Diğer zamanlarda Defne kendi başına, türlü türlü ruh hallerinde olurdu. Yanlarına fazla yaklaşmaz, zamanını o an canı ne yapmak isterse onu yaparak geçirirdi. Sabit bir noktaya bakarken ya da oturma odasında televizyon izlerken Ela’nın kendisine tepside götürdüğü yemeği sessizce yerdi genellikle. Ya da birden yok olup giderdi, haber bile vermeden. Defne ilk kez sosyal bir varlık gibi davranıyor, aralarına katılıyordu ve bu kez yüzü solgun değildi, yanakları pembe pembeydi.
Masaya oturduklarında Ela ile Defne tatlı bir sohbete dalmışlardı bile. Kızarmış balıkların ne kadar lezzetli ve taze olduğu hakkında başlayan sohbetleri okul yıllarında, Eminönü’nde yedikleri balık ekmeklere kadar uzamıştı. Alp, Ela ile Defne’nin ortak noktalarının, yaşanmışlıklarının, biriktirdikleri anıların bu kadar çok oluşunu gerçekten de kaldıramaz duruma gelmişti. Gerçek derdi, onları birbirine bağlayan bu ortak yönleri gördükçe Ela ile yarı deli arkadaşı Defne ve onun sorunlarından başka hiçbir ortak noktaları olmadığını fark etmesiydi.
“Defne, bu gece çok güzel, balıklar güzel, sen de güzelsin! Fakat esas söylemek istediğim bu değil,” diyerek birdenbire söze girdi keskin bir sesle Alp.
Defne ve Ela şaşkınlıkla birbirlerine bakarken neler olacağını az çok bilen Ela’nın kalbi de artık o görülmez el tarafından sıkılmaya başlamıştı.
“Alp, balığın soğuyacak ne söyleyeceksen yemekten sonra söylersin!”
Alp öfkeyle gözlerini kısarak Ela’ya baktı ve oflayıp pufladı.
“Niye susturdun onu Ela? Bilmediğim bir şeyler mi dönüyor ortada, lütfen söyleyin nedir bu haliniz?”
Ela, “Yok bir şey…” diyecek olmuştu ki Alp onun sözünü kesti.
“Var bir şey Defne… Var bir şey… Biz, bu geceden sonra, düşündüğünden çok daha uzun bir süre, hatta çok çok çok çok daha uzun bir süre seni görmeye gelemeyeceğiz. Ela seni arayacak fazla zaman da bulamayacak ve büyük ihtimalle senden gelen telefonları da açamaz halde olacağız. Hatta tüm davetlerimize karşın hiç gelmesen de seni evimize de davet edemeyeceğiz çok çok çok çok uzun bir süre.”
Ela kalbinden vurulmuş gibi oldu bu kez. Alp’in kıskançlığından, ağzından alevler çıkaran bir ejderhaya dönüşmesini kırılarak izliyordu. Dönüp Defne’ye baktı ve şaşkınlıkla irkildi. Defne yıkılmamış, yaralanmamış, sanki robot bir oyuncak görmüş de onu keşfetmeye çalışan bir çocuk gibi ilgiyle neler olduğunu anlamaya çalışarak Alp’i dinliyordu. Sonra alçak sesle konuşmaya başladı.
“Anlıyorum. Sanırım ilişkinizde özel bir aşamaya geçiyorsunuz ki bu beni çok sevindirdi, ikinizin adına da… Alp, ilişkinizde yeni bir boyuta geçmeden önce bana bir açıklama yapma gereği duyman büyük incelik. Kendimi değerli hissettim ve her ne kadar neler olduğunu bilmesem de ikiniz için de en iyisi olmasını ve mutlulukla sonuçlanmasını diliyorum.”
Ela’nın iç sesi kıkır kıkır gülmeye başlamıştı. “Oh oldu sana Alp Bey! Ötanazi iğneni kendin seçtin!” dedi içinden. “Defne bu, adamı işte böyle kamyon çarpmışa döndürür ve vicdan azabından kıvrandırtır durur! Daha beter ol seni sinsi köpekbalığı!”
Durum gerçekten de Ela’nın düşündüğü gibiydi. Defne, Alp ve Ela’nın gelecekteki halini hayal ederken minik istavritleri iskeletinden ön dişleriyle ayırıp iştahla yiyor, bir yandan da gülümsüyordu.”
Alp şaşkınlıkla Defne’ye bakarken gereksiz konuşan insanların cümleleri bittikten hemen sonra bunu fark edip ellerini kollarını nereye koyacaklarını bilememe haline geçiş yapmıştı. Söylediklerinin boşa çıkacağını, asla bu iki kadın tarafından dikkate alınmayacağını kesin olarak anlamıştı. Yine de Defne’nin tavrı gururunu okşamıştı ve sakinleşti.
Defne ayağa kalktı.
“Öyleyse bu gece size en özel şarabımı açayım ve ilişkinizi kutlayalım. Geceyi hepimiz için unutulmaz kılalım.”
Defne dolaptan çıkardığı yıllanmış, değerli şarabı açtı ve kadehleri doldurdu. İrili ufaklı mumları yaktığında şarabın kırmızısı mum ışığının aleviyle etkileşerek Defne’nin yüzünde titreşiyordu. Alp hayranlıkla bu sahneyi izlerken Defne’ye haksızlık yaptığını fark etti. Aynı anda bakışları Ela’nın pembeleşen yanaklarına ilişti. Arkadaşına gösterdiği vefa, onun güvenilir biri olduğunu kanıtlıyordu. Ela her zamankinden daha değerli olmuştu birden ve içinde, ona uzun uzun sarılmak isteği belirdi. Ela’ya âşık olduğu gerçek an bu olmuştu işte! Bu duyguyu en son, üniversitede âşık olduğu Sevgül’e karşı hissetmişti ve insanların gerçek yüzünü tanıdıkça güvenilmez olduklarını anlamış ve âşık olmaya değecek bir kadınla tanışacağını hiç düşünmemişti. Bunun da bir önyargı olduğunu anladı. Demek ki güvenilir, sevmeye ve âşık olmaya değer insanlar hâlâ vardı…
Bu gece, üçü için de tuhaf hissettikleri ve görülmeyen bir el tarafından paramparça edilmeye çalışıldıkları bir gece olmuştu. Fakat tuhaf bir şekilde bu negatif durum pozitife dönüşmüş, üçü için de ilişkileri sağlamlaştıran anlamlı bir gece olmuştu.
Ela hep birlikte içtikleri üçüncü şişenin ardından Alp’in saçmalamasından ve Defne’yi üzecek açıklamalar yapmasından korkarak, “Biz artık gidelim en iyisi,” dedi, ayağa kalktı. Şarap öylesine etkiliydi ki ayağa kalktığında Ela’nın yalpalamasına neden olmuştu.
Aynı şekilde yalpalayarak ayağa kalktı Defne.
“Yok yok… Doğruca odanıza, bu halde sizi asla bırakmam!”
Alp sonuçtan memnun, “Öyleyse ben gidip yatayım ve siz iki arkadaşı baş başa bırakayım,” diyerek bu eski konakta aylar önce kendisine Ela tarafından verilmiş odasına gitti.
“Sen ona aldırış etme,” dedi Ela Alp’in ardından ve duyamayacağı kadar kısık bir sesle. “Hiçbir şey değişmeyecek. Ben yine seni aynı düzen içinde, sık sık görmeye geleceğim. Saçma sapan konuşuyor işte, sen önemseme.”
Defne’nin kafası karışmıştı, bu tür incelikleri olan konuları sevmezdi, içine girmek istemezdi ve kendisiyle paylaşılmamasını da tercih ederdi. Her zaman çok emin olduğu şeylerden biri de bir insanın ne kadar çok şey öğrenirse huzursuzluğunun ve endişelerinin o kadar arttığıydı. Bunun için detay bilmek istemiyordu ve gerçekten de hiç merak etmiyordu.
Ela bulaşıkları yıkarken, opera için prova yapan gencin sesi pencereden geçerek mutfağı doldurdu.
“La la la la lala lala laaaaaa… La la la la lala lala laaaaaa…”
“Gecenin bu saatinde bile prova yapmaya devam ediyor. Bu çalışmasının ödülünü alacağı ve günün birinde ünlü bir opera sanatçısı olacağı kesin,” dedi Defne.
“Ah, ben duyamadım, başka bir şey düşünüyordum. A, bak kedicik geçti oturma odasından ve sanırım Alp’in uyuduğu odaya girdi.”
Defne irkilerek dönüp baktı ve görüş alanı içindeki her noktayı taradı. “Göremedim,” dedi.
“Öyleyse bu görünmez kedinin adı da ‘Gölge’ olsun mu? Tombiş Gölge’nin anısını yaşatır.”
Defne huzursuzluğunu belli etmemeye çalışarak gülümsedi.
“Olsun. Adı Gölge olsun.”
8. BÖLÜM
Müdavim
Şişede