“Bir başka deyişle, kızın kim olduğunu bilmiyoruz,” dedi Wallander. “Ve onun neden kaçtığını da.”
Hansson şaşkınlıkla baktı.
“Neden bir şeyden kaçtığını düşünüyorsun?”
“Korkuyordu,” dedi Wallander. “Tarlada gizleniyordu. Polis geldiğinde de kendini yakmaya karar verdi.”
“Kızın ne düşündüğünü bilemeyiz,” dedi Hansson. “Sana korkmuş gibi gelmiş de olabilir.”
“Hayır,” dedi Wallander. “Korkunun ne olduğunu bilebilecek kadar çok korku gördüm ben.”
Ambulans ekibinden biri yanlarına yaklaştı.
“Yaşlı adamı hastaneye götürüyoruz. Durumu hiç iyi değil.”
Wallander tamam dercesine başını salladı.
Kısa süre sonra da adli tıp ekibi arabalarıyla geldi. Wallander cesedin yerini onlara göstermeye çalıştı.
“Bence eve gitsen iyi olacak,” dedi Höglund. “Bu akşam yeterince kötü olaya tanık oldun.”
“Hayır. Kalacağım.” Wallander her şey bitinceye kadar kalmaya karar vermişti.
Dumanlar azalıp sekiz buçuğa doğru yangın tam olarak sönünce Peter Edler artık tarlaya gidip incelemelerine başlayabileceklerini söyledi. Hava henüz tam olarak kararmamasına karşın Wallander projektörlerin getirilmesini istedi.
“Orada cesedin dışında başka bir şeyler de olabilir,” dedi Wallander. “Dikkatli olun. Bu akşam burada işi olmayanlar geride kalsın.”
Sonra da yapmak zorunda olduğu şeyi aslında yapmak istemediğini düşündü. Aslında o anda arabasına atlayıp olay yerinden uzaklaşmak ve sorumluluğu diğerlerine bırakmayı çok istiyordu.
Tek başına tarlaya doğru gitti. Diğerleri oldukları yerde kalmış dikkatle onu izliyorlardı. Göreceklerinden ve midesindeki düğümün çözülmesinden korkuyordu.
Ceset düşündüğünden daha kötü görünüyordu. Ölmeden önce havaya kaldırdığı yanmış kolları kaskatı kesilmişti. Yüzü, saçları ve giysileri yanmıştı. Geriye yalnızca korku ve perişanlık yansıtan kül olmuş bedeni kalmıştı. Wallander arkasını dönerek simsiyah olmuş tarladan geçti. Bir an için bayılacağını sandı.
Adli tıp ekibi projektörlerin ışığı altında çalışmalarına başladılar. Yoğun ışık kümesinin çevresinde güveler uçuşuyordu. Hansson evin içindeki kötü kokunun gitmesi için mutfak penceresini ardına kadar açmıştı. Mutfak masasının çevresindeki sandalyeleri çekerek oturdular. Höglund’un önerisiyle kahve yapmaya karar verdiler.
“Filtre kahvesi yok, yalnızca Nescafe var,” dedi Höglund mutfakta tüm çekmecelere ve dolaplara baktıktan sonra. “İster misiniz?”
“Evet. Sert olsun da ne tür kahve olursa olsun.” Wallander fikrini belirttikten sonra etrafı incelemeye koyuldu.
Eski mutfak dolaplarının yanındaki sürmeli kapının yanı başındaki duvarda eski moda bir saat asılıydı. Wallander birden saatin çalışmadığını fark etti. Buna benzer bir saati Baiba’nın Riga’daki evinde gördüğünü hatırladı, onun da akreple yelkovanı hareket etmiyordu. Saat bir şeyden ötürü durmuş olmalı, diye geçirdi içinden. Sanki akreple yelkovan saati durdurarak zamanı geri çevirmeye çalışıyor gibiydi. Baiba’nın kocası, Riga limanında soğuk bir gecede öldürülmüştü. Tarladaki o zavallı kızcağız da kolza denizinde batan bir geminin içindeymişçesine hunhar bir şekilde yaşamına son vermişti.
Wallander genç kızın kendinden nefret ettiğini ve bu yüzden de acımasızca vücudunu ateşe verdiğini düşünüyordu. Genç kız ellerini kollarını sallayarak kendisine bağıran polisten kaçmıyordu. Kendinden kaçıyordu.
Masanın başında sessizce oturarak düşünüyordu. İş arkadaşları ona bakıyor ve işe başlamasını bekliyorlardı. Wallander pencereden projektörün güçlü ışığı altında teknisyenlerin cesedi incelediklerini görebiliyordu. Bir flaş patladı, bunu bir diğeri izledi.
“Cenaze işlerine haber veren oldu mu?” diye sordu birden Hansson.
Wallander sanki birisi kulağının dibinde bir şey patlatmış gibi irkildi. Hansson’un sorduğu bu basit soru, onu göz ardı etmeye çalıştığı gerçekle yüz yüze getirmişti.
Birkaç saat önce yaşadıkları gözlerinin önünden gitmiyordu. Olağanüstü güzellikteki İsveç yazının tadını çıkararak arabasını sürerken bir yandan da Barbara Hendricks’in kadife sesine kendisini kaptırmıştı. Sonra da kolza tarlasında karşısına ürkek bir hayvana benzeyen genç kız çıkıvermişti. Ve birden kendini bir karmaşanın içinde bulmuştu. Olmaması gereken şeyler olmuştu.
Cenaze işlerine bağlı bir ekip yola çıkmıştı.
“Prytz ne yapması gerektiğini biliyor,” dedi Martinson ve Wallander az önce adamın anımsamakta zorlandığı adını hatırladı.
Bir şeyler söylemesi gerektiğinin bilincindeydi.
“Şimdi bildiklerimize bir bakalım,” diye söze başladı. Deneyimli polis yaşadıklarını dile getirmekte güçlük çekiyordu. “Tek başına yaşayan yaşlı bir çiftçi sabahın erken saatlerinde kalkıyor ve kolza tarlasında bir kız görüyor. Tarladaki ürünün başına bir şey gelmesini istemediğinden de kıza seslenerek onu oradan uzaklaştırmaya çalışıyor. Kız gizleniyor, sonra yeniden ortaya çıkıyor ve bu oyun defalarca yineleniyor. Akşama doğru yaşlı çiftçi emniyete telefon ediyor. Polis arkadaşlarımız iki araba kazasıyla ilgilenmek için gittiklerinden zorunlu olarak ben buraya geliyorum. Dürüst olmam gerekirse yaşlı adamın anlattıklarına önce inanmamıştım. Salomonsson bana biraz kafası karışmış biri izlenimi verdiğinden oradan ayrılıp sosyal hizmetlerle bağlantı kurmaya karar vermiştim. Tam o sırada tarladaki kızı gördüm. Onunla konuşmaya çalıştım ama kaçtı. Sonra da plastik bir şişeyi kaldırarak başından aşağı benzini döktü ve çakmakla kendini yaktı. Gerisini biliyorsunuz. Kız yalnızdı, elinde bir şişe benzin vardı ve yaşamına son verdi.”
Ne söylemesi gerektiğini kestiremiyormuşçasına birden durdu. Kısa süre sonra da sözlerini bıraktığı yerden sürdürdü.
“Genç kızın kim olduğunu bilmiyoruz,” dedi. “Kendini neden öldürdüğünü de. Onu size tarif edebilirim ama hepsi bu kadar. Daha fazla bir şey bilmiyorum.”
Ann-Britt Höglund mutfak dolabından kahve fincanlarını çıkardı. Martinson arka bahçeye giderek işedi. Geri döndüğünde Wallander bildiklerini anlatmayı ve ne yapmaları gerektiğine dair sözlerini sürdürdü.
“Kızın kim olduğunu öğrenmeliyiz,” diye devam etti konuşmasına. “En önemli konu bu. Aslında bundan başka bir şey yapamayız. Siyahi bir kız olduğu için öncelikle mültecilere ve mülteci kamplarına bakmalıyız. Sonra da adli tıbbın bulgularını bekleyeceğiz.”
“Ama ne olursa olsun burada bir cinayet işlenmediğini biliyoruz,” dedi Hansson. “Dolayısıyla görevimiz kızın kimliğini ortaya çıkarmak olacak.”
“Mutlaka bir yerlerden buraya gelmiş olmalı,” dedikten sonra Höglund sözlerini sürdürdü. “Buraya kadar yürümüş mü? Bisikletle mi gelmiş? Arabayla mı? Benzini nereden almış? Bu ve buna benzer yanıtlanması gereken birçok soru var.”
“Ve neden burada?” diye ekledi Martinson. “Neden Salomonsson’un kolza tarlasında. Bu