Mozart: Bir Yaşam Serüveni. Heribert Rau. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Heribert Rau
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9786057605672
Скачать книгу
olarak kalmasından korkuyorum. Nitekim bu dâhilerin çoğunlukla böyle olduğu ortaya çıkar.”

      “Fakat sevgili dostum ve kardeşim, unutma ki genç Amadeus Mozart’ın bugüne kadarki hikâyesi bu korkunun yersiz olduğunu gösteriyor. Bize Viyana’dan, Paris’ten ve Londra’dan onun hakkında yazılanları düşün. Viyana’da iki opera besteledi. Şimdi ise bu on dört yaşındaki genç, sanki dünyanın en kolay işiymiş gibi bir sonraki Milano Karnavalı için yeni bir opera üzerinde çalışıyor.”

      “Evet,” diye karşılık verdi Peder Martini, Lachrima Christi’sini endişeli bir şekilde yudumlayarak. “Ama artık İtalya’ya adım attı. Yalnızca bir eğlence yahut beceri gösterisi alanı olarak değil soylu ve gizemli bir sanat olarak müzikle yüz yüze geldi. Onu Filarmoni Akademisi’ne sokabilirsek, bir cavaliere filarmonico olarak İtalya’da kariyeri kesin olacaktır. Ne var ki korkunç bir çileyi aşmak zorunda kalacak!”

      “Ne yapılabilir bakacağız,” diye cevap verdi Farinelli. “Şu muhakkak ki genç Mozart son iki yılını en büyük üstatları ihtimamla çalışarak geçirdi. Stradella, Carissimi, Scarlatti, Leo, Hasse, Bach ve Handel, onun için tanıdık ruhlar. Babası buna tanıklık ediyor. Dilimizi mükemmel şekilde konuştuğu için İtalyan sanatçıları rahatlıkla anladığını da biliyorum. Korkma Martini! Dehanın olduğu yerde, ona yol gösteren Tanrı’nın parmağı da vardır.”

      “Bunu hatırlamak bir teselli,” diye cevap verdi Fransisken. “Bana gelince, o ışıl ışıl güzel yüzü ve tepemizdeki gökyüzü kadar derin ve mavi tutkulu gözleriyle genç maestro kalbimi çaldı!”

      “Sevgili Martini,” dedi arkadaşı ciddiyetle öne eğilerek. “Bir itirafta bulunmama izin ver. Bu genç müzisyenin görünüşü daha önce binlerce kez ve her defasında ıstıraplı düşüncelerle aklıma gelen bir şeyi tekrar hatırlattı bana.”

      “Nedir o?” diye sordu Fransisken.

      “Ayrılık ve çok yakında söylenecek olan elveda sözcüğü! Genç maestronun ruh dolu o kocaman gözlerine baktığımda bu gözlerin müzik için yeni bir günü müjdeleyecek sabah yıldızları olduğunu ayan beyan görebildim. Sevgili kardeşim, çevremizi akşam alacası sarmış ama orada sabah kızılı parlıyor!”

      “Bunun ne önemi var?” diye sordu Peder Martini, bu sırada huzur ve memnuniyet dolu bir gülümseme yayılmıştı soylu yüzüne. “Ferdin yaşamı ve toplumun yaşamı, yalnızca ışık ve gölgenin, sabah ve akşamın, çiğ düşmüş gonca ile dalından kopmuş çiçeğin ebedi değişimleriyle var olur.”

      “Bunu iyi biliyorum!” diye karşılık verdi Farinelli. “En büyük başarı için güle oynaya gidemeyecek kadar çocuk olduğumu düşünme. Yalnız şu ayrılık, şu veda olmasaydı önümde!”

      Farinelli bu sözleri duymamış gibiydi. Sanki hatıralarda kaybolmuştu. Bir saniye sonra bir yanlış anlamayı açıklığa kavuşturuyor gibi sözlerine devam etti:

      “Geride kalan sevinçlerden şikâyet ediyor değilim fakat kim bilir ne kadar kısa bir süre sonra kendimi korunmuş ve evimde hissettiğim bu çevreden, yaşamımın bir parçası haline gelen bütün bu durum ve meşguliyetlerden ayrılmak zorunda kalacağım. İnsanın kalbine böylesi bir kuvvetle tutunan şey, o önemli meseleler veya üstün sevinçler değil; veda etmenin büyük ıstırap verdiği küçük ilgiler ve zevkler yani fark edilmeyen menekşelerdir. Acımasız bir kader, bütün bir yaşamın servetini demir eliyle kavradı mı insanın göğsünde güçlü bir irade ayaklanıp sakin bir cüretkârlıkla haykırır: ‘Al onu öyleyse. Onsuz da yaşayabilirim!’ Ardından soylu bir öz saygı, matem acısının üstesinden gelir. O zaman umutlarımızın yıkıntıları arasında sebatla ve gururla dururuz. Fakat kader ardı ardına büyük beklentileri ele geçirir, ömürlerimizden çiçekleri birer birer koparır ve günlerimizin resmindeki renkler solar ta ki önümüzde soğuk ve gri bir manzara kalana kadar. İşte o zaman isimsiz bir hüzün kaplar insanı ve yüreğinin titrediğini hisseder.”

      “Ama dostum!” diye karşılık verdi Fransisken, “Öyleyse bütün bu sevinç ve üzüntüleriyle hayat nedir? Hakikaten akşam alacasındayız ve etrafımızdaki her şey kaybolmakta. Yerküredeki her şey gibi bizler de geçip gidiyoruz. Bir an gelir ve böyle yapmak hoşuna gittiğinden insan ‘Bekleyin beni!’ der fakat daha bu sözleri söylerken o an kaybolup yerine bir diğeri geçmiştir. Saniyeler ne kadar hızlı olsa da imgeleri bizimle kalır ve o imgelerin içimizde uyandırdığı yankılar bizi ebediyen kutsayabilir. Görüyorsun ya kardeşim, matemin başkalaşmasıdır bu. Yaşamın sevinçleri, sadece mütemadiyen yok olan ve yerine yenisi konan anlardan oluştuğu için değil, aynı zamanda da en çok uzaktayken ışık saçtığı için gökkuşağı gibidir. Hem, Tanrı bizi çoğu insandan daha fazla kutsamış değil midir? Bize neşe dolu bir ihtiyarlık, asil bir işin ve yaratmanın sevinci ile ilahi sanat için kutsal bir şevk bahşetmedi mi? Bize birbirimizi vermedi mi? Ah, kardeşim! Akşam alacasını hiçbir sabah kızılına değişmem!”

      “Evet!” dedi Farinelli, arkadaşının elini heyecanla kavrayarak. Yüzü ise dostluk ve minnettarlık dolu bir tebessümle aydınlanmıştı. “Nice mutlu saatler için Tanrı’ya şükretmeliyim. Bilhassa da bu saatler, çocukluk yıllarının aksine ardında acı bir tat bırakmadığı için.”

      “Sessiz bir mutluluk için gerekli şartları kendi içimizde haiz olduğumuzu en azından kendimize itiraf edebiliriz,” diye ekledi Peder Martini gülümseyerek. “Yaşamı tüm derinliği ve saflığıyla kabul eden ve sürekli gelip geçen fırtınalı anlar arasında daimi ve ölümsüz olanı ayırt edebilen ruhun o tefekkür halini kastediyorum. Ayrıca tutkuların dev savaşlarının bozamadığı ve kıskançlık veya disiplin edilmemiş heveslerden uzak olan o şen dinginlikten söz ediyorum. Bu iki lütfuyla Tanrı bize bir teleskop vermiştir. Bu teleskopla insanın içsel gözleri, sonsuz yaşamın akıp giden yıldız takımlarını keşfedebilir. Yalnızca onun vasıtasıyla, dünyevi erdem ve güzelliğin loş bulutsularının arasından uzaktan ve hafifçe fark edilir öteki dünyaların yıldız ışığı. Bu ışık ki geleceğin uçsuz bucaksız karanlığında bize varlığımızın ölümsüzlüğünü gösterir!”

      O anda kütüphanenin kapısı açıldı ve hizmetçi gelen misafiri haber verdi: “Signor Amadeus Mozart!”

      İkinci Bölüm

      Il Cavaliere Filarmonico 16

      İtalyanlar coşkularını ifade ederken pek savurgandır çünkü kalplerinden gelir bu. Genç Mozart, hiçbir yerde İtalya’da olduğu kadar sıcak karşılanmamış, böylesi bir yaygın hüsnüniyet görmemiş ve böyle hızlı takdir edilmemişti. Bu ülkede, bilhassa da Bologna’da hem asilzadeler hem de sanatçılar arasında samimi dostlar ve müttefikler bulması çok hızlı olacaktı.

      Fakat Amadeus17 bu sonuçtan ne kadar mutlu olsa da insanların takdiriyle başı dönmeyecek kadar çocuksu bir ruha sahipti. Yaşı ve dış görünüşü bir çocuk olduğunu gösterse de müzikal gelişim bakımından yetişkin bir adamın ruhunu taşıyordu. Bologna’dayken asıl düşüncesi, o dönemde müzik dünyasının lideri olan Filarmoni Akademisi’nin dürüst jürisince bir maestro olarak tanınıp İtalyanların âdeta taptığı ve müzik konusundaki yargılarının tüm Avrupa için belirleyici olduğu Peder Martini’nin onayını kazanmaktı.

      Bu yüzden Wolfgang, bugün villa Farinelli’yi ziyaretinde Akademi Başkanı’na en derin saygıyla ve hakiki dehaların yine hakiki dehalara canı gönülden gösterdiği samimi hayranlıkla yaklaşmıştı. Çocukken “Tanrı’dan sonra babam gelir!” demişti ya, işte şimdi buna “Babamdan sonra da Peder Martini gelir!” sözünü ekleyebilirdi.

      Mozart,


<p>16</p>

Il Cavaliere Filarmonico: İtalyanca “Filarmoni Şövalyesi” anlamındaki bu unvan, Filarmoni Topluluğu üyelerine verilmekteydi. (ç.n.)

<p>17</p>

İtalyanlar, müzikal dillerine daha çok uyduğu için Mozart’a Wolfgang yerine Amadeus demiştir.