Mozart: Bir Yaşam Serüveni. Heribert Rau. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Heribert Rau
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9786057605672
Скачать книгу
yüzden yalnızca Prenses Victoire içten bir dille bu performansı ne kadar beğendiğini belirtti. Kraliçe ise kibarca başını sallamakla yetindi zira kocasının umursamazlığı onun üzerinde tesirini göstermişti.

      Küçük Wolfgang, bir sene önce olsa bu soğukluk yüzünden ağlardı fakat şimdi gözyaşlarının akmasına izin vermeyecekti. Taburesinden kalkıp nota kitabını öfkeyle kapattı ve mağrur bir tavırla babasının yanına gidip şöyle dedi:

      “Haydi baba, gidelim. Bu insanlar müzikten hiç anlamıyor!”

      “Madem öyle istiyorsun, tamam Wolferl,” dedi babası boş yere çocuğu ikna etmeye çalışarak. “Ama hakkında o kadar çok konuşulan küçük Mozart’ın Versay’a gidip de başarısız olduğu duyulunca herkes ne diyecek? Senin yerinde olsam, iki kat daha güzel çalarak Kral’ı ve tüm sarayı müziğine ilgi göstermeye mecbur kılardım.”

      Bunun üzerine Wolfgang’ın mavi gözleri aniden beliren güneş ışığı gibi aydınlanıverdi. Yüzü ışıldıyordu. Kısa süre önce bir çatışmayı kaybeden ama şimdi zaferden emin olarak süvari alayına hücum etmeyi emreden bir general gibi hissediyordu kendini.

      Tekrar piyanonun başına geçti. Önce hafifçe ama tonlarda söndürülmüş bir ateşi gizleyerek çalmaya başladı. Üzerine fırlatılmış bütün o izlenimleri müzikle ifade ederek doğaçlama yaparken vuruşları giderek güçleniyordu. O şatafatlı, havai ve pırıltılı kalabalık; güzel Prenses ile gözleri hüzün dolu Kraliçe, müziğini reddetmiş olan o soğuk ve kibirli kalpler… Bütün bunları hayal kırıklığının getirdiği acı ve hor görülmenin yarattığı öfkenin gizli cereyanı ve gelecek zaferin sevinçli iması olarak ortaya koyacaktı.

      Kral kartlarını atmıştı. Herkes piyanonun çevresine toplanmış, küçük sihirbazın çıkardığı ateşli ve tutkulu nağmeleri dinliyordu. Kral, sanki bunun bir rüya ya da bir tür büyü olmadığından emin olmak istiyor gibi elini alnına ve gözlerine götürdü. Kraliçe’nin üzgün gözleri, sanki yıldızların güzel ve loş ışığıyla aydınlanmaktaydı. Herkes, hatta Prens Soubise ile Pompadour bile ruhlarının derinliklerine kadar etkilenmişti. Soyluluk, saflık ve güzelliğin görünmez kuvveti yakalarından tutup onları önemsizlik bulutunun üzerine kaldırmıştı. En azından o an için kendilerini başka ve daha iyi insanlarmış gibi hissettiler.

      Müziğin iç gerçekliği harikuladedir: İnsan onun sırlarını çözemez, yalnızca onları kabul edip huşu ve zevkle dinleyebilir. Bilim insanları armonilerin ilişkilerini analiz edip açıklayabilir ve bu konuda üstünkörü gevezelik edebilir. Ama bütün açıklamalardan sonra, o muhteşem şey hâlâ eskisi gibi durmaktadır. Filozofun zihni müziği yavaşça parçalara ayırır ve sonuçlara göre kanunu belirler. Yalnızca duyunun almak ve müziğin ise sunmak üzere var olduğunu, her ikisinin de açıklanamadığını bilir. Durgun ve yavaş bir nefes gibi ciğerlerinden çeker onu. Fakat bu yumuşak, durgun nefes artık dayanılmaz bir güç olmuş, filozofun ruhunu ele geçirip saadet dolu bir yaşam seliyle doldurmuştur. Öyle ki bu selin dalgaları onu bunaltıcı kaygılar ve acılarla yüklü zavallı varlığının tepesine çıkarır. Sonra içindeki adam, tıpkı bir dev, tıpkı ipleri çözülmüş bir titan gibi uyanıverir. İlahi güç titremektedir içinde. Evreni dolduran ebedi Varlık’a vermiştir kendini farkında olmadan. Yüce Yaradan’ın dilini işitir ve idrak eder. Hakikaten kendisi de bir yaratıcı haline gelip ruhunun uçsuz bucaksız derinliklerinden coşku ve harikalarla dolu yeni dünyalar çıkarır.

      İşte burada, anlamsızlık ve yozlaşmanın karnaval günlerindeki ışıltılı Versay Sarayı’nın ortasında en azından birkaç saniye için durum böyleydi. Sanki medeniyetin bu Sodom ve Gomore’sine birden temiz bir hava getiren bir rüzgâr esmişti. Bir başka dünyanın büyülü ve tatlı çiçek kokularıyla dolu bir rüzgâr. Bir an için her göğüs, bu kayıp cennetin rayihalı havasını, çocuksu bir coşkuyla derin derin içine çekti. Bu cennet bahçesinin uzun zamandır onlara kapalı olduğunu, kendi vicdanlarının meleği tarafından korunup bilinçli suçluluk duygusunun alev almış kılıcıyla savunulduğunu unutmuşlardı.

      Wolfgang icrasını bitirmişti. Kral’ın yüksek sesle “Bravo!” demesi, bir alkış tufanının başlaması için işaret anlamına geliyordu. Versay Sarayı’nda yeterince nadir bir şeydi bu. Fakat XV. Louis’nin ciğerparesi Prenses Victoire, çocuk sanatçının yanına koşturup onu kucaklamış ve öpücüklere boğmuştu.

      Madame Pompadour oğlanı daha yakından görmek istediğini söyleyince Kral, bu tür özel zamanlarda teşrifatçı görevi gören Monsieur Hebert’e bir işaret yaptı. Bunun üzerine bu kibar beyefendi, bir dünya kibar lafla Wolfgang’ı hemen markizin yanına getirdi.

      “Küçücük bir mahlûk”, diye haykırdı kadın şaka yollu. “Fakat gerçekten de büyük bir dâhi! Onu hemen kaldırıp önümdeki masaya koyun!”

      Teşrifatçı, görkemli küçük adamı kaldırmanın en iyi tarzı konusunda biraz tedirginlik göstererek nadir bir zarafetsizlikle bu emri yerine getirdi. Markiz karşısında duran çocuğa nezaketle bakmaktaydı. Sonra Wolfgang, o Almanlara has tarzıyla birden onu öpmek için öne doğru eğildi. Fakat mağrur hanım, bu hareket üzerine geri çekilip kibirli bir tavırla sırtını dönünce çocuğun yüzüne ateşler bastı.

      “Ha!” diye bağırdı öfkeyle. “Bu kimmiş de beni öpmüyor? Biraz önce İmparatoriçe beni öpmemiş miydi?”

      Neyse ki bu patavatsız sözleri Almanca söylediği için oradakilerden hiçbiri bir şey anlamamıştı. Tabii, Prenses Victoire hariç. Bu hadise Prenses’i pek keyiflendirmişti.

      Prenses Adelaide, çocuğun yeteneğini sınamak için kendi yazdığı bir şarkıya doğaçlama olarak eşlik edip edemeyeceğini sordu. Wolfgang hiç tereddüt etmeden piyanonun başına oturup şarkıya zarif bir şekilde eşlik etti. Bununla da kalmayıp şarkının on nakaratının her birine yeni ve farklı bir eşlik yazdı. Çocuğun yaratıcılığını denemek için Prenses emretmişti bunu.

      Akşamın geri kalanı boyunca Prenses Victoire, Wolfgang’ı kucağından neredeyse hiç bırakmadı. Göğsünden bir elmas broş çıkarıp çocuğun göğsüne taktı. Kraliçe de onu bir anne şefkatiyle okşayıp öpmeye doyamıyordu.

      Birkaç hafta sonra Baba Mozart ve küçük Wolfgang, kraliyet ailesinin Chisy-le-Roi’daki sayfiye evinde Fransa sarayına veda etti. Kraliçe ile prensesler, Wolfgang’a pahalı armağanlar vermişti. Şimdi paha biçilmez bir hediyeyle onları onurlandırmak sırası Wolfgang’daydı. Gerçi o zamanlar bu hediyenin kıymetini pek az takdir etmişlerdi. Fransa’da geçirdiği bu birkaç hafta boyunca yayınlanan ilk iki eserini bestelemişti (Üstelik henüz sadece yedi yaşındaydı!). Her bir opus,13 keman eşliğinde iki piyano sonatından oluşuyordu. Bunlardan birincisi Prenses Victoire’a, ikincisi ise Kontes Tessé’ye adanmıştı.

      Küçük Mozart, iyilikleri ve takdirleriyle kalbini kazanmış olan hanımlara bu iki besteyi getirip kendi elleriyle sundu.

      Onlar için sonatları her zamanki becerisiyle icra ettikten ve övgüleri ile teşekkürlerini kabul ettikten sonra ayrılma vakti geldi. Genç prensesler elveda demek üzere çocuğun yanına geldi. Fakat Wolfgang birden sırtını dönüp terasa açılan uzun pencerelerden birinden atlayarak parktaki ağaçlar arasında gözden kayboldu. Prensesler şaşkınlık içindeydi. Başarının çocuğun başını döndürdüğüne ve aklını yitirdiğine inanacaklardı az kalsın. Ama bir de ne olsa beğenirsiniz! Küçük Mozart’ın kaybolduğu açık pencereden içeri tatlı bir nağme giriyordu. Park şapelindeki büyük orgun sesiydi bu.

      Çocuk kendi veda etme tarzını seçmişti. Kalbi kibar konuşmalar yapamayacak kadar yüklü, acısı ise kelimelerle ifade bulamayacak kadar samimiydi. Müzik, veda için kullanabileceği


<p>13</p>

Müzik eseri. (ç.n.)