ARA Şu deneyi yapın. Şimdi bu sözcükleri okurken, dikkatinizi oturduğunuz sandalyede poponuzu (ya da somut başka bir duyumu) hissetmeye yöneltin. Peki, poponuzu hissediyor musunuz? Poponuz var mı? Güzel! O duyumlar hep oradaydı, ama dikkatinizi bu fiziksel duyumları bilincinize taşımaya verdiniz. Şimdi şunu deneyin. Poponuzu hissetmemeyi deneyin. Hissetmeyi bırakın. Deneyin, bekliyorum.
Bir kez farkına vardıktan sonra bir şeyi (bu örnekte poponuzu) hissetmemekte şansınız yaver gitti mi? Elbette ki hayır! Bir şey hissettiğimizde, öylece hissetmemeyi başaramayız! Ama bunu duygularımızda o kadar sık deneriz ki. Aklımıza başka bir şey getirmekte sınırlı bir başarı elde edebiliriz. Dikkati dağıtmak çok güzel işe yarar, kısa bir süreliğine. Ama rahatsızlığınızı azaltmak için bir alışkanlık olarak dikkatinizi dağıtmaya aşırı yüklendiğinizde odaklanma kaslarınıza ne olur sizce? Muhtemelen şunun farkına vardınız, poponuzu ne kadar çok hissetmemeye çalıştıysanız o kadar çok hissettiniz!
Duygularımızı hissetmemeye çalıştığımızda da benzer bir şey olur. Onlardan ne kadar kurtulmaya çalışırsak, onlara daha fazla saplanıp kalmaya meylederiz. Bunun nedeni duygularımızın sadece hayatta kalmamız için değil, bizim için önemli şeylerin peşinden giderken de temel bir işlevi yerine getirmeye hizmet etmesidir.
Duygularınızı en son ne zaman tüm bedeninizde duyarak deneyimlemiştiniz hatırlıyor musunuz? En son ne zamandı yakıcı gözyaşlarınız, üzüntüden kızarmış yüzünüz, hızla çarpan göğsünüz, kaygıdan terlemiş avuçlarınız, öfkeyle kısılmış gözleriniz ve gerilmiş kaslarınız, şefkatle açtığınız kollarınız, sevgiyle yumuşacık dudaklarınız? Bu hazla dizgininden boşalmış şelaleler bizi yüceltici ya da korkutucu olan kendi sanal gerçekliğimize yöneltebilir. Ama onlar olmasaydı avlanmak, özen göstermek, yaratmak ve bağ kurmak için ihtiyaç duyduğumuz itkiye sahip olmazdık.
Duygularımızın somut deneyimi insanların hayatta kalmasını ve bir tür olarak bizim başarımızı garanti altına almıştır. İlk insanların duyguları olmasaydı ne olurdu? Dümdüz bir örnek olarak korkuyu alalım. Diyelim ki ilk insanlardan birisiniz, dışarıya avlanmaya çıkmışsınız. Çalıların arasında dolanıyorsunuz ve birden arkanızda bir dalın çıtırdadığını duyuyorsunuz, boynunuzda sıcak bir nefes hissediyorsunuz, son olarak da derinden gürültülü bir kükreme duyuyorsunuz. Bir sonraki hamlenizi sakince düşünürken tümüyle mantıklı olsaydınız –duygularınız hiç olmasaydı– ne olurdu?
ÖLÜRDÜNÜZ!
Atalarımız genlerini bir sonraki kuşaklara geçirebilecek kadar uzun süre yaşamak için hayatta kalma mücadelesi verirken kılıç dişli bir kaplan ya da sıkıntı verici başka bir tehdit tarafından öldürülmemek için son derece hızlı hareket etmeleri ve tepki vermeleri gerekiyordu. Öyle değil mi? Bu evrimin ilk öncülüdür: Hayatta kal ve genlerini aktar: Uygun olanın hayatta kalması. İçimizdeki en temel saik duygularımızdan gelir!
Modern çağ ve onun bütün rahatlıkları istemeden bizi en derin doğamızdan ayırmıştır – her ağrı için bir hap içmenin rahatlığı, gerçekliğin ıstıraplarından uzaklaşmamızı sağlayan sonsuz sayıda eğlence ya da bütün sorunları çözecek bir uygulama (ya da annemiz) içimize dönüp duygularımızın anlamlı mesajlarını dinleme becerimizi en aza indirdi. Hayatta kalmaya yönelik hayvansal güdülerin üstünde ve ötesinde, duygularımız bilinçli varlıklar olarak en derindeki özlemlerimizde bizim kılavuzlarımızdır da. Duyguların üç temel iletişim işlevi vardır.
Diyelim ki bir dostunuz anlamlı ve önemli bir şey paylaşmak için size geliyor. Bu sahneyi nasıl hayal ediyorsunuz? Belki de onun kaşlarını çatmış, gözleri yaşlarla dolu, her zamankinden farklı bir ses tonu ya da temposuyla size yaslandığını görüyorsunuz. Bütün bu “duygusal işaretler” daha yakından dikkat sarf etmenizi bekliyor. Arkadaşınız hiçbir şey söylemese bile bu duygusal işaretler, onun sözcüklerinden daha güçlü.
Tam tersine, ya siz bir dostunuzun desteğini arıyorsanız ve hiçbir duygusal ifadeyle karşılaşmıyorsanız? Dostunuz ses tonunuza ve ifade biçiminize uyumla karşılık vermiş olsaydı kendinizi daha anlaşılmış hissederdiniz muhtemelen. Duygusal iletişimlerin kırılgan mekânında empati yoluyla bağ kurarız. Başlıca duygularımızın ifadeleri konuşma öncesi, evrensel ve kültürler arasıdır. Bir gülümsemenin karşınızdakinin mutlu olduğu, gözyaşlarınınsa mutsuz olduğu anlamına geldiğini hiç kimsenin size öğretmesi gerekmez. Bu nedenledir ki ifadelerimiz, dil engellerini aşarak bizi bir araya getirir. Nina’ya neler olduğunu bir düşünün. Duygusal sinyallerini engellediğinden, başkaları onunla ilişki kuramadı ya da çok istediğinde ona destek vermedi. Duygularımızı kapatırsak iletişim ve bağ kurmanın temel bir parçasını yitiririz.
Çok meşhur “savaş, kaç ya da don tepkisi” ötesinde her duygu belli bir zorunlu eylem eğilimi yaratır. Duyguların biyolojik temelleri hızla hareket eden, ama hafif bedensel duyumlar aktarır, biz bunları ihtiyaçlarımız için gerekli bir eyleme geçme yönündeki itkiler olarak deneyimleriz. Üzüntü bizi geri çekilip iyileşmeye motive eder, korku bize kaçmamızı ya da kaçınmamızı söyler, öfke bizi bir adaletsizlikle mücadele etmek ya da bir sınırı korumak için daha da büyümeye ve daha yüksek ses çıkarmaya motive eder, suçluluk da bizi özür dilemeye yöneltir. Son olarak, sevgi olmasaydı bütün o çığıran, ağlayan, altlarını pisleten küçük insanlara ne olurdu sizce? Asal Duyguların İşlevleri’ni özetleyen kullanışlı bir tabloyu http://www.newharbinger.com/41931 adresinde bulabilirsiniz. Burada önemli olan, asal duygularımızla bağlarımız koptuğunda, en derin arzularımızın peşinden gitme ve ihtiyaç duyulan eylemleri yapma güdümüz ve motivasyonumuzu yitirmemizdir.
ARA Motivasyon eksikliği bu kitabı seçme nedenlerinizden biri mi?
“Önem verdiğimiz yerden yara alırız. Yara aldığımız yere önem veririz,” diyor kabul ve bağlılık terapisini geliştiren Steven Hayes, ilham verici TED konuşmasında (2016). Duygular bize gerçekten önem verdiğimiz şeyler hakkında önemli mesajlar verir. Her duygu bize neye değer verdiğimizi ve neyi sevdiğimizi söyler. Bu önemli bir derstir, çünkü ancak siz, sizin için gerçekten neyin önemli olduğunu tahmin edebilirsiniz. “Benim asıl muradım nedir?” sorusunun cevabını Google’da bulamazsınız. Asal duygularınızı gerçekten dinlemeyi öğrendiğinizde, daha derindeki isteklerinize, amacınıza, hayatınızın almasını istediğiniz yöne ilişkin ipuçlarını dinlersiniz.
ARA Asal Duyguların İşlevleri tablosuna bir bakın. Hangi duygulardan kurtulmayı dilerdiniz? Şimdi bu duyguların amaçlarını bildiğinize göre, gerçekten de tümüyle bu duygulardan kurtulmak ister miydiniz? Bunu yapmanın bedeli ne olabilirdi? Günlüğünüze cevabınızı yazın.
Tahmin ediyorum, tam da şu sıralar “Evet ya, benim sorunum değil bu. Ben duygularımın acayip farkındayım! Şu lanet kitabı da bu yüzden aldım zaten!” diye geçiriyorsunuz içinizden. Sizi anlıyorum. Oradaki bütün köy sakinlerime sesleniyorum, size inanıyorum. Bazen duygularınızın fazlasıyla farkında olursunuz! Size sorum şu: Hangi duygularınızın farkındasınız?
Gavin çocukluğundan beri mücadele ettiği depresyona ayak uydurma becerileri