Martin Beck odanın çeşitli ayrıntılarını incelerken koridordan yaklaşan ayak seslerine kulak verdi. Rönn kitaplığın yanına yürümüş, geyik çanını şüpheyle inceliyordu, çanın bir tarafı rengarenk bir dağ çamı resmiyle, bir geyik ve bir Lapland’lıyla süslüydü, ayrıca kırmızı süslü harflerle ARJEPLOG yazıyordu.
Bayan Nyman oğluyla birlikte odaya girdi. Üstüne yünlü siyah bir elbise, ayağına siyah çoraplar ve siyah ayakkabı giymişti, bir elinde küçük bir beyaz mendil sıkıyordu. Ağlıyordu.
Martin Beck ve Rönn kendilerini tanıttı. Kadın adlarını daha önce duymamış gibiydi.
“Lütfen oturun,” dedi, kendi de çiçekli koltuklardan birine yerleşti.
İki polis yerini alınca kadın çaresiz gözlerle onlara baktı.
“Tam olarak ne oldu?” diye sordu, fazla tiz bir sesle.
Rönn kumaş mendilini çıkarıp kırmızı burnunu uzun uzadıya ve iyice ovaladı. Fakat Martin Beck o cepheden bir yardım beklemiyordu zaten.
“Sinirlerinizi yatıştırmak için alabileceğiniz bir şey varsa yani hap gibi, Bayan Nyman şimdi bir iki tane almanız iyi olurdu,” dedi.
Piyano taburesine oturmuş olan oğlan ayağa kalktı.
“Babamda… Banyo dolabında bir şişe Restanil var,” dedi. “Getireyim mi?”
Martin Beck başıyla onay verdi ve çocuk banyoya gidip elinde haplar ve bir bardak suyla geri döndü. Martin Beck hapın şişesindeki etiketi okudu, kapağına iki hap döküp Bayan Nyman’a uzattı, kadın da bir yudum suyla uslu uslu ilacı içti.
“Teşekkürler,” dedi. “Şimdi lütfen ne istediğinizi söyleyin. Stig öldü ve ne sizin ne de benim elimden bir şey gelir.”
Mendili ağzına bastırdı, konuşurken sesi boğuk çıkmıştı.
“Neden yanına gitmeme izin verilmedi? Sonuçta o benim kocamdı. Ona orada hastanede ne yaptılar ki? O doktor… çok tuhaf konuştu…”
Oğlu annesinin yanına gidip koltuğun kol koyma yerine oturdu. Kolunu, annesinin omzuna attı.
Martin Beck de tekli koltuğunu çevirip kadının tam karşısına geçti, sonra koltukta suspus oturan Rönn’e bir bakış fırlattı.
“Bayan Nyman,” dedi, “kocanız hastalıktan ölmedi. Birisi odasına girip onu öldürdü.”
Kadın ona bakakaldı. Martin Beck, söylediklerinin ehemmiyetini anlamadan evvel saniyelerin geçtiğini fark etti. Kadın sonunda mendilli elini indirip göğsüne bastırdı. Beti benzi atmıştı.
“Öldürdü mü? Birisi onu öldürdü mü? Anlamıyorum…”
Oğlanın da burun delikleri bembeyaz olmuştu ve annesinin omzunu daha sıkı tutuyordu.
“Kim?” dedi.
“Bilmiyoruz. Bir hemşire saat ikiyi biraz geçe, onu odasında yerde bulmuş. Birisi pencereden içeri girip bir süngüyle onu öldürmüş. Birkaç saniye içinde olmuş olmalı, bence ne olduğunun farkına bile varamamıştır,” dedi Martin Beck, bir nevi teselli vererek.
“Her şey onun gafil avlandığını gösteriyor,” dedi Rönn. “Eğer tepki vermeye zamanı olsaydı, kendini korumaya ya da darbeleri savuşturmaya çalışırdı ama bunu yaptığına dair bir iz yok.”
Kadın şimdi Rönn’e dümdüz bakıyordu.
“İyi ama neden?” dedi.
“Bilmiyoruz,” dedi Rönn.
Tek söylediği buydu.
“Bayan Nyman, belki bulmamıza yardım edebilirsiniz,” dedi Martin Beck. “Size yersiz acılar çektirmek istemiyoruz ama birkaç soru sormak zorundayız. Öncelikle bunu yapmış olabilecek birisi aklınıza geliyor mu?”
Kadın umutsuzca başını salladı.
“Kocanızın hiç tehdit alıp almadığını biliyor musunuz? Ya da onun ölümünü isteyen biri var mıydı? Onu tehdit eden birileri?”
Kadın başını iki yana sallamaya devam etti.
“Hayır,” dedi. “Onu kim neden tehdit etsin ki?”
“Ondan nefret eden birisi?”
“Ondan nefret eden birisi?”
“İyi düşünün,” dedi Martin Beck. “Kocanızın, kendisine çok kötü davrandığını düşünen hiç kimse yok muydu? Sonuçta eşiniz bir polisti ve bu mesleğin kötü taraflarından biri de düşman kazanmaktır. Birisinin onu haklamak istediğini ya da onu tehdit ettiğini söylemiş miydi hiç?”
Dul kadın, allak bullak olarak önce oğluna, sonra Rönn’e, ardından tekrar Martin Beck’e baktı.
“Hatırlayabildiğim birisi yok. Öyle bir şey söylemiş olsaydı kesinlikle hatırlardım.”
“Babam işinden pek bahsetmezdi,” dedi Stefan. “Merkeze sorsanız daha iyi olur.”
“Oraya da soracağız,” dedi Martin Beck. “Ne zamandır hasta?”
“Uzun zamandır, tam süresini hatırlamıyorum,” dedi oğlan ve annesine baktı.
“Geçen sene hazirandan beri,” dedi kadın. “Gün dönümünden hemen önce hastalandı, midesinde feci ağrılar çekiyordu, tatilden sonra hemen doktora gitti. Doktor ülser sanıp onu hasta iznine çıkardı. O günden beri de hasta izninde, bir sürü doktora gitti, hepsi de başka şey söyledi ve başka ilaçlar verdi. Sonra üç hafta önce Sabbath’a yattı, o zamandan beri onu muayene edip bir sürü tahlil yapıyorlar ama tam ne olduğunu bulamadılar.”
Konuşmak, kadının dikkatini dağıtmış, yaşadığı şoku bastırmasına yaramıştı.
“Babam kanser olduğunu düşünüyordu,” dedi çocuk.
“Doktorlar değil dediler. Ama sürekli çok hastaydı.”
“O zaman zarfında ne yaptı? Geçen yazdan beri hiç çalışmadı mı?”
“Hayır,” dedi Bayan Nyman. “Gerçekten çok hastaydı. Üst üste günler süren ağrıları olurdu, yataktan çıkamazdı. Bir sürü ilaç alırdı ama pek faydası dokunmazdı. Geçen sonbahar nasıl gidiyor diye bakmak için birkaç kere emniyete gitti ama çalışamadı.”
“Bayan Nyman, bu olayla bağlantısı olabilecek herhangi bir şey söylemiş miydi ya da yapmış mıydı, iyi hatırlamaya çalışın?” diye sordu Martin Beck.
Kadın başını sağa sola sallayıp kuru kuru hıçkırmaya başladı. Gözleri Martin Beck’in üstünden kaydı, bakışlarını boşluğa dikti.
“Kız ya da erkek kardeşin var mı?” diye sordu Rönn çocuğa. “Evet, bir ablam var ama evli ve Malmö’de yaşıyor.”
Rönn, soru sorar gibi Martin Beck’e