Yaşlı kadın gözlerinden ip gibi yaşlar akıtarak tümüyle söylediklerinin etkisinde yerine oturdu, derken çepeçevre dizilmiş herkes ansızın, “Ah Kenan, parlak Kenan diyarı / Kenan topraklarına gitmeye hazırız,”a başladı.
İstek üzerine Efendi George, Vahiy Kitabı’nın son bölümlerini okumaya başladı. İkide bir, “Yüzü suyu hürmetine!”, “Şuraya bakın!”, “Şunu bir düşünün!”, “Bu söylenenler yeterli delil değil mi?” gibi feryatlarla sözü kesiliyordu.
George dinî konularda annesince eğitilmiş, parlak bir çocuktu, sonunda bu konudaki her şeye hayran olduğunu keşfetmiş, zaman zaman övgüye layık bir ciddiyet ve ağırbaşlılık taşıyan kendi yorumlarını getirmiş, bunun için gençlerin hayranlığını, yaşlıların da rızasını kazanmış, sonuçta da herkesçe “bir rahibin bile bu işi ondan iyi beceremeyeceğinde” ve bunun “gerçekten çok şaşırtıcı” olduğunda birleşilmişti.
Tom Amca bu çevrede dinî konularda hatırı sayılır biriydi. Arkadaşlarından çok daha geniş görüşlü, incelikli ve bilgili olmasının yanı sıra manevi gücün son derece etkin olduğu bir düzen kurduğundan büyük bir saygı görür, ona bir tür rahipmiş gibi davranılır, vaazımsı öğütlerinin sade, içten ve yürekten gelen üslubu, eğitimli insanlarınkinden daha eğitici olurdu ama asıl üstünlüğü dua konusundaydı. İncil diliyle zenginleştirilmiş dualarının çocuksu içtenliği ve dokunaklı sadeliğiyle hiçbir şey yarışamazdı. Tüm bunlar onun benliğiyle öylesine iç içe geçmiş, onun bir parçası olmuştu ki, dindar yaşlı bir zencinin anadili olarak elinde olmaksızın dudaklarından dökülüyor, dualar “oluşuveriyordu”. Dinleyicilerinin inançlarına seslenen duaları öylesine etkili oluyordu ki, dört bir yanında patlak veren karşılık seli içinde yitip gitme tehlikesi baş gösteriyordu.
İhtiyarın kulübesinde bu sahne yaşanırken efendinin salonunda çok daha değişik bir sahne vardı.
Tüccarla Mr. Shelby, yemek odasında kâğıtlar ve yazı gereçleriyle kaplı bir masanın başında oturuyorlardı.
Mr. Shelby bir tomar faturayı saymakla meşguldü, saydıklarını tüccarın önüne itiyor, o da bir kez daha sayıyordu.
“Her şey uygun,” dedi tüccar, “şimdi de şunları imzalayıverin.”
Mr. Shelby satış faturalarını uygunsuz satış yapan bir adamın bir an önce bitirmek isteyen aceleci tavrıyla çabucak önüne çekip imzaladıktan sonra parayla birlikte yine tüccara uzattı.
Haley iyice eskimiş bir valizden bir parşömen çıkardı, ona bir süre baktıktan sonra Mr. Shelby’ye uzattı, o da gizlemeye çalıştığı bir sabırsızlıkla aldı.
Tüccar ayağa kalkarken, “Eh, bu iş tamamdır!” dedi.
Mr. Shelby düşünceli bir tonla, “Tamamdır!” dedi ve derin derin içini çekerek yineledi: “Tamamdır!”
Tüccar, “Pek mutlu değilmişsiniz gibi geliyor bana,” dedi.
“Haley,” dedi Shelby, “Tom’u nasıl birileri olduğunu bilmediğiniz bir yere satmayacağınıza şerefiniz üstüne söz verdiğinizi umarım anımsarsınız,” dedi.
“Siz az önce bunu yaptınız ama,” dedi tüccar.
Shelby kibirli bir tavırla, “Koşullar,” dedi, “biliyorsunuz beni buna zorladı.”
“Eh beni de zorlayabilir,” dedi tüccar. “Ne olursa olsun Tom’a iyi bir yatacak yer vermek için elimden gelenin en iyisini yapacağım, ona kötü davranma konusuna gelince, bundan zerre kadar korkunuz olmasın. Tanrı’ya şükretmeyi eksik etmediğim bir konu varsa, o da kötü yürekli olmadığımdır.”
Tüccarın insancıl ilkelerini açıklamasından sonra bile Mr. Shelby kendini pek güvence verilmiş gibi hissetmiyordu ama koşulları ancak bu kadar içini rahatlatmasına elveriyordu. Adam çıkıp giderken hiç sesini çıkarmadan bir puro yaktı.
5
Canlı mallar sahipleri değiştiğinde
duygularını nasıl gösterir?
Mr. Shelby ile Mrs. Shelby gece için dairelerine çekilmişlerdi. Adam büyük bir koltuğa oturmuş, öğleden sonra postasıyla gelen mektupları gözden geçiriyor, kadın da aynanın önünde ayakta durmuş Eliza’nın sabah düzenlediği karmakarışık örgü ve bukleleri fırçalıyordu, hanımı kızcağızın soluk yanaklarıyla bitkin gözlerini fark edince o gece için izin vermiş, yatağına gitmesini emretmişti. Patroniçesi kıza sabaha konuşacaklarını söylemiş, sonra kocasına dönerek rasgele, “Aklıma gelmişken Arthur, bu akşam masamıza gereksiz yere istemeyecek çağırdığınız o düşük düzeyli adam kimdi?” diye sordu.
Shelby iskemlesinde tedirgin bir tavırla dönerek gözleri mektuba dikili, “Adı Haley,” dedi.
“Haley mi? O da kim ve burada ne işi var Tanrı aşkına?”
“Geçen sefer Natchez’e gittiğimde onunla iş yapmıştım,” dedi Mr. Shelby.
“O da buna güvenip evine girer gibi gelip sofraya oturdu, öyle mi?”
“Yok canım, onu ben davet ettim, bazı hesaplarımız vardı.”
Mrs. Shelby kocasının sıkıldığını hissederek, “Köle taciri mi?” diye sordu.
Shelby başını kaldırarak, “Aman canım, bu da nereden aklınıza geldi?” dedi.
“Hiç, yalnızca Eliza yemekten sonra buraya geldi, çok kaygılıydı, ağlayıp sızlayarak sizin bir tüccarla konuştuğunuzu, adamın oğlunu, şu bizim komik küçük ördeği satın almayı önerdiğini söyledi!”
Mr. Shelby mektubuna dönüp baş aşağı tuttuğunu fark etmeden bir süre tüm dikkatini ona vermiş göründükten sonra, tüm mantığıyla, “Nasılsa satılacaktı, er ya da geç,” dedi.
Mrs. Shelby saçlarını fırçalamayı sürdürerek, “Eliza’ ya o acıları çekmekle aptallık ettiğini, o tip biriyle hiç işiniz olmayacağını söyledim. Elbette bizimkilerden hiçbirini satmaya niyetiniz olmadığını biliyorum – en azından öyle birine,” dedi.
“Bakın Emily, her zaman hissettiğim ve söylediğim gibi benim işimin kesinliği yoktur. Elimdekilerden bazısını satmak zorunda kalabilirim.”
“O yaratığa mı? Olamaz! Ciddi olamazsınız Mr. Shelby.”
“Öyle olduğumu söylediğim için üzgünüm. Tom’u satma konusunda hemen hemen anlaştık.”
“Ne? Bizim Tom’u mu? O iyi, vefalı adamı ha! Çocukluğundan beri size sadakatle hizmet eden o adamı! Ah, Mr. Shelby, azat etmeye bile söz vermişken hem de, bunu onunla yüzlerce kez konuştuk. Bunun üstüne her şeye inanabilirim artık. Zavallı Eliza’nın tek çocuğu küçük Harry’yi bile satabileceğinize inanırım!” Acı ve haksızlığa karşı duyduğu öfkeyle konuştu:
“Eh her şeyi bilmeniz gerektiğine göre, söyleyelim. Tom’la Harry’yi birlikte satmaya karar verdim ve herkesin her gün yaptığı şeyi yaptığım için neden bir canavar sayıldığımı anlamıyorum.”
“Ama öbürleri varken, neden onlar? Neden illa satmanız gerekiyorsa öbürleri değil de bunlar?”
“En