Stig Gustafson birden heyecanla, “Bir şey hatırladım,” dedi. “Bardayken bir şey olmuştu.”
“Anlat.”
“Tuvalete gitmiştim. Orada birkaç dakika kadar bir adamla konuştum. Ellerini kurulamak için kâğıt havlu olmadığından şikâyet ediyordu. Biraz çakırkeyifti. Fazla değil. Adının Forsgård olduğunu, Höör’de çiçekçi dükkânı işlettiğini söylemişti.”
Wallander gerekli notu aldı. “Onu bulup konuşuruz,” dedi. “Jägersro’daki McDonald’s’tayken saat altı buçuk olmuş muydu?”
“Olabilir,” dedi Stig Gustafson.
“Sonra ne yaptın?”
“İskambil oynamak için Nisse’nin evine gittim.”
“Nisse de kim?”
“Yıllarca denizlerde yelken açtığım eski bir marangoz. Adı Nisse Strömgren. Förening Caddesi’nde oturuyor. Ara sıra bir araya gelip iskambil oynarız. Orta Doğu’da öğrendiğimiz bir oyunu oynarız. Oldukça karışık bir oyun ama öğrendikten sonra eğlenceli oluyor. Oyunu kazanman için valeleri toplaman gerekiyor.”
“Orada ne kadar kaldın?”
“Eve geldiğimde saat gece yarısını geçiyordu sanırım. Ertesi sabah erkenden kalkacağım için aslında eve dönmekte biraz geç kalmıştım. Otobüsüm gardan saat altıda kalkacaktı. Kastrup’a giden otobüs, demek istiyorum.”
Wallander başını evet dercesine salladı. Stig Gustafson cinayet saatinde başka yerlerde olduğunu kanıtladı, diye geçirdi içinden. Tabii eğer söyledikleri doğruysa. Ve Louise Åkerblom gerçekten de geçen cuma günü öldürülmüşse. O anda Stig Gustafson’u tutuklayabilecek yeterince neden ve delil yoktu. Savcı bu tutuklamaya karşı çıkardı.
Katil o değil, diye geçirdi içinden Wallander. Louise Åkerblom’u öldürdüğü konusunda ısrar edecek olursam bir yere varamayız.
Ayağa kalktı.
“Burada bekle,” dedikten sonra odadan çıktı.
Toplantı odasında bir araya gelip Wallander’in anlattıklarını dinlediler.
“Anlattıklarını kontrol edelim,” dedi Wallander. “Ama dürüst olmam gerekirse, onun aradığımız adam olmadığını düşünüyorum. Şu anda tam olarak çıkmazdayız.”
“Bence çabuk karar veriyorsun,” dedi Björk. “Kadının cuma günü öldüğünden bile henüz emin değiliz. Stig Gustafson iskambil oynadığı arkadaşının yanından ayrıldıktan sonra Lomma’dan Krageholm’a gitmiş olabilir.”
“Sanmıyorum,” diye karşılık verdi Wallander. “Peki, Louise Åkerblom o saate kadar ne yaptı dersin? Telesekretere saat beşte evde olacağının notunu bırakmıştı, hatırlarsan. Buna inanmak zorundayız. Ne olduysa beşten önce olmuş olmalı.”
Kimse konuşmadı. Wallander çevresine bakındı.
“Savcıyla konuşmalıyım,” dedi. “Eğer kimsenin söyleyecek bir şeyi yoksa Stig Gustafson’u serbest bırakacağım.”
Kimse karşı çıkmadı. Wallander savcı odalarının bulunduğu, emniyetin diğer tarafına doğru gitti. Per Åkeson’un odasına girerek sorgulama raporunu sundu. Wallander bu odaya her girişinde odanın nasıl bu kadar dağınık olduğuna şaşardı. Kâğıtlar masanın ve sandalyelerin üstüne atılmış, çöp kutusu tepesine kadar dolu olurdu. Ama işin ilginç yanı, Per Åkeson bu dağınıklık ve karmaşa içerisinde hiçbir evrakı kaybetmezdi.
“Onu tutuklayamayız,” dedi savcı, Wallander sözünü bitirdiğinde. “Bana kalırsa sen ondan biraz çabuk kuşkulanmışsın.”
“Evet,” dedi Wallander. “Doğruyu söylemek gerekirse bu cinayeti onun işlediğini sanmıyorum.”
“Başka bir şey mi var?”
“Bilmiyorum,” dedi Wallander. “Kadını öldürmesi için bir kiralık katil tutup tutmadığını merak ediyoruz. Daha ileriye gitmeden önce bugün öğleden sonra geniş kapsamlı bir araştırma yapacağız. Ama peşine düşeceğimiz başka kimse yok. Şimdilik geniş kapsamlı araştırmayı sürdürmekle yetineceğiz. Gelişmelerden haberdar ederim.”
Per Åkeson başını evet dercesine sallayıp kaşlarını çatarak Wallander’e baktı.
“İyi uyuyamıyor musun?” diye sordu. “Ya da hiç mi uyumuyorsun? Bugünlerde aynada kendine baktın mı? Korkunç görünüyorsun!”
“Duygularımla kıyaslandığında görüntümün hiç önemi yok, inan bana,” dedi Wallander ayağa kalkarken.
Koridora çıktı, sorgu odasının kapısını açarak içeri girdi.
“Seni Lomma’ya geri götürecek bir araba ayarlayacağız,” dedi. “Ama yakında yine görüşeceğiz.”
“Özgür müyüm?” diye sordu Gustafson.
“Zaten özgürdün,” diye karşılık verdi Wallander. “Sorguya çekilmekle suçlanmak bir değildir.”
“Onu ben öldürmedim,” dedi Gustafson. “İnsan nasıl böyle bir şey yapar, doğrusu aklım almıyor.”
“Ciddi misin?” dedi Wallander. “Onu sürekli rahatsız eden bir kişi olarak böyle mi düşünüyorsun?”
Wallander, Gustafson’un yüzünde oluşan belli belirsiz tedirginlik ifadesini gördü. Bildiğimizi anladı, diye geçirdi içinden Wallander. Birlikte danışmaya gittiler, Wallander, Gustafson’u evine götürecek arabaya bindirdi. Onu bir daha görmeyeceğim, diye geçirdi içinden. Onu artık defterden silebiliriz.
Bir saatlik öğle yemeği arasından sonra yeniden toplantı odasında buluştular. Wallander yemeğe eve gitmişti.
“O sıradan hırsızlar nerede artık?” diye sordu Martinson iç çekerek. “Bu dava sanki bir öykü kitabından fırlamış gibi… Elimizde yalnızca kuyuya atılmış dindar bir kadının cesediyle bir de kesik parmak var…”
“Haklısın,” dedi Wallander. “Ne kadar istesek de o parmağı görmezden gelemiyoruz.”
“Kontrolden çıkmış, yarım kalan birçok konu var,” dedi Svedberg tedirginlikle kel kafasını kaşıyarak. “Elimizdekileri bir araya getirmek zorundayız. Ve bunu hemen şimdi yapmalıyız. Aksi hâlde yolumuz iyice tıkanacak.”
Wallander, Svedberg’in sözlerinde soruşturmayı yürütme tarzına yönelik örtük bir eleştiri sezdi. Bunun, şu aşamada bile, bütünüyle haksız olduğunu söyleyemezdi. Bir ize çok çabuk saplanıp kalmak riski her zaman vardı. Svedberg’in çizdiği tablo hissettiği şaşkınlığı çok iyi yansıtıyordu.
“Haklısın,” dedi Wallander. “Elimizdekilere bir bakalım. Louise Åkerblom öldürüldü. Tam olarak nerede olduğunu ve kimin yaptığını bilmiyoruz. Ama ne zaman öldürüldüğünü tahmin edebiliyoruz. Cesedi bulduğumuz yerden pek de uzak olmayan bir yerde bir ev havaya uçtu. Nyberg küllerin arasında bir telsiz alıcısının parçalarıyla kömür hâline gelmiş tabanca kabzası buldu. Tabanca Güney Afrika malı. Buna ek olarak evin dışındaki avluda kesik bir parmak bulduk. Daha sonra da Louise Åkerblom’un göle atılmış arabasını ortaya çıkardık. Bunları bu denli çabuk bulmamız bir rastlantıydı. Aynı rastlantı ceset için de geçerli. Kadının alnından vurulduğunu biliyoruz, tüm bunlar bir infazın söz konusu olduğu izlenimini veriyor. Bu toplantıya başlamadan önce hastaneyi aradım. Tecavüz yok. Yalnızca vurulmuş, o kadar.”
“Bu bilmeceyi çözmeliyiz,” dedi Martinson. “Daha fazla kanıta gerek var. Parmak,