Mozart: Bir Yaşam Serüveni. Heribert Rau. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Heribert Rau
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9786057605672
Скачать книгу
yüzüydü.

      Nannerl’in icrasını da çok beğenmişlerdi ancak kardeşinin yaşı, muhteşem kavrayış gücü ve icra yeteneği, kızın performansını nispeten gölgede bırakmıştı.

      İmparatoriçe, böyle iki çocuğu olduğu için ne kadar şanslı olduğunu söyleyerek Baba Mozart’ı tebrik etti. “Hayatta tüm mutluluklar onların olsun. Yüce Tanrı size büyük bir armağan bahşetmiş ama bununla birlikte omzunuza büyük sorumluluklar da yüklemiş bulunmakta. Zira tabiatın böylesine harikulade şekilde başlattığını eğitimle tamamlamamak bir suç olacaktır,” dedi.

      “Majesteleri,” diye cevap verdi Mozart içten bir tevazuyla. “Tanrı’nın bu büyük merhametini kesinlikle hissetmekteyim. Ömrümü hangi göreve adamam gerektiğini çok iyi anlıyorum. Yüce Tanrı bu çocukların eğitimini tamamlamak için gerekli imkânları sağlamayı dilediği takdirde, benim tarafımdan bir kusur söz konusu olmayacaktır.”

      “İmkânlar sağlanacaktır,” dedi Maria Theresa. “Prusya ile süren şu talihsiz savaş olmasaydı, çocukların bütün eğitimini kendimiz üstlenmek isterdik. Yine de şu an için ne mümkünse yapılacaktır. Bir süre Viyana’da kalacaksınız, değil mi?”

      “Planlarımıza uymasa da Majesteleri’nin zarif suali benim için bir emirdir. Burası müzisyenlerin kenti, bir sanat başkenti. Çocukların kariyerlerine başlaması için Viyana’dan iyi bir yer olabilir mi?”

      “Çok doğru!” diye cevap verdi İmparatoriçe. “Peki, asilzadelerimizi beğendiniz mi? Umuyoruz ki sizin çocuklarınız gibi yükselen sanatçılarla ilgilenirler!”

      “Kesinlikle!” dedi Baba Mozart. Fakat aynı zamanda Orkestra Şefi Muavini’nin dudaklarında tuhaf bir tebessüm belirince, Maria Theresa bunun sebebini sordu.

      “Elbette bizi nezaketle kabul etmenizden şikâyet edemeyiz,” diye cevap verdi Baba Mozart. “Ama keşke harika çocuğa duyulan hayranlık yüzünden sanat göz ardı edilmese.”

      “Biliyorum,” diye karşılık verdi İmparatoriçe. “Ne var ki durum, bütün büyük şehirlerde Viyana’dakiyle aynı. Dünyaya mucizeler şart zira içinde bulunduğu ennui’den7 ancak mucizelerin fevkaladeliğiyle uyanabilir. Sırf moda oldu diye yahut bir başkasının başarılarını kıskandığı için müzik yapanlar her yerde bulunabilir. Müzik kurallarını ya da hocaların performanslarını nasıl da baykuşlara has bir bilgelikle tartışırlar! Lakin Herr Orkestra Şefi Muavini, müzikten anlayan biz azınlığın hüküm gücü, bu sığ beyinlerin gevezeliklerinden yüz kat ağır basacaktır.”

      Odanın İmparator ile Wolfgang’ın konuştuğu tarafından bir anda yükselen kahkaha, bu sohbeti bu noktada böldü. Maria Theresa şaşkınlıkla etrafına baktı. Gözlerinde öfkeye benzer bir şey parlıyordu. Ancak kocası yanına gelip şunu anlattığında gülümsemekten kendini alamadı: İmparator, çocuğa “Sence eski zamanların en büyük müzisyeni kim?” diye sormuştu. Wolfgang ise “Eriha surlarını yıkan borazancı!” diye cevap vermişti.

      Saraydan ayrılacakları zaman gelip çatınca, Maria Theresa oğlanı kucaklayıp anne şefkatiyle öptü. Sonra Nannerl’e elini uzatıp veda etti. Böylece ayrıldılar. Wolfgang ve Nannerl, ellerinde birer güzel elmas yüzük tutuyordu. Baba Mozart’ın yüzü ise hoşnutluk ve gururla parlıyordu.

      Beşinci Bölüm

      Bir Sürpriz

      Wolfgang’ın yedinci yaş gününde, Salzburg’da çok soğuk bir kış hüküm sürmekteydi. Fakat kentin “harika çocuk”unun yüreğinde mevsim bahardı. Kar ve buz, mermer bir mezar gibi toprağı hapsetse de çocuğun ruhunda yalnızca gün ışığı ve şarkılar vardı. Aylar ilerledikçe, onun için müziğin geçici bir heves değil yaşamının tutkusu olduğu aşikâr hale geldi. Ahenkli sesler neredeyse, mutluluğu da oradaydı. Daima neşeli yüzünü uyumsuz sesler ve gürültülerden başka bir şey asamazdı.8

      Nihayet mayıs ayı geldi. Tarla kuşlarının neşesi ve bülbüllerin şakımaları duyuluyor, açan ilk çiçeklerin renkleri ve kokusu etrafı sarıyor, ağaçların dalları güçlenirken gonca çiçekler büyüyor ve dört bir yanda milyonlarca yeni hayat filizleniyordu. Çocuğun göğsünde neşe dolu şarkılar yükselip sevinçli melodiler akıyordu. Hızlanan yaşamı, çiçek tomurcukları gibi yeni filizler veriyordu. Ruhunda yaratıcı çaba yönünde kuvvetli bir dürtü uyanmaktaydı. Bütün dünya fazlasıyla dar ve sınırlı gözüküyordu. Onun dünyası müzik diyarıydı ve sınırları, diğer her şeyden önce genişletilip büyütülmeliydi.

      “Piyano artık hoşuma gitmiyor!” dedi bir gün. “Keman öğrenmeliyim.”

      Birkaç hafta sonra eski dostları Schlachtner, Adlgasser ve Lipp, Orkestra Şefi Muavini’nin evinde toplanmıştı.

      Çok güzel bir bahar günüydü. Gökyüzü koyu mavi bir deniz halinde alçalmıştı. Yeni filizlenen bitkilerin ışıltılı yeşili insanlığa gülümsemekteydi. Taptaze, serin ve tertemiz bir tebessümdü bu. Âdeta yeni yılı selamlayan mahcup sabah vaktiydi, o denli aydınlık ve kısa. Çünkü yükselmekte olan güneş birazdan tarlaları ve ormanları en derin renklerle yıkayacaktı. Çocukluğun masum kahkahası sıcak havanın ve yaşam tutkusunun altında solup daha hüzünlü bir ciddiyete yerini bırakırken bile.

      Ama bugün tabiatın yüzünde hüzünden eser yoktu. Her şey neşe, kahkaha ve gençlikten ibaretti; yaşamla, güvenle ve umutla doluydu!

      Orkestra Şefi Muavini’nin küçük bahçesinde de çok kıymetli ve nadir çiçekler açmış, ıtırlar yayılmıştı. Bahçenin sınırları boyunca laleler o gururlu ihtişamlarıyla yükseliyor, sümbüller her köşeye enfes kokularını saçıyordu. Öte yandan, koca elma ağacının çevresinde binlerce arı vızıldayıp uğulduyordu. İşte küçük grup, yeni açmış narin çiçeklerle kaplı bu ağacın altında toplanmıştı.

      Ev işleriyle meşgul olan Frau Mozart, evde kalmıştı ama bir tür müzik pikniği için buluşmuş olan kocası ve arkadaşlarına bol şarap ve soğuk yemek göndermeyi ihmal etmemişti. Ayrıca şimdi mütevazı sayfiye evinin asma yaprakları altında kar gibi beyaz örtüyle örtülmüş olan sofrayı kurması için de küçük Nannerl’i yollamıştı. Nannerl eserine son dokunuşları yaptıktan sonra emeği için babasından bir öpücük alıp oradan ayrılmak üzereydi ki Wolfgang, Orkestra Şefi Muavini’nin bir başka arkadaşıyla geldi.

      Bu kişi, kemancı Wenzel’di. Müzik bilgisini tamamlamak amacıyla bir süredir Baba Mozart’tan beste dersleri almaktaydı. Biraz süslü, şık giyimli bir adamdı. Nadir güzellikte elleri ve ayakları vardı. Ardıç meyvesini andıran kara ve küçük gözlerini, neredeyse korkutucu bir şekilde yuvarlayıp duruyordu. Fakat küçük ve huzursuz olsa da bu gözlerden ateşli ve duygulu bakışlar fırlıyordu. Peruğunun altında hemen hemen gizlenmiş olan ince yüzü, büyük bir zekâ ifadesi taşımaktaydı.

      Baba Mozart bu genç adamı (en azından kendi yaşıyla kıyaslandığında gençti) pek severdi çünkü kontrpuan bilimini olağanüstü bir hızla öğrenmişti ve beste konusunda inanılmaz bir yeteneğe sahipti. Bu yüzden yeni misafiri ellerini sevinçle uzatıp karşıladı. Bu sırada Wolfgang’ın sayfiye evine gizlice girdiğini fark etmemişti. Çocuk, arkasına götürdüğü iki elinde bir şey saklıyordu.

      “Burada, Tanrı’nın hür tabiat dünyasında bize katılmana çok sevindim, sevgili Wenzel,” dedi Orkestra Şefi. “Baksana, her şey nasıl da ışıl ışıl ve güzel kokulu. Ya şu hava! İnsanın derin derin yudumlayası geliyor. Oysa hemen ötedeki şehir ne kadar da boğucu, kalabalık ve bunaltıcı!”

      “Ah, evet, Herr Orkestra


<p>7</p>

(Fransızca) Can sıkıntısı, usanç, melankoli. (ç.n.)

<p>8</p>

Oulibicheff’in aktardığı bir olay, Mozart’ın son derece hassas bir tabiata sahip olduğunu ortaya koymaktadır. On yaşına kadar (arkadaşı Schlachtner’in en sevdiği enstrüman olan) trampete karşı üstesinden gelemediği bir tiksinti duyuyordu. Ona göre bir kapristen ibaret olan bu duyguyu aşabilmesi için babası, bir defasında çocuğun kulağının dibinde birden trampet çaldı. Küçük çocuk zangır zangır titreyip sanki bir darbeyle devrilmiş gibi yere çöktü. Daha sonraları Mozart, bu isteksizliği yendi. Öyle ki bir orkestrada trampetleri etkili kullanmayı ondan daha iyi bilen yoktu.