19. yüzyılın sonları, 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde Richard Wagner, Gustav Mahler ve Arnold Schoenberg gibi besteciler bazen müzisyen sayısı yüzü bulan çok büyük orkestralar için parçalar besteliyordu. Daha sonraki besteciler, caz ve popüler müzikte kullanılan saksafon, synthesizer ve diğer bazı elektronik enstrümanları da eserlerine dahil ettiler.
1. Müziğin erken dönemlerinde besteciler baştan sonra tüm parçalarını hangi enstrümanlarla çalınacağını belirtmeden yazardı. Parçanın hangi kısmının hangi enstrümanla çalınması gerektiğine dair öneriler ilk olarak Claudio Monteverdi’nin 1607 tarihli operası Orfeo’nun partisyonunda yer almıştır.
2. Piyano ismi “pianoforte” sözcüğünden gelir, çünkü bir piyano hem piano (yumuşak) hem de forte (güçlü) ses verir. Piyano, Kuzey İtalya’da, 1700 yılları civarında klavsen yapımcısı Bartolomeo Cristofori tarafından geliştirilmiştir.
Platon’un Mağara Benzetmesi
“İnsanları, ışığa açılan uzun bir girişi olan, yeraltı mağarası gibi bir yerdelermiş gibi düşün. Çocukluklarından beri oradalar, kıpırdamasınlar diye ayakları ve boyunları zincire vurulmuş, zincirleri yüzünden etraflarına bakmak için başlarını bile döndüremiyorlar ve sadece önlerini görebiliyorlar…”
Platon, kendi felsefi görüşlerini desteklemek için yazılarında gerçek yaşamdaki hocası Sokrates karakterini kullanır. Devlet, Sokrates ve öğrencileri arasında gelişen bir diyalog şeklinde yazılmıştır.
Devlet’ten alınan bu ünlü paragrafta Sokrates, bir mağarada kapana kısılmış insanların, sadece nesnelerin duvara yansıyan gölgelerini görebildiği bir senaryo tarif eder. Bu insanlar, arkalarında bir ateş yanarken ileri doğru bakmaya zorlanırlar. İnsanlar, ateşin önüne tutulan nesneler ve yansıyan görüntülerini bir tutarlar. Örneğin, mağaradaki insanlar bir kitap gördüklerini sanabilirler, ama gördükleri sadece arkalarındaki ateşin önünde duran birinin elindeki kitabın gölgesidir.
Bir insan nesnelerin doğasını bizzat görmek için mağaradan kurtulduğunda mağaradan ilk başta güneşin parlaklığından gözleri acır ve fiziki nesnelerden dolayı kafası karışır. Ancak sonunda dünyanın gerçek doğasını anladığını da sadece gölgelerden haberdar olan kitlelere acır. Elbette, Sokrates’in mağarasındaki insanlar gerçeği öğrenmeye direnç gösterirler ve mağaradan kurtulan arkadaşları onlara gerçeği anlatmaya çabaladığında onun deli olduğunu düşünürler.
Bu alegoride mağarada kapana kısılmış insanlar dünyadaki cahil kitleleri temsil eder. Onlar sadece fiziki duyularımızla farkına varılabilen nesne, görüntü ve seslerin suretlerini görebilirler. Nesnelerin gerçek doğasını bizzat görmek için mağaradan kaçıp kurtulan kişi filozoftur. Filozoflar akıllarını kullanarak evrenin esas temeli olan soyut, değişmez gerçekleri yani formları, kavrayabilirler. Mağaradan kurtulan filozof, nesnelerin gerçek doğasını bilir.
Devlet nihayetinde adalet sorunsalıyla ilgilidir. Platon, adaleti kurmak için kişinin neyin iyi olduğunu bilmesi gerektiğine inanır. Bu yüzden, iyinin formunu anlayan filozoflar kral olup yönetime geçmelidir. Toplumun geri kalanı bu yöneticilerin taleplerini yerine getirmek için örgütlenmelidir.
1. Platon, MÖ 427 yılı civarında Atina’da doğdu.
2. Platon, filozof kralları “guardians”(koruyucu, bekçi) olarak adlandırmıştı.
Sara
Sara, İbrahim’in eşi ve Yahudilerin anasıdır.
Sara o kadar güzeldir ki, İbrahim, bir kıtlık yüzünden beraber Mısır’a kaçtıklarında eşinin güzelliğinden ötürü emniyetlerinden endişe etmeye başlar. Firavun’un onu öldürüp Sara’yı eşi olarak alacağından şüphelenen İbrahim, Sara’ya kardeşiymiş gibi davranır. Firavun, Sara’yı alır ama İbrahim’e dokunmayıp karşılığında ona sayısız hediye verir. Tanrı daha sonra Firavun’u cezalandırarak Sara ile İbrahim’in Mısır’dan kaçmalarına izin verir.
Güzel olmasına rağmen Sara kısırdır ve İbrahim’e bir çocuk veremez. Dolayısıyla, âdet olduğu üzere, cariyesi Hacer’i İbrahim’e verir çünkü İbrahim ancak bu şekilde soyunu devam ettirebilecektir. Hacer, İbrahim’in ilk oğlu olan İsmail’i doğurur.
Doğumdan sonra Sara’nın Hacer’le olan ilişkisi bozulur. Hacer artık Sara’ya saygı duymaz ve Sara da kıskançlığa kapılır. Sonunda Sara, İbrahim’den Hacer’le oğlunu kovmasını ister. Yahudi geleneğine göre Sara’nın İbrahim’e nazaran daha kuvvetli sezgileri olduğundan, İbrahim onun bu isteğine boyun eğer.
Tanrı, Sara doksan yaşına gelince İbrahim’e nihayet karısının ona bir çocuk verebileceğini söyler ve İbrahim’i güldürür. Tanrı ısrar ederken Sara tesadüfen konuşmayı duyar ve o da buna güler. Ama sonra, Tanrı’dan şüphe duyduğu için utanıp inancını beyan eder. Bir yıl sonra da, ileride İsrail’in on iki kabilesinin atası olacak İshak’ı doğurur.
Neredeyse kırk yıl sonra, Sara yüz yirmi yedi yaşındayken El Halil’de ölür. Bazı yazılarda Sara’nın ölümünün İbrahim’in İshak’ı neredeyse kurban edecek olmasıyla ilgili olduğu belirtilir. Bir hikâyede Şeytan, Sara’ya İbrahim’in İshak’ı öldürdüğünü söyler. Sara, İshak’ın yaşadığını öğrenince sevinçten ölür.
1. Sara, eşi İbrahim ile El Halil’deki Makpela Mağarası’na gömülmüştür. Oğulları İshak ve eşi ile torunları Yakup ve ilk eşi Lea da oraya gömülmüştür.
2. Yahudiliğin ata ve analarından sadece Yakup’un ikinci eşi Raşel, El Halil’de gömülmeyip Beytüllahim’de gömülmüştür.
Rosetta Taşı
1799’da Napolyon’un ordusundaki Fransız askerleri Mısır’daki İskenderiye şehri yakınlarında kumların içine gömülmüş, gizemli siyah bir kaya keşfettiler. Kayanın üzerine üç antik dilde yazılar yazılmıştı. Kayadaki ilk yazı Yunancaydı. Bilim insanları bu yazının, Mısır’ın Büyük İskender tarafından kurulan Yunan İmparatorluğu’na bağlı olduğu zamanlardan, yani aşağı yukarı MÖ 196’dan kaldığını belirlediler. Siyah kayanın üzerindeki diğer iki yazıtsa Mısırlıların geleneksel yazısı olan hiyerogliflerin farklı iki versiyonudur.
Mısır binlerce yıl boyunca antik dünyanın en büyük imparatorluklarından biri oldu. Firavun olarak bilinen krallar tarafından yönetilen Mısırlılar, büyük piramitlerle sfenks gibi devasa anıtlar ortaya çıkardılar. Bugünkü Sudan’dan Suriye’ye kadar uzanan topraklar Mısır ordularının kontrolü altındaydı. Firavunlar kendileri için bayındır şehirler ve görkemli mezarlar inşa ettirdiler.
Ama Rosetta Taşı’nın keşfedilmesinden önce, tarihçiler ve arkeologlar Mısırlı kâtiplerin bıraktığı çok sayıdaki yazılı kaydı asırlar boyu okuyamadılar. Kâtipler, en donanımlı modern bilginlere bile anlaşılamaz gelen karmaşık bir yazı kullanmışlardı.
Yunan yetkililerin Mısır halkına yönelik bir bildirisinin kaydı olan Rosetta Taşı, antik Mısır’ın sırlarını ortaya çıkardı. Jean-François Champollion adındaki bir Fransız bilim insanı, Yunanca yazılmış metinle hiyeroglifleri yan yana getirerek yıllar süren çalışmalar sonucunda karmaşık Mısır dilinin şifrelerini çözdü. Hiyerogliflerin anlaşılmasıyla,