“Dışarı çık!” diye emretti. “Dışarı çık ve ilacını al!”
Lute, “Ateşkes!” diye yalvardı. “Ateşkes, Sayın Şövalyem, sevginin ve sıkıntıdaki tüm genç kızların hatırına.”
“Ben şövalye falan değilim,” diye açıkladı en derin bas sesiyle. “Ben zalim, pis, alçak ve tamamıyla ahlaksız bir canavarım. Bataklıklarda doğdum. Babam canavardı, annem daha da beterdi. Ölmüş, önceden hüküm verilmiş ve lanetlenmiş bebeklerin feryatlarıyla sakinleşip uyurdum. Sadece Mills Kız Okulu’nda eğitim gören bakirelerin kanlarıyla beslenirdim. En sevdiğim et lokantası her zaman ahşap döşeme, bir somun Mills kulu bakiresi ve düz piyano kapağı olmuştur. Babam, canavar olmanın yanı sıra, Kaliforniyalı bir at hırsızıydı. Ben ayıplanmayı babamdan daha çok hak ediyorum. Ben daha dişliyim. Annem de canavar olmanın yanı sıra, Nevadalı bir seyyar kitap satıcısıydı. Bütün ayıpları anlatılsın. Hatta insanları kadın dergilerine aboneliğe teşvik ediyordu. Ben annemden daha korkunç biriyim. Sokak sokak dolaşarak jiletli tıraş makineleri sattım.”
Lute kaçış olanaklarını incelerken duygulu bir ifadeyle, “Yabani ruhunu hiçbir şey sakinleştirip cazip hale getiremez mi?” diye yalvardı.
“Yalnızca bir şey, seni sefil dişi. Dünyada, dünyanın üstünde ve yıkıcı sularının altında yalnızca bir şey…”
Tanıdığı bir yağmalama ciyaklaması Forrest’ın dikkatini dağıttı.
“Bakınız, Ernest Dawson, yetmiş dokuzuncu sayfa, Mills Okulu’nda cezalı genç kadınlara yulaf lapasıyla birlikte verilen ince bir kitabın ince bir mısrası,” diye devam etti Forrest. “Bu kadar kaba bir şekilde sözüm kesilmeden önce belirttiğim gibi, bu vahşi canavarı avutacak ve mumyaya çevirecek tek şey ‘Bakire Duası’. Kulaklarınızı tamamen kesip çiğnemeden önce beni iyi dinleyin! Beni dinle, piyanonun altındaki aptal, çirkin, bodur, kısa bacaklı ve sevimsiz dişi! ‘Bakire Duası’nı okuyabilir misin?”
Kapı aralıklarındaki gençler zevkten çığlık attıkları için doğru dürüst cevap veremedi ve piyanonun altından Lute, kapıdan giren genç Wainwright’a seslendi:
“İmdat, Sayın Şövalye! İmdat!”
“Bakireyi bırakın!” diye meydan okudu Bert.
“Sen kimsin?” diye sordu Forrest sert bir sesle.
“Kral George, pislik herif! Yani, ııhh, Aziz George demek istiyorum.”
“O zaman ben senin ejderhanım,” diye açıkladı Forrest gereken alçakgönüllülükle. “Bu yaşlı, onurlu ve sahip olduğum tek boynu bağışlayın.”
“Kesin başını!” diye teşvik etti gençler.
“Bir dakika durun, bakireler, size yalvarıyorum,” diye yalvardı Bert. “Ben önemsiz biriyim. Buna rağmen korkmuyorum. Ejderhaya meydan okuyacağım. Onun ümüğünü sıkacağım; o benim yenilmezliğim ve genel cesaretim karşısında yavaş yavaş boğularak ölürken, siz zarif küçük hanımlar dağlara kaçın ki, vadiler üzerinize yıkılmasın. Yolo, Petaluma ve Batı Sacramento dev dalgalar ve birçok büyük balık altında yok olmak üzere.”
“Kafasını uçurun!” diye bağırdı genç kızlar. “Onu kendi kanında boğun ve ızgarada pişirin!”
Forrest, “Kabul etmiyorum,” diye homurdandı. “Ben perişanım. Eğer bir gün büyüdüklerinde, yabancılarla evlenmezlerse oy kullanacak olan genç Hıristiyan kadınların 1914 yılında sahip olduğu sınırsız merhamete güveniyorum. Kafamı kesilmiş kabul edin, Aziz George. Ben tükendim. Başka tanığa gerek yok.”
Bundan sonra Forrest hıçkırıklar içinde ama pek de önemsemeyerek, gerçekçi titremeler ve tekmelerle, mahmuzlarını şiddetle sallayarak yere yattı ve son nefesini verdi.
Lute emekleyerek piyanonun altından çıktı ve Rita’yla Ernestine de ona eşlik ederek birlikte ölünün ardından doğaçlama gaddarlık dansı ettiler.
Dansın ortasında Forrest doğrularak itiraz etti. Ayrıca Lute’a belirgin bir şekilde ve özel olarak göz kırpma suçunu işledi.
“Kahraman!” diye haykırdı. “Onu unutmayın. Onu çiçeklerle taçlandırın.”
Bunun üzerine Bert vazoda bulunan ve bir gün önceden beri değişmemiş olan çiçeklerle taçlandırıldı. Erken çıkan lalelerin suya bulanmış ıslak sapları, Lute’un enerjik koluyla kulağının altından boynuna uzanınca Forrest kaçtı. Kovalamacanın yarattığı karmaşanın gürültüsü koridorda yankılandı ve erkeklerin odasına inen merdivenlerde kayboldu. Forrest kendini topladı ve sırıtarak Büyük Ev’in içinde şakır şakır sesler çıkararak ilerledi.
Tuğla duvarlı ve çatıları İspanyol kiremitleriyle yapılmış, yeşillikler ve erken açan çiçeklerle kaplı iki avludan geçti. Yaşadığı eğlenceden dolayı hâlâ nefes nefese bir halde evde kendi yaşadığı kanada ulaştı ve sekreterini onu beklerken buldu.
“Günaydın, Bay Blake,” diye selamladı onu. “Geciktiğim için özür dilerim.” Bileğindeki saate baktı. “Ancak, sadece dört dakika gecikmişim. Daha erken ayrılamadım.”
4. Bölüm
Forrest dokuzdan ona kadar kendini sekreterine teslim ederek, eğitimli dernek üyeleri ve her türlü üreme ve tarım kuruluşunu içeren, küçük iş adamlarından yardım almadan gerçekleştirebilmek için gece yarısına kadar onları oturmaya zorlayabilecek bir mektup hazırlattı.
Zira Dick Forrest, kendisinin kurduğu ve içten içe çok gurur duyduğu bir sistemin merkeziydi. Önemli mektupları ve belgeleri düzensiz el yazısıyla imzalıyordu. Diğer tüm mektuplar, o bir saat içinde çok sayıda mektuba verilecek cevapları ve diğer birçok mektubun cevabına ilişkin formülleri not alan Bay Blake tarafından kaşeyle mühürleniyordu. Bay Blake’in kişisel görüşü, patronundan daha uzun çalışma saatleri olduğu yönündeydi ama aynı şekilde, yine kişisel olarak, patronunun başkalarına yapacak iş bulma konusunda harika olduğunu düşünüyordu.
Saat tam onu vurduğunda, Forrest’ın gösteri müdürü Pittman ofise girerken Blake, bir dosya mektup, bir tomar belge ve gramofon silindirleriyle kendi ofisine çekildi.
Saat ondan on bire kadar bir dizi müdür ve ustabaşı gelip gitti. Hepsi de özlü konuşma ve zamandan tasarruf konusunda çok disiplinliydi. Dick Forrest’ın onlara öğrettiği şekilde, onunla geçirilen dakikalar, düşünme dakikaları değildi. Rapor vermeden veya öneride bulunmadan önce hazırlanmış olmaları gerekiyordu. Sekreter yardımcısı Bonbright her zaman onda gelir, Blake’in yerine geçerdi ve Forrest’ın hemen yanı başında durup, uçan kalemiyle hızla gelişen soru cevap değişimini, açıklamaları, önerileri ve planları not alırdı. Bu steno3 notlar, deşifre edilip iki kopya halinde daktiloyla yazıldıktan sonra müdürlerin ve ustabaşlarının kâbusu, hatta bazı durumlarda can düşmanı haline gelirdi. Çünkü bir kere, Forrest’ın olağanüstü bir hafızası vardı; ikincisi bunun değerini, yine Bonbright’ın notlarına atıfta bulunarak kanıtlama eğilimindeydi.
Bir müdür beş on dakikalık bir görüşmenin sonunda çoğu zaman terlemiş, eli ayağı kesilmiş ve bitkin bir halde çıkıyordu. Ama tam bir saat boyunca, Forrest gerilimli bir ortamda