Ortaçağın erken dönemi, iki önemli şahsiyetle sona erdi: Canterbury’den Saint Anselmus (1033-1109) ve Peter Abelard (1079-1142). Anselmus, Proslogion isimli kitabında Tanrı’nın varlığına dair ilk analitik veya “ontolojik” kanıtları önermesiyle bilinir. Mantık ve anlambilim tarihinde önemli bir şahsiyet olmasının yanında Abelard, bir çocuk sahibi olduğu ve ünlü mektuplaşmalarını sürdürdüğü öğrencisi Heloise’e âşık olmasıyla da çok meşhurdur.
Ortaçağ felsefesinin geç dönemi, on üçüncü yüzyılda antikçağ Yunan metinlerinin, özellikle Artisto’nun yeniden keşfedilmesiyle kısmen farklı bir karaktere sahiptir. Geç dönem büyük ortaçağ filozoflarının –Saint Thomas Aquinas (1225-1274), John Duns Scotus (1265-1308) ve Ockhamlı William (1284-1347)– eserleri Aristo’dan oldukça çok etkilenmişti ve her biri, Aristo’nun tüm eserleri üzerinde dikkate değer yorumlar ürettiler. Bu üçlüden en önemlisi, Aristocu felsefeyi Hıristiyan teolojisi ile birleştirip büyük bir felsefî ve teolojik sistem yaratan Thomas Aquinas’tır. O zamandan beri Aquinas, Katolik düşüncesinde belirleyici olmasa bile büyük bir etkide bulundu.
1. Heloise’in amcası, yeğeninin aşk ilişkisi karşısında o kadar öfkelenmişti ki Abelard’ı hadım ettirmişti. Hem Abelard hem de Heloise, hayatlarının geri kalanını dinî bir düzen içinde yaşadılar, ama ideal romantik aşkın ilk ve hareketli örneklerinden biri olan mektuplaşmalarını sürdürdüler.
2. Ockham en çok, adını taşıyan ve her zaman en basit kuramın tercih edilmesi gerektiği veya kuramların olabildiği kadar basit olması gerektiği anlamına gelen “Ockham’ın usturası” prensibiyle bilinir.
Talmud
Talmud, Tevrat üzerine hahamların yüzlerce yıllık yorumlarını derler ve Yahudi dininde temel bir metin olarak görülür.
Talmud, iki kısımdan oluşur. İlki, Mişna’dır. Tevrat ilk başta Musa’ya indirildiğinde, yazılı metne bir dizi sözlü öğretinin eşlik ettiğine inanılır. MS 200 civarında Yahudi tapınakları yıkılmıştı ve topluluk sert baskıların hedefiydi. Bu ikincil öğretileri kaydetmek gerekli olmuştu.
Talmud’un ikinci parçası Gemara’dır. Gemara, hahamların Mişna’ya dair tartışmalarından oluşur. Mişna mutlak fikirler içerirken, Gemara farklı fikirlerin bir diyalogu halinde yazılır.
En yaygın olarak kastedilen ve kullanılan Talmud, MS 400-600 yılları arasında derlenen, Aramice olan Talmud Bavli’dir. Kudüs’ten gelen ikinci bir Talmud daha vardır, ama bu versiyonda öğretiler daha bölük pörçüktür ve anlaşılması oldukça zordur.
Talmud, Yahudi hukukunun bir kaynağı olarak görülür ve toplumda ortaya çıkan kavgaları karara bağlamak için kullanılırdı. Dinî ve laik kanunlar geleneksel olarak Yahudi topluluklarda aynıyken, Talmud’un oldukça değişen çeşitlilikte uygulamaları vardı.
1. Mişna’nın, “Hahamların Deyişleri” anlamına gelen “Pirkei Avot” denen bir bölümü, ünlü hahamların deyişlerini ve mesellerini içerir.
2. Talmud, geleneksel olarak kullanılan ‘havruta yöntemi’ –ikili gruplar soru-cevap şeklinde çalışır, böylece öğrenciler her bir satırı grup eşiyle beraber gözden geçirebilir ve tartışabilir– ile öğrenilir.
Jan Dark (Joan of Arc)
Jan Dark (1412-1431), İngilizler’le savaşan ortaçağ Fransız ordularının komutasını hayranlık uyandıracak bir şekilde henüz on yedi yaşında ele alan genç bir köylü kadınıydı. Bir dizi şaşırtıcı zaferden sonra yakalandı, sapkınlıkla suçlandı ve hemen kazığa bağlanarak yakıldı. Ancak Jan’ın cesur liderliğinden esinlenen Fransızlar sonunda İngilizler’i topraklarından çıkardılar. Böylelikle genç kadın, hafızalarda ulusal bir kahraman ve Fransa’nın sembolü olarak yer etti.
Avrupa kralları, özellikle de İngiliz ve Fransızlar arasındaki savaşlar, ortaçağ hayatının daimi bir özelliğiydi. Jan’ın 1429’daki üstün başarılarının gerçekleştiği sırada iki ülke, gerçekte 116 yıl süren, ara sıra tekrarlanan çatışmalardan oluşan Yüz Yıl Savaşları’nın tam ortasındaydı. Birçok açıdan savaş basitçe, Ortaçağ’da Avrupa’yı yöneten açgözlü feodal baronlar için bir iş teklifiydi. Asilzadeler toprak istemişlerdi ve savaş onu almanın bir yoluydu. Sonuç olarak, ortaçağ dönemi boyunca ulusal sınırlar da, herhangi bir hükümdar ile akrabalık bağı hissetmeyen Jan’ın ailesi gibi kıtanın ortak halkları da sürekli olarak yer değiştirdi.
Ama Jan’ın doğumuyla bu durum değişmeye başladı. İngilizler’e karşı Jan’ın hareketi, Avrupa milliyetçiliğinin ne olabileceğine dair ilk örneklerden biri oldu. Jan için Fransa, sadece harita üzerinde bir sınır veya asil bir ailenin mülkiyeti değildi. Orası özeldi, vatansever bir bağ hissettiği ülkesiydi. Bir ergen olarak tecrübe ettiği görülerinde, Jan, Tanrı’nın ondan İngilizler’i Fransa’dan çıkarmasını istediğini iddia etti. İngiliz ve Fransız soylularının arasındaki toprak kavgası, milletlerin savaşına dönüştü. Gelecek yüzyıllarda Avrupa’nın çeşitli feodal krallıkları, hem vatanseverliği hem de onun şeytanî ikizi ırkçılığı körükleyerek ayrı kültürel kimliklere sahip ulus-devletlere doğru evrildiler.
Jan’ın 1431’de yakalanmasından sonra, İngilizler onu uydurdukları sapkınlık suçuyla idam ettiler. Papa sonraları suçlamasını geri çekti ve Jan, 1920 yılında Katolik Kilisesi’nin bir azizesi ilan edildi.
1. II. Dünya Savaşı sırasında, Fransız Direnişi’nin yeraltı savaşçıları, Jan’ın amblemi olan Lorraine haçını kendi sembolleri olarak benimsediler.
2. Jan’ın orduların yönetimini ele almasına izin verilmeden önce, Fransız kralı kayınvalidesinden Jan’ın bakire olduğundan emin olmasını istedi. Öyleydi.
3. On dokuzuncu yüzyılın Amerikalı yazarlarından Mark Twain, Jan’ın hikayesiyle adeta büyülenmişti ve “insan ırkının şimdiye dek çıkardığı, açıkça ve açık ara farkla en sıra dışı kişi” olarak gördüğü bu kadın hakkında bir kitap yazarak ve araştırarak on iki yılını geçirdi. Kitap, Twain’in en meşhur çalışmalarından olmamasına rağmen, Twain onu en iyi kitapları arasında saydı.
John Steinbeck
Yirminci yüzyılın en sevilen Amerikalı romancılarından biri olan John Steinbeck (1902-1968), eserlerini yerlisi olduğu California’nın yerel renkleri ile demlendirdi. Çoğu eleştirmen yazımını çağdaşlarınınki kadar zarif ve ses getirici bulmayıp görmezden gelmesine rağmen, okuyucular arasında uzun süre gözde oldu. Her halükârda Steinbeck’in dokunaklı, sembolizm açısından zengin ve sosyal içerikli hikâyelerini ustalıkla işlediği tartışılmaz bir gerçektir.
Steinbeck, San Francisco ile Monterey arasındaki tarım bölgesinin kalbinde, California, Salinas’ta dünyaya geldi. Stanford Üniversitesi’nde ve çeşitli ağır işlerde çalışarak geçirdiği yıllardan sonra, 1920’lerin sonlarında azimli bir şekilde yazmaya başladı. Fakat bu yöndeki ilk birkaç girişimi hem eleştirel hem de ticari anlamda başarısızlıkla sonuçlandı. Nihayet Steinbeck, Büyük Buhran zamanında Monterey’de yaşayan