Meşhur Uraniborg Şatosu’nun inşası 30 Ağustos 1576’da başladı. Tycho’nun görkemli fikirlerine uygun olarak muntazam ve etkileyici bir seremoni gerçekleştirildi. Bilimle uğraşan arkadaşlarının bir kısmı da oradaydı, zaman öyle bir seçilmişti ki gökcisimleri şans getirecek yerlerdeydi. Pahalı şaraplar toprağa döküldü, taşlar görkemli bir törenle yerleştirildi. Yıldızlar üzerinde çalışmak için inşa edilmiş bu muhteşem tapınağın etkileyici mahiyetine, bu bölümde verdiğimiz görseller aracılığıyla şahit olunabilir.
Gökyüzünü incelemek için kullanılan en çarpıcı aletlerden biri, Tycho’nun Uraniborg odalarından birinin içine inşa ettirdiği duvara gömülmüş kuadranttı. Bu şekliyle, gökcisimlerinin irtifaları daha önce elde edilmiş tüm sonuçlardan daha kesin bir sonuçla gözlemlenebiliyordu. Bu muhteşem buluş, önceki sayfada görülebilir. Ayrıca odanın duvarlarının, bilimsel araçlarda pek rastlanmayan büyük dekorasyonlar kullanarak resimlendirildiği de gözlerden kaçmıyor.
Birkaç yıl sonra, Ven’deki gözlemevinin ünü her yere yayılınca bir grup genç Tycho’nun talimatları altında çalışmak için buraya akın etti. Bu sebeple Tycho, onların kullanımına sunmak için başka bir gözlemevi daha inşa etti. Buradaki aletler, yüzeyde yalnızca çatıları gözüken yeraltı odalarına yerleştirilmişti. Bu yeraltı gözlemevinin girişinde muazzam şiirsel bir yazıt bulunuyordu. Bu yazıt, yerin altında bile Urania’nın muhteşemliğinin gökleri incelemeye adanmış bir oyuk olduğunu belirtiyordu. Tycho, şiir yazmaya düşkündü. Bu sebeple fırsatını bulduğunda kendini bu tattan mahrum bırakmıyordu.
Yeraltı gözlemevinin duvarlarında sekiz gökbilimcinin resimleri vardı, hepsi uygun ibarelerle sergileniyordu. Bu resimlerden biri de Tycho’nun kendisine aitti, altında ise soyunun çalışmalarına değer biçmesi gerektiği yazılıydı. Ayrıca bir de henüz var olmayan bir gökbilimci tasvir ediliyordu. İsmi Tychonides’di ve altındaki yazıt, ortaya çıktığında büyük atasını gururlandıracağından mütevazı bir umutla bahsediyordu. Bu tuhaf yapının inşası ve bakımı için gereken büyük masraflar, kraliyet kasasından yapılan bir dizi hibe tarafından karşılandı.
Tycho, yirmi yıl boyunca Uraniborg’da, bilim peşinde büyük bir azimle koştu. Çalışmaları asıl olarak Ay’ın, gezegenlerin ve gökkubbedeki yıldızların yerini belirlemeyi içeriyordu. Elindeki aletler izin verdiği kadarıyla kesin gözlemler yapmak için Tycho tarafından çekilen büyük acılar, onun ardından gelen gökbilimcilerin ona hayranlığı ile mükâfatlandırıldı. Adadaki evi, bir iş yerinin yanı sıra ona bir istirahat ve eğlence alanı da sunuyordu. Ailesi etrafındaydı, arkadaşlarının birçoğu oradaydı, ayrıca ilginç konutunda bir de ev cücesi bulunuyordu. Değişiklik olsun diye gökbilimsel çalışmalarından sonra kimya laboratuvarındaki öğrencileriyle çalışırdı. Hangi kimya problemlerinin ilgisini çektiğini ise bilmiyoruz. Fakat, genel olarak ilaç üretimiyle ilgilendiği söyleniyor; bu ilaçların da karşılıksız olarak dağıtılması sebebiyle, hiçbir zaman hasta eksikliği gibi bir durum yaşanmamış gibi gözüküyor.
Tycho’nun otoriter ve doyumsuz karakteri onu sık sık zorlukların içine soktu ki bu durum yıllar içinde de artmış gibi gözüküyor. Ven’deki kiracılardan birine kötü davrandı ve buna mukabil mahkemede verilen karar, gökbilimciyi çok kızdırdı. Kopenhag’daki ilişkilerinde de büyük değişiklikler meydana geldi. 1596’da genç kral taç giyince selefinin Ven Adası’yla ilgili takip ettiği politikayı tersine çevirdi. Tycho’ya verilen bol ödenekler bir bir geri çekildi ve sonunda maaşı bile kesildi. Bu sebeple Tycho, kıyamet gibi bir öfke ve aşağılanmışlık hissiyle Ven’i terk etti. Birkaç yıl sonra Bohemya’da, zamanından önce yaşlanmış bir adam olarak karşımıza çıkıyor. 24 Ekim 1601’de ise hayatını kaybediyor.
Galileo
Galileo’nun portresi
Büyük gökbilimciler arasında, hayatı Galileo’nunkinden daha ilginç nitelikler ve çarpıcı değişiklikler içeren bir gökbilimci bulmak zor olur. Onu, sabırlı bir araştırmacı ve muhteşem bir kâşif olarak ele alabiliriz. Yakın ilişkilerini, özellikle dikkate değer bir karaktere sahip kızı Rahibe Maria Celeste’le olan yakınlığını ele alabiliriz. Ayrıca filozof, Engizisyon’un yıldırımlarını üstüne çektiğinde, Galileo’nun yaşamını âdeta “kapatan” içler acısı faciayı da ele alabiliriz.
Bu çarpıcı adamın eskizini çizmek için kullanabileceğimiz materyaller neredeyse sınırsız. Bu bölümde, kızının manastırdaki evinden yazdığı cana yakın mektupları özel olarak kullanacağız. Bu mektupların neredeyse yüzden fazlası korunuyor. Ayrıca şefkatle sevilen bir çocuk tarafından bir ebeveyne yazılan bu mektuplardan daha güzel ve dokunaklı bir mektup serisinin yazılıp yazılmadığı da tartışmaya açık. Bu mektuplaşmanın büyük bir bölümü, Messrs. Macmillan tarafından 1870’de basılan The Private Life of Galileo (Galileo’nun Özel Hayatı) adlı eserde bulunabilir; ayrıca ben, bu bölümün içerdiği birçok gerçeği o cildin yazarına borçluyum.
Galileo, 18 Şubat 1564’te Pisa’da doğdu. Floransalı bir soylu olan Vincenzo de’ Bonajuti de’ Galilei’nin en büyük oğluydu. Her ne kadar şerefli bir soydan gelse de büyük filozofun çocukluğunu geçirdiği ev, maddi olanağı kısıtlı bir yerdi. En azından genç Galileo’nun hayatını kazanması için bir uğraş edinmesi gerektiği açıktı. Babasından, hem kalıtım hem de eğitim yoluyla, güçlü bir müzik yeteneği devraldı ve görünüşe göre udla harikalar yaratıyordu. Ayrıca doğuştan gelen dikkate değer bir sanatsal güce sahipti ki bunu özenle işledi. Gerçekten de geleceğin gökbilimcisinin bazen meslek olarak kendini resime adama düşüncesine sahip olduğunu biliyoruz. Ancak babası, Galileo’nun tıp üzerine çalışması gerektiğine karar verdi. Böylece Galileo’nun, on yedi yaşında güzel sanatlara olan aşinalığına bir de Yunanca ve Latince bilgisi ekleyerek hakkıyla Pisa Üniversitesi’ne girdiğini görüyoruz.
Burada genç filozof, matematikle ilgili bazı ipuçları edindi. Ardından bilimin bu alanıyla büyük oranda ilgilenmeye başladı ve hatta geometri üzerine çalışmasına izin verilmesi için yalvardı. İsteğinin kabulü üzerine babası, bu amaçla ona bir eğitmen tuttu. Ancak bunu biraz gönülsüzce yaptı, çünkü genç öğrencinin ilgisinin, başlıca meşguliyeti olması gereken tıp çalışmalarından uzaklaşmasından korkuyordu. Ardından bu evhamların sebepsiz olmadığı hızla ortaya çıktı. Öklid’in önermeleri Galileo’ya o kadar ilgi çekici geldi ki babası, dikkati daha fazla dağılmasın diye matematik eğitmeninin işine son vermenin iyi bir fikir olacağını düşündü. Ama artık iş işten geçmişti. Galileo, öyle bir ilerleme kaydetmişti ki geometri çalışmalarına kendi kendine devam edebilecek duruma gelmişti. Çok yakında büyük bir hayranlık beslediği meşhur 47. önermeye kadar gelecek ve Öklid’in altı kitabında uzmanlaşana kadar devam edecekti ki bu, o günlerde dikkate değer bir başarı olarak görülüyordu.
Fakat Pisa’daki genç öğrencinin başarısı ve özeni, üniversite otoriteleri tarafından pek dikkate alınmadı. O günlerde Aristoteles’in doktrinleri, diğer her şeyde olduğu gibi doğa bilimlerinde de insan bilgeliğinin vücut bulmuş hali olarak görülüyordu. Aristoteles’i ezbere bilmek her öğrencinin vazifesiydi ve o saygın öğretmenin doktrinlerinden şüphe duymak ya da onları sorgulamak kabul edilemez bir küstahlık olarak görülüyordu. Fakat genç Galileo, doğa kanunları konusunda kendi başına düşünebilecek cesarete