II
Bar Şalmon kendini şehrin eteklerinde buldu ve ihtiyatlı bir şekilde ilerledi. Gördüğü ilk binanın bir sinagog olması üzerine büyük bir rahatlama hissetti. Fakat kapı kapalıydı. Uzun süredir aç olmasının da etkisiyle bitkin ve perişan haldeydi. Sinagog merdivenlerine çöküp bir çocuk gibi iki gözü iki çeşme ağladı.
Sonra koluna biri dokundu. Başını kaldırıp baktı. Ay ışığında tam karşısında duran bir çocuk gördü. Pek tuhaf bir delikanlıydı bu. Ayrık ayaklıydı, ceketi (tabii bu hakikaten bir ceketse) kanat şeklinde yapılmış gibi gözüküyordu.
“Ivri Onochi,” dedi Bar Şalmon, “Ben bir İbraniyim.”
“Ben de öyleyim,” dedi delikanlı. “Gelin peşimden”
Tuhaf bir şekilde topallayarak önden yürüdü. Sinagogun arkasındaki bir eve vardıklarında ceketinin kanatlarını açıp yerden altı metre yüksekteki bir pencereye atladı. Ardından bir kapı açıldı. Bar Şalmon çok şaşırmıştı çünkü delikanlının pencereden doğruca kapıya atlayarak kapıyı içeriden açtığını görmüştü. Çocuk bir odaya girmesi için eliyle işaret etti. Bar Şalmon da böyle yaptı. İhtiyar bir adam onu selamlamak için ayağa kalktı. Bu adamın bir haham olduğunu anlamıştı.
“Esenlikler dilerim,” dedi haham oturması için bir koltuk göstererek. Sonra ellerini çırptı ve o anda Bar Şalmon’un karşısında bir sofra belirdi. Bar Şalmon soru soramayacak kadar açtı. Haham, misafiri yemek yerken sessiz kaldı. Bar Şalmon yemeğini bitirince Haham yine ellerini çırptı ve sofra ortadan kayboldu.
“Şimdi bana hikâyenizi anlatın,” dedi haham.
Bar Şalmon başına gelenleri anlattı.
“Heyhat! Ben bahtsız bir adamım. Yeminimi bozduğum için cezalandırıldım. Evime dönmeme yardımcı olun. Karşılığında sizi mükâfatlandırır ve günahımın kefaretini ödemiş olurum,” diye sonlandırdı sözlerini.
“Hikâyeniz hakikaten acıklıymış,” dedi haham ciddi bir tavırla. “Ama içinde bulunduğunuz şanssız durumun vahametini tam olarak kavrayamamışsınız. Hangi ülkeye düştüğünüzün farkında mısınız?”
“Hayır,” dedi Bar Şalmon, tekrar korkmuştu.
“Öğrenin öyleyse,” dedi haham. “İnsanlara ait bir ülkede değilsiniz. Ergetz’desiniz. Yani ifritlerin, cinlerin ve perilerin diyarına düştünüz.”
“İyi ama siz İbrani değil misiniz?” diye sordu Bar Şalmon şaşkınlıkla.
“Aslında bu diyarda bile tıpkı siz ölümlülerin diyarında olduğu gibi her dinin mensupları vardır,” diye cevap verdi haham.
“Bana ne olacak?” diye sordu Bar Şalmon fısıldayarak.
“Bilmiyorum,” diye cevap verdi haham. “Buraya çok az ölümlü gelir. Korkarım çoğu da ölüme mahkûm edilir. İfritler onları pek sevmez.”
“Vay başıma gelenler, bittim ben!” diye ağladı Bar Şalmon.
“Ağlamayın. Bir İbrani olarak ben şiddet ve işkenceyle ölüm fikrini hiç sevmem. Sizi kurtarmak için elimden geleni yapacağım,” dedi haham.
“Teşekkür ederim,” diye ağlamaya devam etti Bar Şalmon.
“Teşekkür etmek için acele etmeyin,” dedi haham nezaketle. “Damarlarımda insan kanı var. Büyükbabam bu ülkeye düşen ve idam edilen bir ölümlüydü. Ölümlü soyundan olduğum için burada haham yapıldım. Belki de burada sevilirsiniz ve bu ülkeye yerleşmenize izin verilir.”
“Ama ben kendi memleketime dönmek istiyorum,” dedi Bar Şalmon.
Haham başını salladı. “Artık uyumanız gerek,” dedi.
Elleriyle Bar Şalmon’un gözlerini kapattı ve böylece genç adam derin bir uykuya daldı. Uyandığında gün ışıyordu. Onu oraya getiren delikanlı, yattığı kanepenin başında dikilmekteydi. Bar Şalmon’a onu izlemesi için eliyle işaret etti. Bir yeraltı geçidinden onu sinagoga götürüp hahamın yakınına oturttu.
“Burada olduğunuz öğrenilmiş,” diye fısıldadı haham. O konuştuğu sırada büyük bir gürültü işitildi. Sanki tiz sesli bir kalabalığın gevezeliğiydi. Bütün pencere ve kapılardan içeri tuhaf bir kalabalık akın etti. Çeşit çeşit şekil ve boyda ifritlerden oluşan bir gruptu bu. Bazılarının küçücük kafası ve kocaman vücutları, ötekilerinse devasa kafaları ve minicik bedenleri vardı. Kimi büyük gözleriyle dik dik bakıyordu, kimiyse uzun ve geniş ağızlara sahipti ve çoğunun yalnızca bir bacağı vardı. Tehditkâr hareketler ve seslerle Bar Şalmon’un etrafını sardılar. Haham minbere çıktı.
“Sessizlik!” diye buyurdu ve gürültü hemen kesildi. “Ölümlü kanına susamış olanlar, yöneticisi olduğum bu kutsal binayı kirletmeyin. Ne söyleyecekseniz, sabah duasının bitmesini bekleyin.”
İfritler en acayip yerlerde oturup sessizce ve sabırla beklediler. Bazıları koltukların arkasına tünemişti, birkaç tanesi kocaman sinekler gibi sütunlara yapıştı, ötekiler ise pencere pervazlarında oturuyordu. En küçüklerinden birçoğu da tavandaki kirişlerden sarkıyordu. Ayin biter bitmez yaygara yeniden başladı.
“Yalan yere yemin eden o kişiyi isteriz,” diye çığlık attı ifritler. “Yaşamayı hak etmiyor!”
Haham biraz güçlükle de olsa gürültüyü bastırarak şöyle dedi:
“Ey Ergetz ülkesinin ifritleri ve cinleri, beni dinleyin! Bu adam benim elime düştü ve ondan ben mesulüm. Kralımız Aşmeday bu adamın gelişinden haberdar edilmeli. İnsanları dinlemeden hüküm vermemeliyiz. Gelin, bu adamın âdil yargılanması için Kral’a niyaz edelim.”
Biraz itirazın ardından ifritler bu teklifi kabul etti. Tıpkı içeri girerken yaptıkları gibi tuhaf bir şekilde ve sürüler halinde sinagogdan çıktılar. Her biri içeri girerken kullandığı kapı ya da pencereden çıkmak zorundaydı.
Bar Şalmon’u alıp Kral Aşmeday’ın sarayına götürdüler. Önünde ve ardında ifritler ile perilerden oluşan yaygaracı bir kalabalık vardı. Sayıları milyonları buluyor gibiydi. Hepsi de gürültü patırtı yaparak Bar Şalmon’u işaret ediyordu. Seke seke yürüyüp hopluyorlar, havaya zıplıyorlar, bir evin çatısından ötekine sıçrıyorlar, sonra bir anda yerdeki deliklerden belirip sağlam duvarların içinden geçerek gözden kayboluyorlardı.
Saray, dantel işi kadar narin gözüken beyaz mermerden yapılmış kocaman bir binaydı. Güzel çeşmelerden berrak suların fışkırdığı muhteşem bir meydanda bulunmaktaydı. Kral Aşmeday balkona çıktı. Onun gözükmesi üzerine bütün ifritler ve periler susup diz çöktüler.
“Benden ne istiyorsunuz?” diye bağırdı gürleyen bir sesle. Haham öne çıkarak majesteleri önünde eğildi.
“Bir