Hanımefendinin sözleri biraz sertti. Ancak sözlerinin rahatsız ediciliği açısından bakılırsa, pek o kadar dehşet verici de denemezdi. Hanımefendi, kendisinin de akıl sahibi olduğunu karşısındakine tasdik ettirerek gururu dışa vuracak kadar modern biri değildi. Ondan ziyade derinlerde saklı bir kalbe daha fazla önem veriyor gibiydi.
17
Daha diyeceklerim vardı. Ancak hanımefendi tarafından şımarıkça mantık dalaşına giren bir erkek gibi algılanırsam iyi olmaz diye düşünüp kendimi tuttum. Hanımefendi içip bitirdiğim çay kupasının dibine gözlerini dikmiş olan beni rahat ettirmek istercesine, “Bir bardak daha alır mısınız?” dedi.
Hemen bardağı uzattım.
“Kaç tane olsun? Bir, iki?”
Garip bir aletle küp şekerleri alan hanımefendi, yüzüme bakarak çay kupasına atacağı şeker sayısını soruyordu. Hanımefendinin tavırları beni şımartır cinsten olmasa da az önce sarf ettiği sert sözlerinin şiddetini silmeye yetecek kadar nezaket içeriyordu.
Konuşmadan çayı içtim. İçip bitirince de konuşmadım.
Hanımefendi, “Derin bir sessizliğe bürünüverdiniz,” dedi.
“Bir şeyler demeye kalksam yine ‘Felsefe yapmaya başladınız,’ diye azarlayacak gibi duruyorsunuz da ondan,” diye karşılık verdim.
Hanımefendi bu sefer, “Yok daha neler,” dedi.
Bu vesileyle tekrar sohbete koyulduk. Derken mevzu döndü dolaştı yine ikimizin de ortak ilgi alanı olan hocama geldi.
“Hanımefendi, müsaade ediniz de az önceki sözlerime biraz daha devam edeyim. Hanımefendiye boş bir safsata gibi görünse de öyle havai şeyler söyleyecek değilim çünkü.”
“Buyurun o zaman.”
“Şimdi aniden kaybolsanız hocam hayatına şimdiki gibi devam edebilir mi?”
“Nereden bileyim yahu, siz de! Onu ancak hocanıza sorup öğrenebilirsiniz. Bana sorulacak soru mu bu şimdi?”
“Hanımefendi, ben ciddiyim. Lütfen kaçamak değil, samimi bir cevap verin.”
“Samimiyim. Hakikaten bilmiyorum.”
“Peki, hanımefendi hocamı ne kadar seviyorlar? Hocama değil size sorulması gereken bir soru olduğundan doğrudan size soruyorum.”
“Sormasanız olmuyor mu böyle şeyleri?”
“Böyle aşikâr bir meseleyi sormak bile abesle iştigal mi demek istiyorsunuz?”
“Bir bakıma.”
“Bu âna kadar hocama bağlı olan sizin ani bir yokluğunuzda, hocam ne yapar ki? Bu dünyadan hiçbir nasibi olmayan hocam sizin ani yokluğunuz sonrası ne yapar, ne eder? Hocamın gözünden değil de sizin gözünüzden… Sizin bakış açınızla, hocam bahtiyar mı olur mahzun mu olur?”
“O kadarı benim gözüme de aşikâr. O belki öyle düşünmüyordur ama hocanız benden ayrılırsa muhakkak üzülür. Belki de yaşayamaz bile. Yeri gelmişken, övünmek gibi olacak ama elimden geldiği kadarıyla kendisini mutlu ettiğime inanıyorum. Hiç kimse onu benim kadar mutlu edemez diye düşündüğüm bile oluyor. O yüzden içim böyle rahat ya.”
“Ben de bu sadakatin hocamın gönlüne kadar işlediğine inanıyorum o zaman.”
“Orası başka.”
“Yani hocam sizi sevmiyor mu demek istiyorsunuz?”
“Beni sevmediğini sanmam. Beni sevmemesini gerektirecek bir sebep yok. Ne var ki hoca bu alemi sevmiyor, biliyorsunuz. Dünyadan ziyade son zamanlarda insanlıktan nefret eder oldu ya, bu yüzden bu insanlığın içinde bir fert olarak beni de sevmesi beklenemez değil mi?”
Sonunda hanımefendinin sevilmemek derken neyi kastettiğinin idrakine varmıştım.
18
Hanımefendinin ferasetinden etkilenmiştim. Tavrının eski tarz Japon hanımlarınkine benzememesi de dikkatimi çeken hususlardan biriydi. Hanımefendi, o dönem revaçta olan yeni kelimelerin de hemen hiçbirini kullanmamıştı.
Ben, bir hanımla derin bir ilişki tecrübesinden yoksun, saf bir gençtim. Bir erkek olarak şahsen, karşı cinse yönelik bir içgüdüyle, kadını genellikle ihtirasın hedefi olarak hayal ederdim. Fakat bu özlenen bahar bulutlarını seyre dalan birinin ruh hali gibi boş bir hayalden öte bir şey değildi. O yüzden gerçek bir kadının önüne çıkınca hislerimin birden değiştiği olurdu ara sıra.
Karşıma çıkan kadının cazibesine kapılmak yerine, duruma göre garip bir ters tepki verme hissine kapılırdım. Hanımefendiye karşı hiç öyle hislerim olmadı. Normalde kadın ve erkek arasında mevcut olan zihniyet farkı düşüncesi de bende hiç oluşmamıştı. Hanımefendinin bir kadın olduğunu unutmuştum. Kendisini sadece hocamın dürüst bir eleştirmeni ve dert ortağı olarak görüyordum.
“Hanımefendi, size ‘Hocam neden biraz daha dünyevi alanda faal olmuyor?’ diye sorduğumda bir şeyler söylemiştiniz. Önceden öyle değildi diye.”
“Evet, söyledim. Gerçekten öyle değildi de ondan.”
“Nasıldı peki?”
“Sizin arzu ettiğiniz ve benim de arzu ettiğim gibi imrenilecek bir insandı.”
“Neden aniden değişiverdi o zaman?”
“Aniden değil, yavaş yavaş böyle olup çıktı.”
“Hanımefendi bu süreç boyunca hep hocamla birlikte miydiler?”
“Tabii ki birlikteydim. Karı kocayız zira.”
“O zaman hocamdaki değişikliğin sebebini tamamen biliyor olmalısınız, değil mi?”
“İşte orası sorun ya. Size bile böyle söyletmek acı veriyor lakin ne kadar düşünsem boşuna. Kendisine kaç kere ‘Hadi içini dök artık,’ diye yalvardım, bilmiyorum.”
“Hocam ne buyurdular?”
“‘Söyleyecek bir şey yok. Endişelenecek bir şey yok. Böyle mizaçta birisi oluverdim işte,’ demekle yetinip konuşmaya yanaşmıyor.”
Susmuştum. Hanımefendi de konuşmasını yarıda bıraktı. Odasında duran hizmetçi kızdan çıt çıkmıyordu. Hırsız meselesini tamamen unutmuştum.
“Benim bunda sorumluluğum olduğunu düşünüyor musunuz?” diye hanımefendi aniden sordu.
“Hayır,” diye cevapladım.
Hanımefendi, “Lütfen hiçbir şey saklamadan söyleyin. Sizi öyle düşündürmek, gönlümü parçalarcasına bir acı verir bana çünkü,” diye devam etti. “Hocanız için elimden gelenin hepsini yapmışımdır herhalde.”
“Bunu hocam da tasdikliyor olduğundan, burada sorun yok. Müsterih olunuz, sizi temin ederim.”
Hanımefendi maltızın küllerini eşeledi. Ardından sürahiden çaydanlığa su koydu. Çaydanlığın fokurtusu hemen diniverdi.
“Sonunda dayanamayıp kendisine sordum: ‘Bir kabahatim varsa çekinmeden söyleyin, düzeltebileceğim bir kusursa düzeltirim.’ O da, ‘Sizde ne kusuru olacak, kusur sadece bende,’ dedi. O öyle deyince de çaresiz ve gözüm yaşlı, ‘Ne kabahatim oldu?’ diye tekrar tekrar sorasım geliyordu.”
Hanımefendinin gözleri yaşlarla dolmuştu.
19
Hanımefendi önceleri gözümde ferasetli biriydi. Sohbetlerimiz devam ettikçe ise gözümde giderek farklı bir çehreye bürünüyordu. Hanımefendi bir yandan benim fikirlerimi