Uyandığında sanki sadece birkaç dakika uyumuş gibi hissetti. Yutkunmaya çalıştı. Boğazı hâlâ ağrıyordu ama bir önceki güne göre daha iyiydi. Alnına dokundu. Ateşi düşmüştü ama burnu tıkalıydı. Wallander banyoya gitti, burnunu temizledi, aynadaki yansımasına bakmadı. Yorgunluktan bütün vücudu ağrıyordu. Kahve suyunun ısınmasını beklerken camdan dışarıya baktı. Hava hâlâ rüzgârlıydı ama yağmur bulutları kaybolmuştu. Hava 5 dereceydi. Araba işini halletmeye ne zaman fırsat bulabileceğini düşündü.
Sabah sekizi biraz geçerken emniyetteki toplantı odalarından birinde toplandılar. Wallander; Martinson ve Hansson’un yorgun yüzlerine baktı ve kendi yüzünün kim bilir nasıl gözüktüğünü merak etti. Saatlerdir uyumadığını bildiği Lisa Holgersson hiç solgun görünmüyordu. Toplantıyı başlatan da oydu.
“Dün geceki, Skåne’yi vuran elektrik kesintisinin, gelmiş geçmiş en ciddi elektrik kesintisi olduğu gerçeğini açık ve net bir şekilde ortaya koymamız gerekir. Bu, güvenlik açığımızın boyutunu gösteriyor. Yaşanan şeyler imkânsız gibiydi ama yine de yaşandı. Şimdi yetkililer, enerji şirketleri ve kolluk kuvvetleri güvenlik önlemlerinin nasıl artırılabileceğini tartışmak zorunda kalacak. Şimdilik bu kadarını söyleyeyim.”
Devam etmesi için Wallander’e başıyla işaret verdi. Wallander olayların kısa bir özetini geçti.
“Bir başka deyişle, ne olduğunu bilmiyoruz,” dedi sonunda. “Kaza mı, intihar mı, cinayet mi bilmiyoruz, ancak kaza ihtimalini eleyebiliriz. Kız ya yalnızdı ya da dış kapıları kırarken biriyle birlikteydi. Görünüşe göre anahtarlara da erişimleri vardı. Her şey en uygun tabirle tuhaf.”
Masanın etrafına toplanan diğer arkadaşlarına şöyle bir baktı. Martinson birçok polis arabasının, Hökberg’i ararken trafoya giden yoldan farklı saatlerde geçtiklerini rapor etmişti.
“O zaman şuraya geliyoruz,” dedi Wallander. “Birisi onu oraya arabayla götürdü. Oralarda hiç araba izi bulundu mu?”
Soruyu, masanın karşı ucunda kan çanağına dönmüş gözler ve karmakarışık saçlarla oturan Nyberg’e yöneltmişti. Wallander adamın emekliliği nasıl iple çektiğini iyi biliyordu.
“Bizim arabalar ve Andersson’un arabası dışında, iki araca daha ait iz bulduk. Ancak dün gece müthiş bir yağmur vardı, izler pek net değildi.”
“Yani oraya iki araba daha mı gelmiş?”
“Andersson içlerinden birinin, meslektaşı Moberg’e ait olabileceğini düşünüyor. Hâlâ kontrol ediyoruz.”
“O hâlde bir lastik izinin sahibi meçhul?”
“Evet.”
Şu noktaya değin tek kelime etmeyen Ann-Britt Höglund burada elini kaldırdı.
“Bu olayın cinayetten başka bir şey olma ihtimali var mı?” dedi. “Hepiniz gibi ben de Hökberg’in intihar edeceğine inanmıyorum. Ayrıca hayatını sonlandırmaya karar vermiş dahi olsa kendini yakarak öldürmeyi seçeceğini hayal edemiyorum.”
Wallander’in aklına birkaç yıl önce yaşanan bir olay geldi. Orta Amerika’dan genç bir kadın kolza tarlasının ortasında üstüne benzin döküp kendini yakmıştı. Wallander’in en korkunç anılarından biriydi bu. Kendisi de oradaydı, kızın alev alışını görmüştü ve hiçbir şey yapamamıştı.
“Kadınlar hap içer,” dedi Höglund. “Kadınlar nadiren kendilerini silahla vurur. Ama kendilerini yüksek gerilim hattına atacaklarını sanmıyorum.”
“Sanırım haklısın,” dedi Wallander. “Yine de patoloğun raporunu beklemek zorundayız. Dün gece oraya giden hiçbirimiz ne olduğunu saptayamadık.”
Başka soru soran olmadı.
“Anahtarlar,” dedi Wallander. “Hiçbir anahtarın çalınmamış olduğundan emin olmalıyız. Odaklanmamız gereken şey bu.”
Martinson anahtarları kontrol etme işini üstlenmeye gönüllü oldu. Toplantıyı bitirdiler, Wallander odasına gitti, giderken kendine bir fincan kahve aldı. Telefon çalıyordu. Arayan danışmadan Irene’di.
“Birisi seni görmek istiyor,” dedi.
“Kimmiş?”
“Adı Enander, kendisi doktor.”
Wallander zihnini taradı ancak bir sima canlandıramadı. “Onu başka birisine yolla.”
“Denedim ama ille de seninle konuşmak için ısrar ediyor. Acil olduğunu da söylüyor.”
Wallander iç geçirdi. “Birazdan oradayım,” dedi ve telefonu kapattı.
Danışmada bekleyen adam orta yaşlı ve kısa saçlıydı, eşofman giymişti. Sıkı sıkı tokalaşması Wallander’in dikkatini çekti. Adam isminin David Enander olduğunu söyledi.
“Çok meşgulüm,” dedi Wallander. “Dün geceki elektrik kesintisi büyük keşmekeşe yol açtı. Sadece iki dakikam var. Benimle hangi konuda görüşmek istemiştiniz?”
“Bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum.”
Wallander adamın devam etmesini beklediyse de adam devam etmedi. Birlikte odasına yürüdüler. Enander’in oturduğu koltuktaki kolçak yerinden çıktı.
“Ziyanı yok,” dedi Wallander. “Zaten kırıktı.”
Enander hemen sadede geldi. “Buraya Tynnes Falk’la alakalı geldim.”
“Bildiğimiz kadarıyla o dosya kapandı. Adam doğal sebeplerden öldü.”
“Benim de konuşmak istediğim yanlış anlaşılma buydu,” dedi Enander, bir eliyle kısacık saçlarını kaşıyarak.
Wallander adamın endişeli olduğunu fark etti. “Dinliyorum.”
Enander acele etmedi. Kelimelerini düşünerek seçti. “Uzun yıllardır Falk’ın hekimiyim. İlk kez 1981 yılında hasta olarak geldi, yani 15 yıldan uzun zaman geçmiş. Bana ilk defa ellerindeki alerjik bir kızarıklık için gelmişti. O yıllarda hastanede dermatoloji bölümünde çalışıyordum ama sonra 1986 yılında kendi muayenehanemi açtım, Falk oraya da geldi. Nadiren hastalanırdı. Alerjik sorunları ortadan kalkmıştı ama düzenli kontrollerini yaptırdım. Falk sağlık durumunu düzenli olarak kontrol eden biriydi. Kendine çok iyi bakardı. Sağlıklı beslenirdi, egzersiz yapardı ve çok düzenli alışkanlıkları vardı.”
Wallander, Enander’in lafı nereye getirmeye çalıştığını merak ettiği için sabırsızlanmaya başladı.
“O öldüğünde ben şehir dışındaydım,” dedi Enander. “Olayı dün gece öğrendim.”
“Nereden duydunuz?”
“Eski karısı beni aradı.”
Wallander devam etmesi için adama doğru başını salladı.
“Ölüm sebebinin büyük bir koroner kalp yetmezliği olduğunu söyledi.”
“Bize öyle dediler.”
“Durum şu ki bu imkânsız.”
Wallander kaşlarını kaldırdı. “Nedenmiş?”
“Daha on gün gibi kısa bir süre önce, Falk’a kapsamlı bir sağlık muayenesi yaptım. Kalbi çok iyi durumdaydı. 20 yaşındaki bir insan kadar sağlamdı.”
Wallander bunu enine boyuna düşündü. “Yani ne söylemek istiyorsunuz? Patologlar bir hata mı yaptı?”
“Son