O zayıflık ânı geçmişti. Wallander sinirlenmeye başladı. Irene’den onu Höglund’a bağlamasını istedi. Önce Holgersson’dan başlayıp, tavrının kabul edilemez olduğunu söyleyip geçmeliydi aslında. Fakat karşı taraf açamadan telefonu kapattı. İkisiyle de konuşmak istemiyordu. Onun yerine Sten Widén’in numarasını çevirdi. Widén telefonu açana kadar Wallander aradığına pişman olmuştu. Fakat Widén’in gazetedeki resmi görmediğinden emin sayılırdı.
“Sana gelmeyi düşünüyordum,” dedi Wallander. “Tek sorun, arabam tamircide.”
“İstersen seni alabilirim.”
Akşam saat yedi diye sözleştiler. Wallander viski şişesine doğru baktı ama şişeye dokunmadı.
Zil çaldı. Wallander yerinden sıçradı. Hayatında hiç kimse çat kapı evine gelmemişti. Herhâlde bir şekilde adresini bulan bir gazeteci olmalıydı. Wallander viskiyi dolaba koyup kapıyı açtı. Fakat gelen bir gazeteci değil Höglund’du.
“Müsait misin?”
Wallander içeri girebilmesi için kenara çekildi, kadın nefesinden alkol kokusu almasın diye yüzünü yana çevirdi. Oturma odasında oturdular.
“Hastayım,” dedi Wallander. “Daha fazla çalışmaya enerjim kalmadı.”
Höglund başıyla onayladı fakat Wallander ona zerre kadar inanmadığının farkındaydı. İnanması için bir sebep yoktu. Herkes bilirdi ki Wallander ne kadar üşütürse üşütsün, hasta olursa olsun, ateşi çıkarsa çıksın çalışmaya devam ederdi.
“Nasılsın, nasıl gidiyor?” dedi.
Zayıflık ânı geçti, diye düşündü Wallander. Şimdilik geri çekilmiş olsa da orada olduğunu biliyorum. Ama sana belli etmeyeceğim.
“Gazetedeki resimden söz ediyorsan, kötü göründüğünün farkındayım. Öte yandan, bir gazeteci nasıl olur da kimseye çaktırmadan sorgu odalarımızın önüne kadar girebilir?”
“Lisa çok endişeli.”
“Beni dinlemek zorunda,” dedi Wallander. “Bana arka çıkmak zorunda, gazetede okuduklarına hemen inanmanın aksine yani.”
“Resimde gördüğü şeyi göz ardı edemez.”
“Etsin demiyorum zaten. Kıza vurdum ama sırf annesinin üstüne abandığı için yaptım.”
“Onların hikâyesi daha farklı, biliyorsun.”
“Yalan söylüyorlar. Belki sen de onlara inanıyorsundur?”
Höglund hayır anlamında başını salladı. “Asıl mesele onların yalan söylediğini nasıl ispatlayacağımız.”
“Arkasında kim var?”
Höglund hızlı ve kararlı bir şekilde cevap verdi. “Annesi. Bence kadın çok zeki. Kamuoyunun dikkatini kızının yaptıklarından uzaklaştırmak için dikkat dağıtıcı bir fırsat yakaladı. Hökberg de artık ölü olduğuna göre artık her şeyi ona yıkmaya çalışacaklar.”
“Kahrolası bıçağı yıkamazlar.”
“Ah, yıkarlar, yıkarlar. Her ne kadar Persson’un yardımıyla bulunsa da bıçağı Lundberg’e saplayan Hökberg’di diyebilirler.”
Höglund haklıydı. Ölüler konuşamazdı. Bir de kızı bir tokatla yere sermiş polisin renkli bir fotoğrafı vardı. Resim biraz silikti ama yine de her şey ortadaydı.
“Savcılık acil bir soruşturma açılmasını talep etti.”
“Hangi savcı?”
“Viktorsson.”
Wallander onu sevmezdi. Ağustostan beri Ystad’daydı ama Wallander çoktan adamla bir iki kez sürtüşmüştü.
“Benim sözlerime karşılık onların ifadesi.”
“Ve iki kişiler tabii.”
“Garip olan şu ki Persson annesini sevmiyor bile,” dedi Wallander. “Onunla konuştuğum zaman bu oldukça barizdi.”
“Reşit olmamasına ve hapse girmeyecek olmasına rağmen, başının büyük belada olduğunu fark etmiş olmalı. Dolayısıyla annesiyle geçici bir ateşkes imzaladı.”
Wallander bu konu hakkında konuşmaya daha fazla devam edemeyeceğini birdenbire fark etti. Şu anda yapamayacaktı.
“Sen neden geldin?”
“Hasta olduğunu duydum.”
“Ölüm döşeğinde değilim. Yarın işe döneceğim. Onun yerine bana Persson ile konuşmandan ne öğrendiğini anlat.”
“Hikâyesini değiştirdi.”
“Ancak Hökberg’in öldüğünü biliyor olamaz?”
“Garip olan da bu işte.”
Wallander’in, Höglund’un söylediklerini idrak etmesi zaman aldı. Derken kafasına dank etti. Höglund’un suratına baktı.
“Aklında bir fikir var?”
“Bir insan neden ifadesini değiştirir? Persson, onu sorguya çekmeye başladığımda Hökberg’in öldüğünü biliyor olamazdı. Ancak o zaman ifadesini tamamen değiştirdi. Birden, artık ‘her şeyi Hökberg yaptı’ oldu. Persson masummuş. Taksiciyi soyma niyetleri hiç yokmuş. Rydsgård’a gitmiyorlarmış. Hökberg esas, Bjäresjö’de yaşayan amcasını ziyaret etmeyi önermiş.”
“Öyle biri var mı?”
“Aradım. Adam yeğenini beş altı yıldır görmediğini söyledi.”
Wallander uzun uzun düşündü. “O hâlde tek bir açıklaması var,” dedi. “Persson, Hökberg’in itiraz edemeyeceğinden emin olmasa asla ifadesini tamamen değiştirip yepyeni bir hikâye uydurmazdı.”
“Ben de başka bir açıklama bulamıyorum. Doğal olarak ona neden bunları daha baştan söylemediğini sordum.”
“Ne cevap verdi?”
“Bütün suçun Sonja’nın üstüne kalmasını istemediğini.”
“Arkadaş oldukları için?”
“Evet.”
İkisi de bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Bunun tek bir açıklaması olabilirdi: Persson, Hökberg’in öldüğünü biliyordu.
“Ne düşünüyorsun?” diye sordu Wallander.
“İki ihtimal var diyorum. Birincisi Hökberg, emniyetten çıktıktan sonra Persson’u aramış olabilir. İntihar etmeyi planladığını söylemiş olabilir.”
“Düşük bir ihtimal.”
“Bence de çok düşük. Bence Persson’u aramadı. Bence başka birisini aradı.”
“O da sonra Persson’u aradı ve ona Hökberg’in öldüğünü söyledi?”
“Mümkün.”
“Demek ki Persson, Hökberg’i kimin öldürdüğünü biliyor olabilir. Cinayet olduğunu varsayarsak.”
“Başka bir şey olabilir mi ki?”
“Emin değilim ama otopsi sonucunu beklemek zorundayız.”
“İlk genel raporu almaya çalıştım ama sanırım yanmış ceset üstünde çalışmak zaman alıyor.”
“Umarım