İbrani Masalları. Gertrude Landa. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Gertrude Landa
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9786258361186
Скачать книгу
yürüdü ama bir kez daha onu sersemleten bir darbe aldı. Bu defa omzuna vurulmuştu. Acısından haykırmamak için büyük bir irade gösterdi. “Ani bir hastalığa yakalandım herhalde,” diye düşündü ama biraz sonra kendini daha iyi hissetmeye başladı ve cesaretle Sara’ya gülümsemeye çalıştı.

      “Şey, çok önemli bir şey geldi aklıma,” dedi saygın konumuna hiç yaraşmayan bir şekilde az kalsın yere yuvarlanacak olmasını açıklamaya çalışarak. Sara’ya iyice yanaşıp ona dokunmak için elini kaldırdı.

      “Bana elinizi sürerseniz, başınıza geleceklerden kendiniz sorumlusunuz,” diye haykırdı Sara. Gözleri öfkeyle parlıyordu.

      “Öööf!” diye bağırdı Firavun, sabrını yitirmekteydi. Sonra elini kaldırdı.

      Bu kez Firavun’a görünmeyen cin, sopasıyla ona vurmadı. Bunun yerine sopayı hafifçe aşağı indirip Firavun’un uzattığı koluna yerleştirdi. Firavun kolunu kıpırdatamadı. Yüzü bembeyaz kesildi ve tir tir titremeye başladı.

      “Yoksa sen bir cadı mısın?” diye sordu nihayet. Güçlükle nefes alıyordu.

      Sara bu hakareti işitince öyle öfkelendi ki gözleriyle cine bir işaret yaptı. Bunun üzerine cin, sopasını kaldırıp hevesle Firavun’un başına ve omuzlarına vurdu. Öyle ki Firavun, bir hükümdara hiç de yakışmayan bir şekilde acı içinde feryat etmekteydi.

      “Bağışla beni, bağışla beni!” diye bağırabildi ancak. “Öyle demek istememiştim. Ben hastayım, çok hastayım. Bütün vücudum ağrıyor. Kolumu oynatamıyorum.”

      Bunun üzerine sopa dayağı sona erdi. Firavun tekrar kolunu hareket ettirebiliyordu. Acı içinde kıvranıyordu zira tüm vücudu morarmıştı. Sabah geri döneceğini söyleyerek hemen oradan kaçtı. Sara içeride kilitliydi ama bir daha rahatsız edilmeyecekti.

      Ne var ki Firavun’u bekleyen başka maceralar vardı. Cinin keyfi pek yerindeydi. Firavun sayesinde bütün gece eğlenmişti. Adam yatağına uzanır uzanmaz cin, yatağı devirip onu yere yapıştırıveriyordu. Firavun ne zaman yatmaya çalışsa aynı şey oluyordu. Bir odadan diğerine gitti ama dinlenmek için gösterdiği bütün çaba boşunaydı. Her yatak onu reddediyordu. Her sandalye ve koltuk da aynı şeyi yapıyordu. Oysa başkalarına uzanmalarını emrettiğinde, bunu gayet rahat bir şekilde yapıyorlardı. Hizmetçilerinden biriyle beraber uzanmayı denedi ancak hizmetçisi hiçbir sıkıntı yaşamazken Firavun baş aşağı kaldırılıp döndürülmüş ve yerde yuvarlanmıştı.

      Hekimleri bu soruna hiçbir çare bulamadılar. Hemen uykularından uyandırılan müneccimleri bu duruma bir açıklama getiremediler. Firavun bir odadan ötekine gidip koridorlarda bir aşağı bir yukarı yürüyerek berbat bir gece geçirdi. Sanki duvarların köşeleri yerlerinden çıkıp onun kafasına çarpıyor, merdivenler ise yukarı çıkmak istediğinde onu aşağı götürürken aşağı inmek istediğinde tam tersini yapıyordu. Böylesi bir karmaşa görülmemişti. Daha da kötüsü Firavun, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte cüzamdan mustarip olduğunu fark etti.

      Çabucak İbrahim’i çağırtıp şöyle dedi: “Senin kim ve ne olduğunu bilmiyorum. Sen ve kız kardeşin bana bir musibet getirdiniz. Onu kraliçem yapmak istemiştim ama şimdi sana tek sözüm şu: Beni cüzamdan kurtar ve kardeşinle birlikte buradan git. Sana hazineler bahşedeceğim. Yeter ki hemen buradan uzaklaşın.”

      İbrahim, göğsüne taktığı sihirli bir mücevherle Firavun’u sağlığına kavuşturdu. Ardından Sara’yla oradan ayrıldı. Firavun’a son sözleri şunlardı:

      “Sara benim kız kardeşim değil, karımdır. Seni uyarıyorum: Senin torunların, herhangi bir zamanda bizim torunlarımıza zulmetmeye kalkarsa, Tanrı’mız, yani bu evreni yaratan Tanrı, muhakkak Firavun’u yine musibetlerle cezalandıracaktır.”

      İncil'de okuyabileceğiniz üzere, bu kehanet yıllar sonra gerçek olacaktı.

      Kırmızı Terlik

      Kızılgül tatlı mı tatlı küçük bir kızdı. Bu kızın masmavi güzel gözleri, pespembe yanakları ve ressamların resmetmeye bayıldığı türden sırma saçları vardı. Annesi onu dünyaya getirdiği gün ölmüştü. Ama büyükannesi ona büyük bir şefkatle bakıyordu. Öyle ki Kızılgül onu gerçek annesi gibi seviyordu. Küçük kız gerçekten çok mutluydu. Evde veya evlerini çevreleyen ormanda neşeyle dolaşırken bütün gün şarkı söylerdi. Sesi öyle hoştu ki kuşlar onu dinlemek için ağaçlara konup beklerdi. Kız susacak olursa şirin şirin cıvıldayarak şarkıya devam etmesi için onu teşvik ederlerdi.

      Kızılgül, büyükannesinin ondan yapmasını istediği bütün ufak işleri memnuniyetle hallederdi. Bayram günlerindeyse harika bir çift kırmızı deri terlik giyerdi. Babasının ona ilk doğum günü armağanıydı bu terlikler. Aslında ne kendisinin ne de babasının bildiği bir şey vardı: Bu terlikler sihirliydi. Kızılgül’ün ayakları büyüdükçe terlikler de büyüyordu. Kızılgül tek çocuktu. Bu yüzden, normalde terliklerin büyümediğini bilmiyordu. Büyükannesi terliklerin sırrını biliyordu ama söylemiyordu. Babasının aklıysa kendi düşünceleri ve meseleleriyle meşgul olduğundan hiçbir şey fark edecek halde değildi.

      Günlerden bir gün Kızılgül’ün ömür boyu büyük bir üzüntüyle hatırlayacağı bir şey oldu. Ormandan döndüğünde büyükannesi gitmişti ve evde üç yabancı kadın vardı. Kızılgül birden şarkı söylemeyi bıraktı. Yanakları bembeyaz kesildi çünkü bu yabancıların görüntüsünden hiç hoşlanmamıştı.

      “Kimsiniz siz?” diye sordu.

      “Ben senin yeni annenim,” diye cevap verdi üç kadından en büyüğü. “Bunlar da benim kızlarım. İki yeni ablan var artık.”

      Kızılgül korkudan tir tir titriyordu. Üçü de öyle çirkindi ki kızcağız oracıkta ağlamaya başladı.

      Yeni ablaları ağladığı için onu azarladı. Babası gelmiş olmasa onu döveceklerdi. Babası, şefkatle konuşarak olanları anlattı: Tekrar evlenmişti çünkü kendini yalnız hissediyordu. Üvey annesi ve üvey ablaları ona iyi davranacaktı. Ama Kızılgül bunun doğru olmadığını biliyordu. Küçük odasına koşturup çok sevdiği terliklerini sakladı.

      “Benim canım ninemi dışarı attılar. Güzel terliklerimi de benden almak isteyecekler,” diye hıçkıra hıçkıra ağladı.

      Kızılgül bu olaydan sonra bir daha şarkı söylemedi. Hüzünlü bir kız olup çıktı. Ayrıca hiç durmadan ağır işler yapıyordu. Kuşlar bunun nedenini anlayamıyordu. Ormanda peşinden gidiyorlardı ama kız hep susuyordu. Sanki birden dilsiz olmuştu ve gözleri de hep ağlamak üzere gibiydi. Ayrıca kuş dostlarını fark edemeyecek denli meşguldü.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам