“Polisler de dengesiz olabilir,” dedi Wallander.
“Futbolcularla polisleri kıyaslayamazsın,” dedi Hansson. “Hiç olmazsa bizler kale çizgisinde kalalım mı yoksa ileriye mi fırlayalım diye ani kararlar vermek zorunda değiliz.”
“Öyle mi dersin?” dedi Wallander. “Belki de olay yerine bir an önce gitmek için koşuşturan polisle topun kalesine girmemesi için kale çizgisinden fırlayan kaleci arasında benzerlik vardır.”
Hansson ona şaşkınlıkla baktı ama bir şey söylemedi. Masanın etrafına oturarak Höglund’un konuşmasını bitirmesini beklediler. Kadın polislere her zaman karşı olan Svedberg herkesin Höglund’u beklediğini belli etmek istercesine kalemiyle masaya vuruyordu. Wallander ona bu anlamsız tepkisinden vazgeçmesini söylemeyi düşündü. Höglund çok iyi bir polisti ve birçok açıdan Svedberg’den daha yetenekliydi.
Beklemeyi sessizlik içinde sürdürdüler.
Höglund sonunda telefonu kapatarak yanlarına gelip oturdu.
“Bisiklet zinciri,” dedi. “Çocuklar annelerinin eve gidip bisikletlerini tamir etmekten daha önemli işleri olduklarını nedense bir türlü anlayamıyorlar.”
“İstersen eve gidebilirsin,” dedi Wallander. “Bu toplantıyı sensiz de yapabiliriz.”
Höglund başını hayır dercesine salladı. Sonra da kararlı bir ses tonuyla ekledi.
“Doğru olmayan bir şeye alışmalarına izin veremem.”
Hansson içinde kolye olan poşeti masanın üstüne koydu.
“Kimliği meçhul bir genç kız intihar etti. Cinayet değildi. Suç işlenmedi. Biz yalnızca kadının kimliğini öğrenmek zorundayız.”
Wallander birden Hansson’un Björk gibi davranmaya başladığını hissetti. Onun bu davranışına kahkahalarla gülmemek için kendini zor tuttu. Bakışları Ann-Britt’le karşılaştı. O da aynı şeyi düşünüyor gibiydi.
“Telefonlar çalmaya başladı,” dedi Martinson. “Santralin başına bir adam oturttum, gelen telefonlarla o ilgileniyor.”
“Ona kızı tarif edeyim o zaman,” dedi Wallander. “Bir yandan da kayıp listesindeki insanlar üstünde dikkatlerimizi yoğunlaştıralım. Belki o da kaybolduğu bildirilen kişilerden biriydi. Eğer bu listede yoksa er ya da geç birileri onu aramaya çıkacaktır mutlaka.”
“Bununla ben ilgilenirim,” dedi Martinson.
Hansson poşeti açarak, “Meryem Ana kolyesi ve üstüne D.M.S. harfleri kazınmış. Galiba altın.” Hepsinin bildiği şeyleri bir kez daha tekrarladı.
“Kısaltmalar ve birkaç sözcüğün baş harflerinin ya da ilk hecelerinin bir araya gelmesiyle oluşan sözcükleri içeren bir bilgisayar programı var.” Bilgisayar konusunda hepsinden daha bilgili olan Martinson konuşmasına devam etti. “Harflerin varyasyonlarını bilgisayara yükleyerek bir şeyler öğrenebiliriz belki.”
Wallander uzanarak kolyeyi aldı. Hem madalyonda hem de zincirde hâlâ is vardı.
“Çok güzel,” dedi. “Ama İsveçlilerin çoğu dini sembol olarak haç takarlar, değil mi? Meryem Ana, Katolik ülkelerde daha yaygındır.”
“Mülteci ya da göçmen olabilir mi demek istiyorsun?” diye sordu Hansson.
“Ben yalnızca bu kolyenin neyi simgelediğini söylüyorum, o kadar,” diye karşılık verdi Wallander. “Her ne olursa olsun bu bilginin de tanımlamaya eklenmesi gerekir. Telefon başında oturan kişinin bu ayrıntıyı da bilmesi lazım.”
“Kızın robot resmini basına dağıtacak mıyız?” diye sordu Hansson.
Wallander hayır dercesine başını salladı.
“Henüz değil. İnsanları gereksiz yere korkutmanın ya da endişelendirmenin bir anlamı yok.”
Bir gece önceki olayları yeniden düşündü. Kolza tarlasındaki yalnız genç kız. Genç kızın kendini neden yaktığını öğrenmedikçe bu düşünceyi kafasından atamayacağını biliyordu. Gençlerin yaşamak istemediği bir dünyada yaşıyorum, diye geçirdi içinden. Eğer bu mesleği sürdüreceksem bunun nedenini anlamak zorundayım.
Hansson tam olarak anlayamadığı bir şey söylemişti.
“Tartışacak başka bir şey var mı?” diye yineledi sorusunu Hansson.
“Malmö’deki patologla ben görüşüyorum,” dedi Wallander. “Sven Nyberg’le görüşen oldu mu? Eğer olmamışsa ben onunla da görüşürüm.”
Toplantı bitmişti. Wallander odasına giderek ceketini giydi. Kız kardeşini ya da Baiba’yı bir kez daha aramayı düşündü. Ama sonra vazgeçti.
Arabasına atlayarak doğruca Marsvinsholm yakınlarındaki Salomonsson’un çiftliğine gitti. Birkaç polis projektörlerle kabloları topluyordu. Daha sonra bir ara gidip Salomonsson’un nasıl olduğuna bakmaya karar verdi. Gecenin şokunu atlatmışsa belki bir şeyler hatırlayabilirdi.
Tarlaya doğru gitti. Toprak simsiyah olmuştu. Wallander bulunduğu yerden Nyberg’in iki teknisyenle birlikte yanıp kül olan alanda araştırmalarını sürdürdüklerini gördü. Wallander’i gören Nyberg onu başıyla selamladı. Üç adam ter içinde çamura bulanmış bir hâlde çalışıyorlardı.
“Nasıl gidiyor?” diye sordu Wallander. “Bir şeyler bulabildiniz mi?”
“Kızın yanında bir hayli benzin olduğu anlaşılıyor,” dedi Nyberg yerinde doğrularak. “Yarısı erimiş beş şişe daha bulduk. Yangın çıktığında şişelerin boş olduğunu sanıyorum. Şişeleri bulduğumuz yerlere bir çizgi çekersen kızın benzini dört bir yanına döktüğünü görürsün.”
“Ne demek istiyorsun?” diye sordu Wallander.
Nyberg başını salladı.
“Kız çevresinde bir hendek oluşturmuş demek istiyorum. Benzini de bu hendeğin çevresinde bir daire çizerek dökmüş. Bu hendeğin içinde de kendisine bir yer oluşturmuş. Sakladığı elindeki son benzin dolu şişeyle hendeğin tam ortasında durmuş. Belki çok korkuyordu ve panik içindeydi. Belki deliydi ya da ciddi bir şekilde hastaydı. Bilemiyorum. Ama kız kendini yaktı. Ne yaptığının da farkındaydı.”
Wallander düşünceli bir şekilde başını salladı.
“Kızın buraya nasıl gelmiş olabileceğine ilişkin bana bir şeyler söyleyebilecek misin?”
“Köpekli arama ekibi gönderdim,” dedi Nyberg. “Ama büyük olasılıkla kızın izini bulamayacaklar. Benzin kokusu tüm toprağın kokusunu bastırdı. Köpeklerin kafasının karışacağından eminim. Bisiklet de bulamadık. E65’e uzanan traktör yolunda da bir şey yoktu. Bana sorarsan kız buraya paraşütle gelmiş olmalı.”
Nyberg ekipman çantasından bir rulo tuvalet kâğıdı çıkararak ter içindeki yüzünü sildi.
“Doktorlar ne diyor?” diye sordu.
“Henüz bir şey söylemediler,” diye karşılık verdi Wallander. “Bence onların işi de zor.”
Nyberg’in yüzünde birden ciddi bir ifade oluştu.
“İnsan neden kendisini yakar ki? İnsan kendisine bunca büyük bir acı çektirerek neden yaşamına son vermek ister? Yaşam bu denli kötü mü?”
“Ben de aynı soruları kendime sorup duruyorum,” dedi Wallander.
Nyberg başını iki yana salladı.
“Burada neler oluyor?”
Wallander