.
Konfüçyus
Antik Çin filozofu Konfüçyus (MÖ 551-479) tarihin en etkili kitaplarından biri olan Seçmeler’in yazarıdır. Adını taşıyan bir ahlak sistemi kurmuştur. Asya kültürü ve toplum hayatı üzerindeki büyük etkisine rağmen hayatı hakkında pek az şey bilinmektedir.
Efsaneye göre Konfüçyus, günümüz Doğu Çin’inde yoksul ama saygın bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Doğduğu yerde o dönem Lu Krallığı hüküm sürüyordu. Bir süre muhasebeci, çoban ve öğretmen olarak çalıştıktan sonra yerel egemenin yanında memur oldu. Başarılı bir danışman olmasına rağmen otuz yıl sonra politik nedenlerle bu işi bıraktı. Belki de patronunun hedonistik yaşam tarzı onu rahatsız etmişti.
Sarayda yaşadığı deneyimler ona iyi bir idarenin nasıl olması gerektiği hakkında fikir verdi. Çin tarihinin o döneminde bu mesele çok yaygın bir tartışma konusuydu. İlkbahar ve Sonbahar Dönemi (MÖ 722-481) olarak anılan bu zaman aralığında ülkede sözde imparator hakimiyeti olmasına rağmen, gerçekte yarı-bağımsız feodal kralların sözü geçiyordu.
Konfüçyus ahlak, görev duygusu, derin düşünme ve eğitim gibi konuların önemine vurgu yaptı. Konfüçyus’a göre bir idarenin meşruluğu onun başında bulunan kişiye, bir toplumun sağlığı ise onu oluşturan insanlara bağlıydı. İşini bıraktıktan sonra on yıl boyunca ahlaki ve felsefi düşüncelerini