CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ. Celil Oker. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752126435
Скачать книгу
bir-iki kere gördüğüm şimşeklerle bana bakıyordu.

      “On beş dakika yetiyor mu bu sefer?” diye patladı.

      “Ne için?” dedim cevabını az çok tahmin ederek.

      “Yeni bir iş alıp başını belalara sokmak için beni ikna etmeye,” dedi bir gram bile yumuşamadan.

      Telefonu kolinin yanına, bir tek kutucuklu sayfasını bile doldurmadığım, kapağı iki yerinden katlanmış Sudoku dergisinin üstüne bıraktım. Şimdi çözmem gereken başka bir problem vardı.

      “İş sayılmaz bu,” dedim.

      “Bilirim ben iş sayılmayan işlerini,” dedi Yıldız Turanlı. “Başını belaya sokman için yirmi dört saat yeter.”

      Bir an durdu. Sonra ekledi: “Çok bile.”

      Son kartımı daha baştan oynamaya karar verdim.

      “Kadın hayatımı kurtarmıştı,” dedim. “Bilmeden de olsa kurtarmıştı.”1

      Küçük, küçücük bir gülümseme gördüm dudaklarında.

      “Şu, ‘seni arıyorlar’ numarası mı?”

      “Evet,” dedim.

      Salonun içinde pencerelere doğru iki adım attı.

      “Gizli hayranın mı istiyor yardımını?” dedi sonra. “Telefon tacizcisi kadın?”

      İşler iyiye gidiyor, dedim içimden.

      “Evet.”

      “Neymiş derdi?”

      “Söylemedi duyduğun gibi. Bir evliliği kurtarmaktan bahsetti yalnızca.”

      “Tam da buralardan ayrıldığın gün…”

      Ne demek istediğini anlamadım. Açıklasın diye yüzüne baktım.

      “Yani,” dedi, “defalarca seni telefonda taciz edip daha ileriye gitmeyen gizli hayranın komşu, tam da mahalleden taşınacağın gün bütün cesaretini toplayıp seninle konuşuyor. Bu senin gibi emekli adayı bir dedektife bile garip gelmiyor mu?”

      “Gelmeli mi?” dedim.

      “Pes!” dedi anlayışsızığıma küfür etmek isteyip kendisine yakıştıramadığı zamanlarda yaptığı gibi. “Tamam. Bir göreyim şu kurtarıcı kadını. Merak ettim.”

      Bu ilk kez oluyordu. Bir müşteri adayımı merak etmesi yani. Derin manasını kurcalamadım.

      “On beş dakika,” dedim, sonra düzelttim, “on bir dakika ne yapacağız?”

      Eliyle saçını düzeltti.

      “Heveslenme,” dedi. “Bana kalırsa o kadar beklemeyeceğiz.”

      Dudağımdaki gülümseme başlangıcını öldürmeye çalıştım. Odanın içinde bakacak ikinci güzel bir şey yoktu, pencereden dışarı baktım.

      Kapının zili çaldı. Beklediğimden önce. Çok önce.

      “Efendim?” dedi Yıldız Turanlı salonun ortasında kendi etrafında yarım tur atarak. “Efendim? Biz de bilirmişiz bazı şeyleri değil mi?”

      Cevap vermedim. Yıldız Turanlı’nın bastırmaya çalıştığı ama beceremediği kıkırdaması sona erdikten sonra açtım evimin kapısını. Herhalde son kez bir misafir ya da müşteri için.

      Kapıdaki kadını daha önce görmemiştim. Görmüş olsam da tanıyamazdım. Sık sık görmedikçe. Ya da evinin içinde. Kafası ortalarda gördüğüm en süslü eşarpla sıkı sıkıya kapatılmıştı. Eşarbın altında asi saç tellerini bastırmak için simsiyah bir örtü daha vardı. Yüzünün görünen yerlerine bakınca tombulca bir ev kadınından başka bir şey göremedim. Bir de hoşuna gitmeyen şeyler karşısında ince bir çizgiye dönüşecek dudaklar. Belki gözünde hafif bir makyaj vardı, çok hafif, belli belirsiz.

      Yüzüne dikkatle bakmanın hoş olmayacağı fikrine kapıldım birden. Türbanlı bir kadınla ilk kez bu kadar yakın duruyordum. Marketin kasiyeri değildi. Müşteri adayımdı. Yıldız Turanlı’nın merak ettiği müşteri adayım.

      O yüzden bakışlarımı daha genel bir açıya çekmeye çalıştım. Gözüme ilk çarpan eşofmanı oldu. Yıldız Turanlı’nın üstünde görsem ilişkimiz üzerine derin derin düşünmeme yol açacak lacivert bir eşofmanı vardı. Takım. Kollarında, bacaklarında pırıltılı işlemeler, insanı istemeden de olsa dokunmaya teşvik eden kadifemsi bir kumaştan. İki yanında iki kocaman şişkin cep. Ayaklarında hiçbir topa vurmaya kıyamayacağı kadar pahalı olduğunu tahmin ettiğim spor ayakkabılar.

      Yapacak çok şeyim yoktu. Girmesi için içeri çekildim.

      “Buyurun,” dedim.

      Salondan bize bakan Yıldız Turanlı’yı gördü girer girmez.

      “Erken mi geldim?” dedi.

      “Önemli değil,” dedi Yıldız Turanlı bize doğru ilerlerken. “Ben de gidiyordum.”

      “Yıldız Turanlı…” dedim elimle birbirlerini göstererek. “Komşum hanımefendi…”

      Açıkça yalan söylediler karşılıklı.

      “Memnun oldum.”

      “Memnun oldum. Hülya ben. Sizi ara sıra görürdüm pencereden. Gelip giderken.”

      İşin sonunda yasal zeminine kavuştuğuna pek bir memnun olduğunu göstermek ister gibi sırıttı. Bir kadın, hemcinsine nasıl sırıtırsa…

      Yıldız Turanlı oralı olmadı. Merakının birdenbire ortalıktan kalktığını özellikle bana belli eden bir hızla aramızdan kapıya doğru sıyrıldı.

      “Ben eve gidiyorum,” dedi, kadın ortalıkta yokmuş gibi yalnızca bana yönelerek. “Bakalım neleri kırmışlar adamların…”

      “Tamam,” dedim. “Gelirim.”

      Kapıyı araladı. Dönüp bana baktı, sanki bir şey söyleyecekmiş gibi. Söylemedi. Ben de ona söylemedim. Anlaştık sanki.

      Kapıyı Yıldız Turanlı’nın arkasından kapayıp misafirime döndüm.

      “Oturacak bir şey yok,” dedim. “Artık kusuruma bakmayın.”

      Boş salonu sanki kendisininkiyle kıyaslıyormuş gibi gözden geçirdi.

      “Nereye taşınıyorsunuz?” dedi.

      “Yeni Levent,” dedim.

      Makyajlı olup olmadığını kestiremediğim küçük gözlerinin yanındaki çizgiler çoğaldı.

      “Yıldız Hanım Yeni Levent’te mi oturuyor?” dedi, sanki vereceğim cevabın çok önemli olduğunu hissettirir gibi.

      “Yıldız Hanım Ulus’ta oturuyordu,” dedim yengem olmadığını hatırlatan bir sesle.

      Hayal kırıklığına uğramasına ramak kalmış gibi kaşları yukarı kalktı hafifçe. Başını yana doğru eğdi sonra. Dikleştirdi yeniden, konuşmadan önce.

      “Uzağa gitmiyorsunuz ama ev taşımak ne olursa olsun…” dedi yengem olmadığını hatırlamaya fazla niyeti yokmuş gibi bir sesle. Penceredeki emlakçı pankartına baktı. “Dün nakliyecilerin kamyonetini görünce, komşumun işi zor dedim.”

      Mahalle baskısı dedikleri esas bu herhalde, dedim içimden. Gelip yeni evi düzenleme konusunda yardım et desem ne der acaba, diye düşündüm. Vazgeçtim sonra.

      “Size nasıl yardımcı olacağımı düşünüyorsunuz?” dedim.

      Bomboş bir salonun ortasında,


<p>1</p>

Remzi Ünal’ın Son Ceset isimli macerasına bakınız.