Plüton’un Kuiper Kuşağı’nda yakın tarihlerde keşfedilmiş bir rakibi vardır: Resmi olarak 2003 UB313 ve gayri resmi adıyla da Xena, yani Zeyna olarak bilinen, donmuş, iri bir kaya kütlesi. Bu cisim Güneş’e Plüton’dan üç kat daha uzaktadır. Ayrıca, Plüton’unkinden daha bile tuhaf, tamamlanması 560 yıl süren bir yörüngede ve diğer gezegenlerinkine göre 45 derece eğik bir yörüngesel düzlemde yol alır. Diğer taraftan 2003 UB313, Plüton’dan daha büyüktür ve pek çok bilim insanı, Plüton bir gezegen olmayı hak ediyorsa bu cisme de gezegen denilmesi gerektiğini düşünmektedir.
1. Kuiper Kuşağı’ndaki diğer iki büyük donmuş cisim, yani Quaoar ve Sedna da neredeyse Plüton kadar büyüktür.
2. 2003 UB313’ü Astronom Michael E. Brown keşfetti ve ona, Lucy Lawless’in Yunanlı bir savaşçı prensesi canlandırdığı TV programından yola çıkarak Zeyna lakabını taktı. Brown, bu cismin resmi isminin Zeyna olmasını umuyordu. 3
3. Güneş sisteminde bilinen 153 uydu vardır ama bu sayı oldukça tartışmalıdır.
4. Güneş sistemindeki yedi uydu Plüton’dan daha büyüktür. Jüpiter’in bir atmosfere ve aktif volkanlara sahip olan uydusu Io da buna dahildir.
Armoni
Müzik bir melodi ile başlayabilir ama ona rengini veren armonidir. Armoni iki veya daha fazla notanın aynı anda çalınmasına denir, fakat teknik açıdan geniş ve karmaşık bir konudur. Pek çok teorisyen kariyerinin önemli bir bölümünü bunu inceleyerek geçirirler.
İki nota arasındaki mesafeye aralık denir ve aralıklar sayılarla ifade edilir. Örneğin La ile Mi arasındaki mesafeye beşli aralık denir. İlk çoksesli müzik ortaçağda ortaya çıktı ve bu noktada besteciler dörtlü (örneğin, Do’dan Fa’ya veya Re’den Sol’a) ve beşli aralıkları tercih ettiler. Dolayısıyla, paralel bir armonik dizi, bir dörtlü veya beşli aşağıdan melodileri takip ediyordu.
Ancak Rönesans’a gelindiğinde triadlar armoninin başlıca birimi olmuş, yüzyıllarca da böyle kalmıştır ki bugün hâlâ pek çok müzik türü için öyledir. Triadlar, üçlü aralığa dayanan (örneğin, Mi’den Sol’a veya Si’den Re’ye) akorlar, yani ard arda ya da aynı anda işitilen üç veya daha fazla notanın oluşturduğu üçlü aralığa dayanan kombinasyonlardır. Akorlara majör (kulağa neşeli, iç açıcı gelen) veya minör (kulağa hüzünlü gelen) değerleri veren, tam olarak onları meydana getiren aralıklardır. Bir triadı oluşturan notalar yeniden düzenlenip, armoniyi çeşitlendirmek için kullanılan diğer bir araç olan çevrim (inversion) de ortaya çıkarılabilir.
Armoninin pek çok işlevi vardır: bir müzik parçasına “kıyafet giydirmek,” müziğe derinlik katmak, bir melodiyi yankılamak, tamamlamak veya ona alttan alta sağlam bir destek vermek. Dinleyiciye keyif veren, kulağa dengeli ve sakin gelen armoniye ses uyumu (consonance) denirken; kulak tırmalayıcı, tuhaf veya dengesiz gelene de ses uyumsuzluğu (dissonance) denir. Tonal müzik, ses uyumsuzluğunun istikrarsızlığı olmasa sıkıcı olur, ses uyumunun istikrarlılığı olmasa yeterince tatmin edici olmazdı. Kulağımıza neyin uyumlu veya hoş geldiğinin yanıtı müzik tarihinin seyrinde değişkenlik göstermiştir. Ses uyumunun esas olup olmadığı bile artık tartışma konusudur.
1. Johann Sebastian Bach koro için bestelediği eserlerinde ustalıklı armoniler oluşturmasıyla bilinir ve 20. yüzyılda Claude Debussy’nin eserlerine yön veren, sıklıkla melodilerinden ziyade zengin, değişken armonileridir.
2. VI. yüzyıl filozofu Pythagoras “en saf” armonilerin 2:1, 3:2 ve 4:3 gibi matematiksel oranlara dayalı olduğunu düşünüyordu. O, bu teoriyi aynı anda farklı ölçülerde örsleri döven demircilerin çıkardığı sesleri dinlerken geliştirmiştir.
3. “Armoni” kelimesi, “ekleme” veya “birleştirme” anlamına gelen Yunanca “harmonia” sözcüğünden gelir.
Platon
Platon (MÖ 427-347) V. yüzyıl Atina’sında zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Onun mevkisindeki genç bir Atinalıdan siyasetle uğraşması beklenirdi; ama Platon bunun yerine hocası Sokrates’in (MÖ 470-399) izinden giderek filozof oldu.
Platon’un felsefi yazıları, iki veya daha fazla karakterin felsefi bir sorunu tartıştığı diyaloglardan oluşur. Diyalogların çoğunda ana karakter Sokrates’tir. Platon’un diyaloglarda hiç konuşmamasından dolayı bilginler şu soruyla karşılaşırlar: Platon’un Sokrates’in ağzından dillendirdiğinin ne kadarı Platon’un kendi felsefesiydi ve ne kadarı sadece Sokrates’ten aktardığıydı? Birçok bilgin Platon’un erken dönem diyaloglarının, Sokrates’in öğretilerinin tarihsel olarak titiz bir özeti olduğuna inanır. Sokrates’in sonraları Platon’un kendi amaçları için edebi bir karakter haline geldiğine inanmışlardır.
Platon, idealar kuramı ile bilinir, yani soyut, maddi olmayan şeyler bu dünyadaki fiziki nesneler tarafından taklit edilir.
Platon’un felsefesine ait diğer bir ünlü görüş ise tüm bilginin hatırlamadan ibaret olduğudur. Platon, ruhun maddi olmadığına ve bir vücuda yerleşmeden önce de var olduğuna inanmıştır. Cisimleşmeden önce ruh duyumsal bir algılamayla sınırlandırılmadan ve ilgisi başka bir tarafa yönlendirilmeden ideaları biliyordu. İnsan doğuştan bir şeyleri bilir ve ruhlar cisimleşmeden önce bildiklerini yeniden hatırlar.
Ayrıca Platon ruhu yeme, içme ve cinsellik gibi duyusal zevkleri arzulayan iştahsal kısım; şan ve şeref arzulayan irade kısmı; ideaları anlamayı arzu eden akılsal kısım olmak üzere üçe ayırır. Devlet’te Platon adil bir ruh ve adil bir devlet arasında kapsamlı bir benzetme kurarak ruh için adil olmanın ne demek olduğunu anlatmıştır. Platon ideal adil bir devleti, ruhun bu üç kısmına karşılık gelen yurttaş gruplarına sahip olması ile tanımlar. Bu grupların insan ruhunda olduğu gibi birbirleriyle uyumlu bir biçimde etkileşimde bulunması gerektiğine inanmıştır. Platon ruh ve devlette de akılsal yanın hakim olmasını savunur.
1. Platon, diyaloglarında sadece Sokrates’in ölüme mahkûm edildiği duruşmasını anlattığı Sokrates’in Savunması adlı diyalogların birinde görünür. Platon diyalogda hiçbir şey söylemez ama kendisinin dahil olması olayların olduğu sırada orada bulunduğunu gösteriyor.
2. Platon, Aristoteles’in (MÖ 384-322) hocasıdır.
Habil ile Kabil
Habil ile Kabil, Âdem ile Havva’nın Cennet Bahçesi’nden kovulmalarından sonra dünyaya gelen oğullarıydı. Büyük oğul Kabil, Tevrat’a göre, doğrudan Tanrı’nın elinden çıkmayıp insandan doğan ilk kişiydi. Habil koyun güden bir çobanken, Kabil toprağı işleyen bir çiftçiydi.
Bir gün Tanrı, Habil ile Kabil’den kendisi için bir adakta bulunmalarını ister. Habil, Tanrı’yı mutlu edebilmek için ne tür bir şey adayacağına kafa yorar. En değerli koyunlarından birini kurban etmeye karar verir. Kabil’se kendine en az