3. Antik Mısırlılar ölümden sonra bedenlerin korunması gerektiğine inanıyor ve krallarının bedenlerini itinayla mumyalıyorlardı. Avrupa’daki birtakım şarlatanlar, öğütülerek toz haline getirilmiş mumyaları 19. yüzyıla kadar şifa verdiği iddiasıyla sattılar.
Karanlığın Yüreği
Joseph Conrad’ın 1899 tarihli kısa romanı Karanlığın Yüreği, pek çok yönden gerçek anlamda ilk 20. yüzyıl romanı olarak görülebilecek, zamanının çok ötesinde bir eserdir. 19. yüzyılın sonlarında yaygın olan gerçekçi yazım tarzına dayanmasına rağmen, modern çağa özgü birçok konuyu ele almaktadır. Avrupa emperyalizminin 1800’lerde Afrika ve Asya’daki yaygın sömürüsüne eleştirel gözle bakan ilk edebi çalışmalardan biri olarak da göze çarpar.
Karanlığın Yüreği, yaklaşık seksen sayfalık, kısa ama özlü bir çalışmadır. Belçika’ya ait, yalnızca “Şirket” denen sömürgeci bir işletmede çalışan Marlow isimli bir adam tarafından geriye dönük olarak anlatılır. Marlow, Kongo Nehri’ni geçip, Şirket’in çok uzaklarda kalan ve Kurtz adlı bir fildişi tüccarı tarafından işletilen iç şubesine gidecek buharlı gemiye kaptanlık etmek üzere Belçika Kongo’suna yollanır. Afrika’ya ulaşan Marlow, Şirket tesislerinin çürümüşlüğünü ve ırkçı Avrupalıların Afrikalı yerlileri küstahça sömürdüğünü görünce sarsılır.
Conrad’ın Kongo’su açık seçik bir dünya değildir ve bu dünyada neredeyse tüm karakterler uğursuz bir biçimde isimsiz kalır: Müdür, Muhasebeci ve diğerleri… Ayrıca Belçikalıların birbirinden kopuk yerleşim yerlerinin hemen ötesinde devasa ve aşılmaz orman görünür. Marlow, nehirde daha da uzak bölgelere doğru yol alırken, ruhsal bir yolculuk da yapar. İlerilere gittikçe medeniyetin tuzakları da azalır ve Marlow kendisini insan zihninin ilkel, bilinmedik alanlarına yolculuk yapıyor gibi görmeye başlar. Bu esnada gizemli Kurtz hakkında daha fazla şey öğrenir ve Kurtz’un Afrikalı yerlileri medenileştirme niyetinde bir terslik olduğu belli olur. Afrika’nın karanlığına ve vahşiliğine olan düşkünlüğü, Kurtz’u ele geçirmiştir.
Karanlığın Yüreği, sıra dışı fakat olağanüstü film uyarlaması Kıyamet’ten (Apocalypse Now, 1979) dolayı bugün özellikle bilinmektedir. Film, romanı 1970’lerin Vietnamı’na taşır ve Kurtz rolünü, Kamboçya’nın ücra bir köşesinde aklını kaçıran Amerikalı bir albayı canlandıran Marlon Brando oynar. Senaryoda Conrad’ın hikâyesindeki birçok unsur korunurken; film, 1960’ların karşı kültürünün etkisini taşıyan sanrısal müzik ve görüntülerle güncelleştirilmiştir.
1. Conrad’ın önemli eserlerinin tümü, kendisi Polonyalı bir aileden gelmesine karşın (gerçek adı Jozef Teodor Konrad Korzeniowski’dir) İngilizcedir. Lehçe ve Fransızcadan sonra İngilizce üçüncü diliydi.
2. Conrad’ın Karanlığın Yüreği ile insanın bilinçaltını keşfe çıkışı, yazarın çağdaşı olan Sigmund Freud’un ileri sürdüğü fikirlerden bazılarına ayna tutmaktadır. Bugün bile eleştirmenler, romanı sıklıkla Freudcu bir bakış açısıyla ele alır.
3. T. S. Eliot, kitaptaki en ünlü satırlardan birini “The Hollow Men” şiirinde (1925) epigraf olarak kullanmıştır: “Bay Kurtz… Öldü o”
Bizans Sanatı
Bizans İmparatorluğu’nun ismi, İmparator Konstantin’in IV. yüzyılda Konstantinopolis olarak yeniden adlandırdığı Byzantium şehrinden gelir. Konstantin, Roma’daki sarayını, günümüzde İstanbul olarak bilinen bu şehre taşımıştır. Roma İmparatorluğu’nun batı kısmının çöküşünden sonra, doğu kısmı Konstantinopolis’teki Bizans imparatoru tarafından idare edilmeye devam etmiştir.
Jüstinyen’in hükümdarlığı (527-565), sanat tarihinde Bizans’ın İlk Altın Çağı olarak bilinir. Bu dönemde Konstantinopolis’teki Ayasofya ve İtalya, Ravenna’daki San Vitale gibi eserler yaratıldı. IX. yüzyılın sonlarından XI. yüzyılın başlarına dek süren İkinci Altın Çağ’da Venedik’teki Saint Mark Katedrali ortaya çıktı. Bizans tarzı, Ortodoks inancıyla beraber Rusya ile Doğu Avrupa’ya yayıldı ve nihayetinde Moskova’daki muhteşem Saint Basil Katedrali’ne ilham kaynağı oldu.
Bizans sanatında konu genellikle dinseldir. İncil’den öyküler ve kutsal kimselerin idealize edilmiş temsilleri ya da ikonalar çoğunluktadır. Amaç İsa’nın, Meryem Ana’nın veya herhangi bir azizin gerçekçi bir tasvirini yapmaktan ziyade, ruhani özünü yakalamaktı. Grekoromen kültürde sıklıkla rastlan çıplak figürlerden ve gerçek ölçülerinde yapılmış heykellerden genelde kaçınılırdı.
Pandantifler üzerinde duran kubbeler Bizans mimarisinin tipik özelliklerindendir. Kiliselerin iç duvarları çoğunlukla mermer paneller, hafif kabartmalar ve cam mozaiklerle zengin bir şekilde dekore edilmiştir.
Klasik sanatın izleri de ara sıra yüzeye çıkar. Bizans sanatında heykele az rastlanmasına rağmen, Euripides’in Iphigenia Aulis’te adlı oyununa dayanan Iphigenia’nın Kurban Edilişi paneliyle ünlü Veroli Sandığı’ndaki gibi mitolojik sahneleri betimleyen küçük fildişi oymalar görülebilir.
Bizans’ta dini resimlere öyle bir tutkuyla tapılıyordu ki, imparator 726 yılında ikonaları putperestliğe neden olduklarını iddia ederek yasakladı. Yaklaşık yüz yıl boyunca İsa ve Meryem’i insan şeklinde resmeden her şey yasaklandı. İkona düşmanları (put kırıcılar), bu tip resimleri buldukları yerde hemen yok etmişlerdir. İkona düşmanlarının karşısında yer alan ikona sevenler, Roma’daki Papa’nın desteğiyle 843 yılında yasağı kaldırtmışlardır.
1. İngilizcedeki “byzantine” kelimesi genellikle olumsuz çağrışımlar taşır. Entrikacı ya da hilekâr birinden (Bizans hükümdarlarının birçoğu gibi) veya aşırı derecede karmaşık ya da girift bir şeylerden (Bizans sanatı gibi) bahsederken kullanılır.
2. Bizans tarzı 1453’te Konstantinopolis’in düşüşüyle sona ermiştir. Ancak etkileri, geleneksel ikonaların bugün bile üretildiği Ortodoks Kilisesi’nde kendini göstermeye devam etmektedir.
Süpernova
Yıldızların çoğu, nükleer füzyonla tüm enerjilerini tüketerek yavaşça sönerler. Sonra da % 99’u “beyaz cüce” olarak adlandırılan donuk gökcisimlerine dönüşür. Ama bir yıldız yeteri kadar büyük ve yeteri kadar sıcaksa, uygun şartlar altında patlayabilir. Bu patlama süpernova olarak adlandırılır.
Bir yıldız patlamadan önce, elementleri birleştirerek enerji üretir. Şiddetli çekim gücü; oksijen, silikon, fosfor ve kalsiyum oluşmasına neden olur. Kozmik bir çıkmaz sokağa, yani demire ulaşılana dek ağır elementler oluşmaya devam eder. Demirin daha ağır elementlerle birleştirilmesi enerji üretmez, gerektirir. Yıldızın yakacak bir şeyi yoktur, bu nedenle demir çekirdek kendi çekim gücünün kuvvetiyle içe doğru çökmeye devam eder. Çoğu devasa yıldız içe doğru çökerek kara deliğe dönüşür. Ama güneşten beş ile sekiz kat daha büyük olan biraz daha küçük yıldızlar sadece patlarlar.
Bir süpernovanın gerçekleşmesi on beş saniyeden daha az zaman alır. Patlama o kadar parlaktır ki, tek bir yıldızın yarattığı süpernova aylarca tüm galaksiyi aydınlatabilir. Hatta cıva, altın ve gümüş gibi daha ağır elementlerin oluşmasına yetecek kadar ısı yayar.
Büyük patlama kuramına göre, süpernovalar sayesinde yeryüzünde yaşam vardır. Bu kuram, oksijenden daha