Sabahın ikisinde evine gitti. Üstünde hâlâ kirli giysileri ve çamurlu botlarıyla kanepeye oturduğunda ancak o zaman kendini bıraktı. Bir duble viski hazırladı. Balkon kapısını ardına dek açtı, sonra bir çocuk gibi hıçkırıklarla ağlamaya başladı.
Kendini yakan kız çok gençti. Kızı Linda’yı anımsatmıştı ona.
Polis teşkilatında çalışmaya başladığı günden beri olay yerine her çağrıldığında kendisini hep en kötüsüne hazırlamayı öğrenmişti. Kendilerini asan, ağızlarına kurşun sıkan ya da kafalarını havaya uçuran insanlar görmüştü. Gördüklerine bir şekilde katlanmayı, sonra da bir kenara atmayı öğrenmişti. Ama kurbanlar genç ya da çocuk olduğunda bu öğrendiklerini ne yazık ki uygulayamıyordu. Öylesi zamanlarda kendisini işe yeni başlayan acemi bir polis gibi savunmasız hissederdi. Polislerin çoğunun da aynı şekilde tepki gösterdiğini biliyordu. Çocuklar ya da gençler vahşice öldüklerinde devreye giren savunma mekanizması işe yaramazdı, polis olarak çalışmayı sürdürdükçe de bunun kaçınılmaz olacağının farkındaydı.
Tarlayla birlikte genç kızın cayır cayır yanmasına tanık olduktan sonra kusmuştu. Ağzında kusmuklarla dehşet içinde Salomonsson’un yanına gitmişti. Yaşlı çiftçi gözlerini yanan tarlasından alamıyordu. Wallander çiftçiye telefonun nerede olduğunu sormuştu. Yaşlı adam söylenileni anlayamadığından ya da belki de duyamadığından Wallander adamcağızı eve doğru sürüklemek zorunda kalmıştı. Evin içi yıkanmamış yaşlı bir adamın sürdürdüğü yaşamın tuhaf kokusunu yansıtıyordu. Telefon holdeydi. Wallander 90 000 numarasını çevirdi, telefona yanıt veren santral memuru daha sonra onun son derece sakin bir sesle konuştuğunu söylemişti.
Alevler gökyüzüne yükselirken Wallander, Martinson’un evine telefon etti. Önce kızıyla konuştu, sonra da arka bahçede çimleri biçen Martinson’u telefona çağırmasını rica etti. Elinden geldiğince net bir şekilde olayı anlatarak Martinson’a Hansson’la Höglund’a haber vermesini söyledi. Telefonu kapattığında hemen mutfağa gidip yüzünü yıkadı. Dışarı çıktığında Salomonsson hâlâ aynı yerde duruyor ve boş gözlerle yanan tarlasına bakıyordu. Salomonsson’un komşuları arabalarıyla gelmişlerdi ama Wallander bağırarak yaklaşmamalarını söyledi onlara. Komşuların Salomonsson’a yaklaşmalarına bile izin vermemişti. Uzaklardan gelen itfaiye sirenlerini duydu. İtfaiyeden kısa süre sonra da iki polis arabasıyla ambulans geldi. İtfaiye erlerinin başında Wallander’in çok güvendiği Peter Edler vardı.
“Ne oldu?” diye sordu Peter Edler.
“Sonra anlatırım,” diye karşılık verdi Wallander. “Tarlada bir ceset var.”
“Ev tehlikede değil,” dedi Edler. “Söndürmeye başlayalım.”
Sonra Salomonsson’a dönerek traktör yoluyla tarlaların arasındaki hendeklerin genişliklerini sordu. Bu arada ambulansla gelen doktor yanlarına yaklaştı. Wallander onunla daha önce de karşılaşmıştı ama adını hatırlayamıyordu.
“Yaralı var mı?” diye sordu doktor.
Wallander başını hayır dercesine salladı.
“Bir kişi öldü,” dedi. “Tarlada.”
“O zaman cenaze arabası gerekecek,” dedi ambulansın şoförü. “Ne oldu?”
Wallander’in içinden yanıt vermek gelmiyordu. Bunun yerine orada bulunanların arasından en iyi tanıdığı polise, Norén’e döndü.
“Tarlada bir ceset var. Yangın sönünceye kadar bir şey yapamayız ama sonra cesedi oradan almalıyız.”
Norén tamam dercesine başını salladı.
“Kaza mı oldu?” Norén merakını gizleyememişti.
“İntihar,” dedi Wallander.
Birkaç dakika sonra Norén, Wallander’e kâğıt bardakta kahve uzatırken Martinson da olay yerine geldi. Wallander kahvesini almak için elini uzattığında elinin titrediğini şaşkınlıkla fark etti. Ann-Britt Höglund da Hansson’la birlikte gelmişti. Wallander olanları meslektaşlarına anlattı.
Sürekli aynı cümleyi kullanıyordu: Genç kız meşale gibi yandı.
“Bu korkunç bir şey,” dedi Höglund.
“Çok korkunçtu. Yapılacak hiçbir şey yoktu. Hiçbirinizin böylesi bir şeyle karşı karşıya kalmamanızı dilerim.” Wallander bunları söyledikten sonra susmuştu.
Bir süre yangını söndürmeye çalışan itfaiye erlerini sessizce izlediler. Meraklılar doluşmuştu fakat polis onları yaklaştırmıyordu.
“Kız nasıl biriydi?” diye sordu Martinson. “Yakından görebildin mi?”
Wallander evet dercesine başını salladı.
“Birinin yaşlı adamla konuşması gerek. Adamın adı Salomonsson.”
Hansson, Salomonsson’un koluna girmiş onu mutfağa doğru götürüyordu. Höglund, Peter Edler’in yanına giderek onunla konuşmaya başladı. Yangını denetim altına alabilmişlerdi. Höglund geri döndüğünde yangının kısa süre sonra tamamıyla söndürüleceğini söyledi.
“Kolzalar çabuk alev alıyor,” dedi. “Ayrıca dün yağmur yağdığı için toprak da ıslak.”
“Çok gençti,” dedi Wallander. “Kara saçlı ve kara deriliydi. Üstünde sarı bir rüzgârlıkla, eğer yanlış hatırlamıyorsam, kot pantolon vardı. Ayaklarında ne olduğunu bilmiyorum. Çok korkuyordu.”
“Neden korkuyordu?” diye sordu Martinson.
Wallander karşılık vermeden bir an sustu.
“Benden korkuyordu. Tam olarak emin değilim ama polis olduğumu ve durmasını söylediğimde korkusu daha da artmıştı. Bunun dışında başka neden korktuğunu bilemiyorum.”
“Söylediklerini anladı mı?”
“Hiçbir şeyi anlamasa polis sözcüğünü anlamıştır. Bundan eminim.”
Yangından geriye yalnızca kalın bir duman tabakası kalmıştı.
“Tarlada başka kimse yok muydu?” diye sordu Höglund. “Kızın yalnız olduğundan emin misin?”
“Hayır,” dedi Wallander. “Emin değilim. Ama onun dışında kimseyi görmedim.”
Bir süre Wallander’in az önce söylediklerini düşündüler.
Kimin nesiydi, diye geçirdi içinden Wallander. Buraya nereden gelmişti? Neden kendini yaktı? Eğer ölmek istediyse bunu neden kendine işkence ederek yapmıştı?
Salomonsson’la konuşan Hansson yanlarına yaklaştı.
“Amerika’da yaptıkları gibi yapmalıyız biz de,” dedi. “Evin içindeki kokudan etkilenmemek için elimizin altında mentol bulundurmalıyız. Lanet olsun, koku buraya kadar geliyor. Bana sorarsan yaşlı erkekler eşlerinden önce ölmeli.”
“Doktorlardan birine söyle de gidip bir baksın,” dedi Wallander. “O da büyük bir şok yaşadı.”
Martinson bu mesajı iletmek üzere yanlarından ayrıldı. Peter Edler kaskını çıkararak Wallander’in yanına yaklaştı.
“Az sonra tamamıyla sönecek,” dedi. “Ama bu gece yine de önlem amacıyla itfaiye arabalarından birini burada bırakacağım.”
“Tarlaya ne zaman girebiliriz?” Wallander sabırsızlanmaya başlamıştı.
“Bir saat içinde. Ama bir süre daha duman olacak, haberin