Mozart: Bir Yaşam Serüveni. Heribert Rau. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Heribert Rau
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9786057605672
Скачать книгу
için sürekli küçük parçalar besteliyordu. Bu parçaların çoğu korunmuş olup dileyen herkesçe incelenebilir.

      Babası, çocuğunun yeteneklerinin sıradan olmadığını büyük bir ferasetle görmüştü. Bu yüzden oğlunun eğitimine zaman ayırmak için diğer bütün işlerini bıraktı. Çocuk yalnızca müzikte tuhaf bir hız ve güç göstermekle kalmıyordu. Diğer bütün derslerinde, bilhassa müzikle gizemli bir bağlantıya sahip matematikte harikulade bir beceri sergiliyordu. Hiç kimse bu çocuk hakkında ne düşüneceğini bilmiyordu. Etrafını saran sıradan insanlar arasında bir başka ırka ait bir varlıkmış gibi dolaşıyordu. Ona ne öğretilirse öğretilsin, sanki ruhu o konuya önceden aşinaydı. Yalnızca küçük bir ipucu ve telkinle anımsayacağı bazı sönük hatıralardı bunlar. O çocuksu fakat bilge gözlerinin içine bakıp ifadesinde tüm tatlı tecrübelerin kümelendiği o güzel ağzını izlediğinizde bu acayip hayatın, daha masum bir ülkede önceden yaşanmış olduğunu hissedebilirdiniz. Bu ülkede bilgelik doğuştan gelen bir hak ve müzik ise ruhların ortak diliydi.

      İki sene hızlıca geçip gitti ve Wolfgang altı yaşına geldi. Artık koca dünyanın kapıları bu çocuğa açılacaktı. Babasıyla birlikte Salzburg’dan ayrılıp uzun bir yolculuğa çıktı.

      Bir dâhi için, hele de genç bir dâhi için sonu olan her şey sonsuzdur. En azından dünyanın sıradan işleriyle henüz lekelenmemişken ve sabah çiyiyle ıslanmış kanatları yükseklerde süzülecek kadar güçlüyken. Göz; uzaklık, yükseklik ve derinliği görür fakat sınırları ve kısıtlamaları göremez. Mavi gökyüzü ve mavi okyanus aynı şekilde uçsuz bucaksız görünürken, anlık keder bir ebediyet gibi gelir. Neşe ile güzellikse ölümsüzdür.

      Salzburg, küçük Mozart için bir dünya olmuştu. Bu şehrin sokakları sonsuz manzaralardı ona göre. Nereden gelip nereye çıktığını bilmediği bu sokaklar (tek bildiği evinin burada olduğuydu) merkeze ulaşıyordu. Dünya ile hayat, yani çevresi işte oradaydı. Eğer bütün o kısa tecrübeler ve küçük şehrin manzarası, çocuğun düşler âlemindeki yüreğinde çoktan müziğe dönüşmüşse şimdi dağlar, ormanlar, nehirler, yaşayan insanların oluşturduğu kalabalıklar ve engin deniz ona ne verecekti? Yolculuk günbegün devam ederken, o çocuk gözlerinin önünde açılan her yeni manzara ve her yeni sahnenin, Mozart’ın yüreği için bir mesajı vardı. Hepsinin arasından bir ses, dışavurulmak için çocuğa sesleniyor gibiydi. Doğa ve Yaşam, büyülenmiş iki dilsiz cin, sanki yalvarırcasına kollarını ona uzatmış sonsuz ıstırapları ile ölümsüz ve muzaffer sevinçlerini anlatabilmek için ondan müziğinin sesini dileniyordu.

      Gittikleri her yere onlardan önce küçük Mozart’ın şöhreti varıyordu. Her sarayda harikulade yeteneğini göstermesi gerekiyordu. Fakat çocuğun yeteneğini büyük bir keyifle sergilediği tek yer saraylar değildi. Sessiz bir yerde, mesela ıssız bir şapelde muhteşem melodilerle veya neşeli nağmelerle sessizliği doldurmak, onun en büyük zevkiydi.

      Büyük bir org çalma deneyimini ilk kez Tuna kıyısındaki küçük bir kasabanın manastırında yaşadı. Bütün gün o muhteşem nehir üzerinde yol alıp yıkık dökük harabeler, somurtan kaleler, sarp kayalıklar arasına gizlenmiş manastırlar, yükselen yamaçlar ve güneşli vadilere kurulmuş sessiz köyleri geçtiler. Bazen de süzülüp giden nehirden geriye doğru açılan derin bir vadi görüyorlardı. Dipsiz gölgeli vadinin oyuk ve uzak mavisi, ıssızlığı ve sakinliği, çocuğun kalbini loş ve geniş bir katedral gibi heyecanlandırıyordu.

      Baba Mozart, orgu görmesi için Wolfgang’ı şapele götürdüğünde, o gün birlikte seyahat ettikleri keşişler manastırın yemekhanesinde akşam yemeği yiyordu. Çocuk sabahtan beri pek suskun ve düşünceliydi. Ama şimdi huşu içinde gözlerini dikmiş, boş kilisenin gölgelerinde karaltı gibi gözüken o büyük enstrümana bakarken, hüzünlü ruh halinden kurtulup eski canlılık ve neşesini geri kazanmıştı. Yüzü dingin bir memnuniyetle aydınlanmıştı ancak başını kaldırıp orga bakmakta olan o küçük bedenin her hareketi ve tavrı, hayretle karışık bir hürmet ifade etmekteydi. O kocaman borularda şimdi bile hangi sesler uyukluyordu acaba? Bir kere uyandırılsa, gün boyu karşılaştıkları manzaraların ona gösterdiği bütün o dilsiz güzelliğe ses verebilirdi: Yaşam ve ölüm, bugün ve geçmiş, sakin nehir ve metruk harabeler, tükenmez gün ışığı ile hemen yanındaki tükenmez gölge.

      “Baba, orgun ayağındaki şu pedallar ne işe yarıyor anlatır mısın? Sonra da orgu ben çalayım!” dedi çocuk.

      Babası çok memnun bir halde bunu kabul etti. Sonra Wolfgang iskemleyi kenara ittirdi. Baba Mozart koca körükleri doldurunca minik orgcu pedalların üstüne çıkıp basmaya başladı. Sanki bu enstrümanın nasıl çalındığına dair hiç açıklamaya ihtiyacı olmamış gibiydi.

      O derin sesler, eski kilisenin kasvetli sükûnetini nasıl da dağıtmıştı!

      Yemekhanede akşam yemeklerini yiyen keşişler, sesleri işitince hayretten ellerindeki çatal ve bıçakları düşürdüler. Cemaatin orgcusu da aralarındaydı fakat ömründe böylesi bir güç ve özgürlükle org çalmış değildi. Dinlemeye devam ettiler. Kiminin benzi atmıştı, ötekiler ise haç çıkarıyordu. Sonunda başrahip ayağa kalkıp cesaretini topladı ve şapele koşturdu. Diğerleri de peşinden geldi ama org yerine baktıklarında bir de ne görsünler! Ortalıkta orgcu falan yoktu. Buna karşın, o derin sesler, yeni armoniler halinde yığılmaya devam ediyor ve kuvvetleriyle taş kemerleri titretiyordu.

      “Şeytan’ın ta kendisi bu!” diye haykırdı keşişlerin sonuncusu arkadaşlarına daha da yanaşıp omzunun üzerinden karanlık koridora korkuyla bakarak.

      “Bir mucize bu!” dedi diğerleri. Ancak grubun en cesur üyeleri org yerine giden merdivenleri çıktıklarında şaşkınlıktan donakaldılar.

      O küçük suret oracıkta durmuş, bu pedaldan o pedala basıp bir taraftan da minik ellerinin tepesindeki tuşları kavrıyor, sanki birer menekşeymiş gibi o muhteşem akortlardan avuç avuç topluyor ve sonra bunları arkasındaki karanlığa fırlatıveriyordu. Hiçbir şey duymuyor, hiçbir şey görmüyordu. Yalnız gözleri yıldızlar gibi parlıyordu, yüzü ise coşkulu bir sevinçle aydınlanmıştı. Armoniler daha yüksek ve tok bir şekilde yükselerek kabaran dalgalar halinde ileri akıyordu. Nihayet hepsi birlikte güneşli bir sahile vuracaklardı. Sonra en hafif melodilerin fısıltılı bir dalgacığı, tıpkı bir rüzgâr arpının mırıltısı gibi bir an için havada süzüldü ve ardından sessizlik hâkim oldu.

      Dördüncü Bölüm

      Viyana Sarayı

      Küçük Mozart’ın dünyevi anlamdaki ilk zaferi Viyana’da gerçekleşti. Burada Arşidük Joseph’in huzurunda müziğini icra etti ve asilzadeler arasında hemen bir heyecan yarattı. Sonra ardı ardına şaşaalı akşam yemekleri ve partilere davetler aldı. Küçük virtüözün icrası bu davetlerin doruk noktasıydı. Çok geçmeden İmparatoriçe Maria Theresa ve saray halkı huzurunda çalması için bir davet geldi.

      Baba Mozart ve iki çocuğu, İmpratoriçe’nin huzuruna çağrılana dek gurur, endişe ve heyecanla karışık duygularla giriş salonunda beklemekteydi.

      Sonunda kapı açıldı. Sekizgen şeklinde muhteşem bir odaya girdiler. Odanın sekiz köşesinin dördü altın çerçeveli devasa Venedik aynalarıyla kaplıydı. Diğer iki köşesinde büyük pencereler vardı, bunların yarısı kat kat salkım ipek perdelerle örtülüydü. Geriye kalan iki köşe ise katlamalı kapılardan girişe ve iç odalara açılıyordu. Sekiz koluna tuhaf ve karmaşık desenler oyulmuş, altın işlemeli masif gümüşten kocaman bir avize, aynı metalden ağır bir zincir yardımıyla freskli tavandan sarkıyordu. Duvarlar, üzeri rengârenk çiçeklerle süslenmiş beyaz ipek örtülerle kaplıydı. Mobilyalar ise aynı zengin malzemeyle döşenmiş