CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126435
Скачать книгу
dedi. “Aramayın. Bu eve gelecek misiniz bir daha?”

      “Gerekiyorsa gelebilirim,” dedim.

      “Tamam o zaman,” dedi. “Zarfı yerine koyunca gelip salonun iki penceresini birden açık bırakın. Ben aşağıdan bakıp anlarım. Ne zaman bakayım?”

      Saatime baktım. Gereksizdi ama baktım.

      “Bilmem,” dedim. “Birkaç saat verin bana.”

      “Tamam,” dedi Hülya Çakır. Gitmek için bir hareket yapmadı ama. Yüzüne baktım.

      “Bu gibi şeylerin karşılıksız olmadığını biliyorum,” dedi. Elini eşofmanının öteki cebine götürdü. Çıkardığı bir başka zarfı bana uzattı. Bana verdiği ilk zarfın aynısındandı. Yalnızca üstüne kocaman bir çarpı işareti çizilmişti. Kapağı yapıştırılmamıştı.

      Zarfın içindekilerin on Türk liralarından oluşmadığını sezdim.

      “Biraz fazla değil mi?” dedim.

      “Değil,” dedi Hülya Çakır kapıya doğru ilerleyerek. “Yapacağınız şey önemli benim için.”

      Cevap vermeden peşinden yürüdüm.

      Kapıyı kendisi açtı. Bana döndü.

      “Hoşça kalın,” dedi. “Kolay gelsin.”

      “Pencereleri açacağım,” dedim.

      Kimse kimseye elini uzatmadan çıktı gitti. Yıldız Hanım’a selam melam söylemedi. O da beklemiyordu, eminim.

      Kapının arkasında dikildim. Mutfak mutfaklıktan çıkmış olmasaydı şimdi kendime bir kahve yapmanın tam sırasıydı. Koyu bir kahve. Üstüne bir sigara. Sigarayı erteledim.

      Elimdeki çarpılı beyaz zarfın kapağını kenarından kaldırdım. Yanılmamıştım. İçindeki bir dizi Atatürk portresi, sarı zeminin üzerinde bana bakıyordu.

      Söylediği hiçbir şeye inanmasam da bu çarpılı zarfa inanmak gerekir, dedim içimden. Zarfın söylediği her şeye.

      Kolinin yanında hayal kırıklığı içinde duran telefona doğru eğildim. Kendime bir uke bulmalıydım, cip mip satılan galeriye gitmeden önce.

      Bölüm 7.2

      Reklamcı arkadaşım önceki yıl aldığı cip azmanı tuhaf aracı değiştirmek için benimle gelmeye kolaylıkla razı oldu. Çalışma sürelerini her dolduruşta sektirmeden girdiği aikido sınavlarında bir daha uke’si olamayacağım yolundaki tehdidim etkili olmuştur belki bunda.

      Evden duygusal seremonilerle hiç vakit kaybetmeden ayrıldım.

      Levent’teki iki katlı evlerden birindeki ajansın iki sokak ilerisinde ancak yer buldum otomobilimi park etmek için. Torpido gözünde içinde para bulunan bir zarfı bırakmakla iyi edip etmediğimi düşündüm on saniye kadar. Sonra hızla yürüyüp iki katlı görünen üç katlı sevimli binanın dışında bekledim. Sözleştiğimizden on beş dakika geç geldi, sözleştiğimiz gibi elinde laptop çantasıyla. Ben iki sigaranın belini kırmış oldum bu arada. Son anda bir arıza çıkmış, müşterilerinin birisiyle ilgili. İşlerinin yolunda olduğunu öğrendikten ve herhangi bir galeri sahibinin neden beni cip müşterisi olarak ciddiye almayacağı üzerine bir-iki espri patlattıktan sonra, ajansın Japon malı 4x4’üne bindik ve Esentepe’ye doğru ilerledik. Kendisindeki elbette Amerikandı. daha iyilerinin çıktığını duymuştu. Bir bakabilirdi.

      Hava sıcaktı, trafik yoğundu ve ben kendimi hiç de yeni bir işin kuyruğundan tutmuş biri gibi hissetmiyordum. Emekli olacak bir tapu dairesi memurunun son işinde kendisini nasıl hissettiği üzerine kafa yormaya çalışan reklamcı arkadaşımı susturdum. Ne yapacağımı söyleme gereğini bile duymadım. Bir zarf yerine konacak, o kadar, dedim kendi kendime. Alınmaması gereken bir zarfın çaktırmadan yerine konmasının ne kadar özel dedektiflik işi olduğunu bilmiyordum. Muhtemelen değildi. Farkında olmadan hayatımı kurtaran bir kadına, karşılığını yeterince aldığım küçük bir borç ödemesiydi yapacağım.

      Esentepe’ye kadar çok az konuşarak geldik. İkimizin de düşünecek şeyleri vardı sanki. Ben Yıldız Turanlı’nın kapıdan çıkmadan önceki bakışını düşünüyordum.

      Tabelayı uzaktan görünce yavaşla dedim reklamcı arkadaşıma, elimle işaret ederek. Aniden frene bastı. Arkamızdaki görmediğim otomobil frene ve küfre başvurmak zorunda kaldı.

      “Burası mı?” dedi reklamcı arkadaşım sanki vereceğim cevap onu trafikte zor durumda bırakacakmış gibi. Başımı salladım. Yeniden ehliyet sınavına giriyormuş gibi dikkatli hareketlerle yanaştırdı aracı. Kafasını iki yana doğru salladı.

      Çakır Otomotiv’in önündeki kocaman alanda hem satılık otomobilleri sergilemek hem de müşterilerin otomobillerini park etmeleri için yeterince yer vardı. Satılık otomobillerin ön camlarına, kocaman rakamlarla içinde bulunduğumuz yıldan bir sonraki yılı müjdeleyen pankartlar konulmuştu. Çoğunun camı simsiyahtı. Eşekten inip ata binmeye niyetli olan bir müşteri aracına benzer bir şey yoktu ortalıkta.

      Reklamcı arkadaşımın Japon 4x4’ünün açtığım kapısından inmeden önce epeydir ertelediğim kararımı bildirdim.

      “Unutmadan,” dedim. “Gazetedeki ilanlarımı da kestir.”

      İncecik bir kumaştan yapılmış ceketini düzeltti reklamcı arkadaşım ayakları yere basınca. Kravatına dokundu. Otomobili kilitleyen, alarmını ve immobilizerini devreye sokan düğmeye basarken ağzının içinden konuştu.

      “Emrin olur.” Sonra ekledi. “Bir müşteri daha kaybettim ayaküstü. Allah sonumuzu hayır eyleye. Bilgisayarı unutma.”

      Reklamcı arkadaşım önde, ben elimde laptop çantasıyla bir adım gerisinde, galerinin ön cephesini boydan boya kaplayan camın ortasındaki kapıya doğru ilerledik. Güneş vurduğu için içeride neler olduğu görünmüyordu. Galerinin alınlığında görgüsüz bir büyüklükte, neredeyse gotik harflerle yazılmış olan ‘Çakır Otomotiv’ yazısına burun kıvırmıştır reklamcı arkadaşım muhakkak, önümde olduğu için görmedim. Çakır Otomotiv’in iki yanındaki iki galerinin de benzer büyüklüklerde tabelaları vardı. Önlerindeki alanlarda benzer otomobiller.

      Reklamcı arkadaşım birden durdu. Ben de durdum.

      Giriş kapısına en yakın biçimde park etmiş olan Freelander’daydı bütün ilgisi şimdi. Benim asla fark edemeyeceğim kimi ayrıntılarına bakıyor gibiydi. Hafifçe öne doğru eğilmiş, gözlerini kısmıştı. Elindeki anahtarlığı evirip çeviriyordu bakarken. İki elim önümde, laptop çantasını tutarak uslu uslu bekledim.

      Camın ortasındaki kapıdan bir adam çıktı. Adamın alnında Kemal Çakır yazıyordu sanki. Alnında değil, göbeğinde. Az gelişmiş bir sumo güreşçisi gibi bir vücut bize doğru ilerledi. Yüzünde gergin bir ifade vardı. Verdiği çek karşılıksız çıkmıştı sanki. Tıpkı vücudu gibi toparlaktı yüzü de. İki taraftan aşağıya doğru sarkma eğilimindeki bıyıkları bu toparlaklığa enikonu katkıda bulunuyordu. Bir eli terzisine epey zorluk çıkarttığı belli olan takım elbisesinin pantolonunun cebindeydi. Kravat takmamıştı. Ayaklarında yeni boyanmış ayakkabılar vardı.

      Bana bakmıyordu bile. Avını gözleyen leopar gibi kıstığı gözleriyle reklamcı arkadaşıma bakıyordu. Sanki tanıyor gibiydi. Hangi aracı, hangi modeli tercih edeceğini daha o söylemeden biliyor gibi.

      Reklamcı arkadaşım da ona bakmadı. Racon gereği herhalde. Kapısını açtı Freelander’ın. Kafasını içeri uzattı.

      Kemal Çakır oyuna girme zamanının henüz gelmediğini biliyormuş gibi, iki adım ötede sessizce durdu.