Bu kitapta sık rastlanan bazı duygusal alışkanlık kalıplarını ve kendi alışkanlık kalıplarınızı nasıl tanımlayacağınızı öğreneceksiniz. Şimdilik asıl önemli olan nokta, duygusal rahatsızlığımızdan kaçınmak, onu kontrol altına almak ve en aza indirmek için yaptığımız doğal ve otomatik şeylerin bizim için kör nokta olan duygusal alışkanlıklar haline gelebileceğidir. Bunlar tepkisel, otomatik ve bilincimizin dışındadır. Ama bu gündelik alışkanlık kalıplarının kendilerini nasıl gösterdiğini büyük resimde hissetmenin iyi bir yolu, kişiliğinizin tayfındaki iki uca bakmaktır.
İnsanların kişilik hakkında sık sık genel ifadeler kullandığını işitiriz. “Ah, bu onun kişiliği” derler, sanki kişilik taşa kazınmış bir şeymiş, göz renginiz gibi değişmezmiş, dönüşü olmayan bir anlaşmaymış gibi. Ama genetik olarak belirlenmiş çoğu özelliğin hayat deneyimlerinin ve çevresel etkenlerin etkisiyle oluştuğunu biliyoruz artık, aynı şey kişilik için de geçerlidir.
Kişilik tipik düşünme, hissetme ve davranma kalıplarındaki bireysel farklılıklar olarak tanımlanır. Kişiliğimiz kalıpların toplamı, bu kalıplar da alışkanlıklarımızın toplamıysa, kişilik tanımı gereği akışkan bir şeydir. Alışkanlık kalıplarımızı değiştirebiliriz! Elbette başladığınız belli bir nokta vardır. Ama duygusal alışkanlıklarınız, kişiliğinizin ve hayatınızın alacağı yön üzerinde büyük bir etki yaratacaktır.
Kişilik gelişiminin önemli bir veçhesi iki kutup arasındaki bir tayfta gerçekleşir (Luyten ve Blatt 2013). Büyürken kimlik ihtiyaçlarımızda bir denge tutturmaya can atarız. Bambi gibiyizdir, neyi savunacağımızı, kendi benliğimizi bulmaya çalışırız. Bu yolda bir uçtan diğerine savruluruz. Tayfın öbür ucunda kişilerarası ilişkiler kurma ihtiyacımız vardır. Başkalarıyla iyi ilişkiler içinde olmak için kimi zaman arzularımızdan taviz vermemiz, vazgeçmemiz gerektiğini çok çabuk öğreniriz. Çevremizde bizi destekleyen, hayatlarımızı paylaşan insanlar mutluluğumuzun temel birer parçasıdır. Bu tayfın öbür ucunda öz tanım yer alır. Kimi zaman tutarlı ve benzersiz bir kimlik kurmak amacıyla başkalarına sınır koymamız, onları durdurmamız gerekir. Bu kez kendi ihtiyaçlarımızı öne sürüp sınırlar çizme ihtiyacı duyarız. Çocukluğunuzda biriktirdiğiniz psikolojik alışkanlıklar bu iki kutup arasında bir denge tutturma girişimlerinizi yansıtır.
Her iki uçta da aşırıya kaçmak tam olarak gelişmiş duygusal bir yetişkin olarak ilişkilerimizi, kariyer hedeflerimizi ve özgürlüklerimizi başarıyla müzakere etmek için ihtiyaç duyduğumuz esnek, uyarlanmaya müsait tepki biçimini kaybetmemize neden olabilir. Her iki uçtan da bazı niteliklere sahip olmayı, koşullara bağlı olarak hangi tarafa yöneleceğinizi bilmeyi istersiniz. Bu kişilik özellikleri, duygularını yeterince düzenlemeyen ya da aşırı düzenleyen biri olma eğiliminizin temelinde yatıyor olabilir.
Şato ve köy metaforu bu kuramı basitleştirebilir, böylece alışkanlık kalıplarınızın nasıl üst üste eklendiğini, yararlarını ve bazı bedelleri büyük resimde görebilirsiniz. Bu bölümü okurken bu tarzlardan birine diğerine nazaran daha yakın olup olmadığınıza bir bakın: Şato sakini, duygularını aşırı düzenleyen biri olmaya daha mı meyillisiniz? Yoksa bir köy sakini gibi duygularını yeterince düzenlemeyen biri misiniz? Bu size gündelik duygusal alışkanlıklarınızda kitap boyunca neler aramanız gerektiğini hafifçe gösterecektir. Küçük beyliklerle dolu bir dünya düşünün. Her beylikte de bir kralı ya da kraliçesi, köy sakinleri olan bir şato var.
Şato sakinleri erişilemeyecek bir yerde, bir tepenin üstünde, titizlikle örülmüş duvarların ardında yaşar. Bütün iyi şatolarda olduğu gibi bu duvarların amacı bir güvenlik ve üstünlük görünümü vermek, kırılganlığı saklamaktır. Şato sakinleri bu erişilmezlik görüntüsünü korumaya çok fazla zaman ve enerji harcar. Statülerinde fiziksel ve finansal her başarı etraflarındaki koruma duvarını güçlendirir.
Bu duvarların amacı krallar ve kraliçeleri duvarların dışında bulunanların kargaşası ve tehlikelerinden korumaktır. Bu durum, birçoğumuzun kırılgan stres hislerine ve güçlü duygulara ayak uydurma (ya da ayak uyduramama) biçimimize benzer. Bu, bazı durumlarda çok etkili bir yol olabilir. Şato sakinleri, Nina gibi, dışarıdan bakıldığında her şeye sahipmiş gibi görünür. Saygı ve hayranlık uyandırabilir, sıklıkla grupları iyi örgütleyebilir, diğerlerinin de bir yardım eli uzatmasını sağlayabilir. Aslında kendi kendini koruma biçimi olarak bu yaklaşım bazı durumlarda, örneğin liderlik konumunda ya da bir kriz sırasında çok etkilidir. Kimi zaman bir şato duvarı inşa etmek, kendimizi işgalcilerin içeri sızmalarından korumak için yapabileceğimiz sağlıklı ve olumlu bir şeydir.
“Eh peki, işe yarıyorsa o zaman neden yapmayayım?” diyebilirsiniz. Mesele şu: Nina’nın da öğrendiği gibi, katı bir biçimde yaslandığınızda bu kendi kendinizi koruma stratejisinin sorunları vardır. Bu ayak uydurma kalıbının başlıca bedeli bölünme ve yalıtılmaya yol açabilecek olmasıdır. Bazı durumlarda yüksek ve kudretli duvarlar bir öfke ya da kıskançlık kaynağı olabilir, dışarıdan saldırılara neden olabilir. Böyle saldırılar geldiğinde şato sakinleri hemen işe koyulup bir koruma katmanı daha ekleyebilir. Köprüleri kaldırıp kapıları kapatırlar.
Fazlasıyla güçlendirilmiş bu duvarlar sık rastlanan iki soruna yol açabilir. Birinci sorun şudur: Duvarlar giderek kalınlaştıkça, şato sakinleri kendilerini daha güvende hissettikçe duvarların dışını görme becerilerine ne olur dersiniz? Zaman içinde, kalın duvarların ardında dışarıdaki şeylerin görüntüsü daralır ve çarpılır. Böylece duvarlar yükselmeden önce gördükleri şeyin tam tersine ilişkin bilgiler içeri girmez. Buradaki sorunu görebiliyor musunuz? Şato duvarının dışındaki dünya (ya da bağlam) değişirken şato sakinleri kendilerini eski bilgilere dayanarak koruyordur. Şato sakinleri hayatlarını değiştirecek bir olay ya da geçiş dönemi yaşarken bu durum özellikle sorunlu bir hal alır.
Nina açısından eski mükemmeliyetçilik alışkanlıklarına sarılma ve kendisini kapatma girişimleri fiili koşulların taleplerine cevap vermemesi anlamına geliyordu. Yeni meslektaşlarıyla tanışmak, ihtiyaç duyduğunda yardım istemek yerine, hiç istemeden sözsüz bir biçimde “uzak dur” mesajları veriyordu. Alışkanlıkları yeni işinde ihtiyaç duyduğu desteği almak için yaratıcı problem çözümünün önüne geçiyor, onun daha yalıtılmış, daha desteksiz hissetmesine yol açıyordu.
Şato sakinlerinin ikinci sorunu kendilerinin ve başkalarının duygularını dinleyip tolere etme yetileriyle ilgilidir. Şato gözcüleri rahatsız edici duyguları ve düşünceleri kendi bilinçlerinden uzak tutma konusunda sıklıkla mükemmel bir iş çıkarır. Ama birazdan öğreneceğiniz üzere duygularımız bizim için derin anlam taşıyan şeyler hakkında bize kılavuzluk eder. Şato savunmasının aşırı kullanımı (aşırı düzenleme) ilgi eksikliğine ve gerçekten ne istediğinizi bilemediğiniz hissine yol açabilir. Aynı zamanda bu tipler başkalarının ifade ettiği duygularla ilişki kuramadıklarında karşı karşıya kaldıkları saldırganlığa da anlam