Ystad’da Norman soyadı olan dört aile vardı ama Wallander, Martinson’un kâğıtları arasında gördüğü adresi hatırlıyordu. Lena Norman ve annesi hastanenin kuzeyinde, Käring Caddesi’nde oturuyorlardı. Babasının adı Bertil Norman’dı ve adının hemen yanı başında da CEO yazılıydı. Wallander, Bertil Norman’ın prefabrik evlere ısınma tesisatı kuran bir şirketin sahibi olduğunu biliyordu.
Numarayı çevirdi, telefonu bir kadın açtı. Wallander elinden geldiğince dostça bir sesle konuşmaya çalışarak kendisini tanıttı. Kadını endişelendirmek istemiyordu. Özellikle mesai saatinden sonra polisin telefon etmesinin ne denli kaygı verici bir şey olduğunu bilirdi.
“Lena Norman’ın annesiyle mi görüşüyorum?”
“Ben Lillemor Norman.”
Wallander bu adı hatırlamıştı.
“Aslında sizi yarın sabah da arayabilirdim,” dedi. “Ama öğrenmem gereken bir şey var ve polisler ne yazık ki yirmi dört saat çalışıyor.”
Kadın endişelenmemişti. “Size nasıl yardım edebilirim? Ya da kocamla konuşmak ister misiniz? Hemen çağırırım. Oğlumuzun matematik ödevine yardım ediyor.”
Kadının yanıtı Wallander’i şaşırtmıştı. Okullarda hâlâ ev ödevi verildiğini bilmiyordu.
“Buna gerek yok,” dedi. “Ben yalnızca Lena’nın el yazısını merak ediyorum. Ondan gelen herhangi bir mektup var mı yanınızda?”
“Kartpostallar dışında mektup falan gelmedi. Polisin bunu zaten bildiğini sanıyordum.”
“Ben eskiden yazmış olduğu bir mektup demek istemiştim.”
“Bunu neden istiyorsunuz?”
“Rutin çalışmalarımızdan biri yalnızca. Bazı el yazısı örnekleriyle kıyaslamamız gerekiyor. O kadar önemli bir şey değil.”
“Polisler böylesine önemsiz konular için de mi insanları gece yarıları arayıp rahatsız eder?”
Eva Hillström korkuyor, diye geçirdi içinden Wallander. Öte yandan Lillemor Norman her şeyden kuşkulanıyor.
“Acaba bana yardım edecek misiniz?”
“Lena’dan gelen birçok mektup var.”
“Bir tane yeter de artar bile. Yarım sayfa bile olsa yeter.”
“Bulurum. Acaba birini gönderip aldırabilir misiniz?”
“Ben kendim geleceğim. Yirmi dakika sonra oradayım.”
Wallander telefon rehberini yeniden aldı. Simrishamn’da oturan “Boge” adında yalnızca tek bir kişi vardı. Bir muhasebeci. Wallander numarayı çevirip telefonun açılmasını sabırsızlıkla bekledi. Tam kapatmak üzereyken telefon açıldı.
“Klas Boge.”
Telefona yanıt veren ses oldukça gençti. Wallander bunun Martin Boge’nin kardeşi olabileceğini düşündü. Ona kendisini tanıttı.
“Annen baban evde mi?”
“Hayır ben yalnızım. Golf kulübünün yemeğine gittiler.”
Wallander konuşmayı sürdürüp sürdürmemesi gerektiğini kestirememişti ama delikanlı ona yeterince olgun biri gibi gelmişti.
“Ağabeyin Martin sana hiç mektup yazdı mı? Onun yazdığı herhangi bir şeyi saklamış olabilir misin?”
“Bu yaz bir şey yazmadı.”
“Daha önce?”
Delikanlı bir an düşündü. “Geçen yıl Amerika’dan bana yolladığı mektup var.”
“El yazısıyla mı yazılmıştı?”
“Evet.”
Wallander, Simrishamn’a arabayla ne kadar sürede gidebileceğini hesapladı. Belki de ertesi sabahı beklese daha iyi olacaktı.
“Neden ağabeyimin mektuplarını istiyorsunuz?”
“Onun el yazısını görmemiz gerekiyor.”
“İstiyorsanız hemen fakslayabilirim size.”
Delikanlı oldukça pratikti. Wallander emniyetteki fakslardan birinin numarasını verdi.
“Bu konudan ailene söz etsen iyi olur,” dedi.
“Şimdi yatmayı düşünüyordum. Onlar geç gelecek.”
“Peki onlara yarın söyler misin?”
“Martin mektubu bana yollamıştı.”
“Yine de söylersen sevinirim,” dedi Wallander sabırla.
“Martin ve diğerleri yakında dönecekler,” dedi delikanlı. “Bayan Hillström’ün neden bu denli kaygılandığını anlayamıyorum doğrusu. Bizi her gün arıyor.”
“Sizinkiler endişeli değil mi?”
“Bana sorarsanız Martin’in gitmesinden memnunlar. En azından babam çok memnun.”
Wallander delikanlının sözünü sürdürüp sürdürmeyeceğini şaşkınlıkla bekledi ama sürdürmedi.
“Yardımların için teşekkürler,” dedi Wallander sonunda.
“Her şey oyun gibiydi,” dedi delikanlı.
“Ne demek istiyorsun?”
“Farklı bir zaman boyutuna geçtiklerini varsayıyorlardı. Erişkin insanlar olmalarına karşın maskeli baloya gider gibi giyiniyorlardı.”
“Ne demek istediğini anlayamadım,” dedi Wallander.
“Tiyatro oynuyorlarmış gibi rol yapıyorlardı ama onlarınki gerçekti. Aslında var olmayan bir şeyi bulmak için Avrupa’ya gitmiş olabilirler.”
“Yani bu onlar için oldukça doğal bir şey, öyle mi? Bana kalırsa Yaz Dönümü Bayramı kutlaması oyun gibi bir şey değil. Diğer partilerde olduğu gibi yemek yenir, dans edilir.”
“Ve de içki içilir,” dedi delikanlı. “Ama kostüm giyildiğinde başka bir şeylerin de söz konusu olması gerekmez mi?”
“Onlar böyle mi yapmışlardı?”
“Evet ama daha fazlasını bilmiyorum. Bu onların kimseye söylemek istemediği bir sırdı. Martin bu konuda hiç ağzını açmadı.”
Wallander delikanlının anlattıklarını tam olarak anlayamamıştı. Saatine baktı. Lillemor Norman kendisini bekliyordu.
“Yardımların için teşekkürler,” dedi konuşmaya son noktayı koyarak. “Ailene aradığımı ve sana söylediklerimi aktarmayı unutma.”
“Tabii,” diye karşılık verdi delikanlı.
Üç farklı tepki söz konusu, diye geçirdi içinden Wallander. Eva Hillström korkuyor. Lillemor Norman alabildiğine kuşkulu. Martin Boge’nin ailesiyse oğulları gittiği için huzura kavuşmuşlar ve kardeşi de ana babasının evde olmalarını istemiyor. Ceketini giyip dışarı çıktı. Binadan çıkarken çamaşırhaneye uğrayıp cuma günü için kendisine bir makine ayırttı.
Käring Caddesi çok uzak olmamakla birlikte arabasına bindi. Doktorun verdiği spor biraz daha bekleyebilirdi. Bellevuevägen’den Käring Caddesi’ne saptı, iki katlı beyaz bir binanın önünde durdu. Bahçe kapısını açarken Lillemor Norman kapıyı açtı. Eva Hillström’ün tersine Lillemor Norman oldukça sağlıklı görünüyordu. Martinson’un dosyasındaki fotoğrafları gözünün önüne