“Neden parayı feda etmiyoruz? Payıma düşen zorluğa katlanmaya hazırım. Ah, Mr. Shelby, her Hıristiyan kadının yapması gerektiği gibi o zavallı, basit, yardım ve desteğe muhtaç insanlar için görevimi sadakatle yerine getirmeye çalıştım, didindim. Onlar için kaygılandım, onlara yol gösterdim, göz kulak oldum, yıllarca tüm sevinçlerini, ilgi duydukları şeyleri hep bildim, peki şimdi zavallı Tom kadar sadık, kusursuz ve bize bunca güvenen birini önemsiz bir çıkar karşılığı satarak ona sevgi, değer adına öğrettiğimiz her şeyi bir anda koparıp alırsak onların arasında bir daha nasıl başım yukarıda dolaşırım? Onlara ailenin, ana babanın, çocuğun, karıkocanın görevlerini öğretmişken parayla kıyaslandığında bizim ne denli kutsal olursa olsun hiçbir bağ, görev ve ilişkiye aldırmadığımızı bu kadar açıkça ortaya koymamıza nasıl dayanabilirim? Eliza’yla oğlu için, Hıristiyan bir ana olarak ona olan görevleri konusunda konuştum, ona nasıl göz kulak olacağını, dua edeceğini ve onu nasıl iyi bir Hıristiyan olarak yetiştireceğini anlattım. Şimdi onu koparıp alır da bedeni ve ruhuyla bayağı, ilkesiz bir adama üç sent uğruna satarsanız ben o kadına ne derim? Ben ona tek bir ruhun, dünyanın tüm parasından değerli olduğunu söylemişken şimdi sırtımızı dönüp de çocuğunu satarsak, hem de bedeni ve ruhu iflas etmiş bir adama, bana nasıl inanacak?”
“Böyle hissetmenize üzüldüm Emily, gerçekten çok üzüldüm,” dedi Mr. Shelby, “duygularınıza tümüyle katılmasam bile saygım var ama size ciddi olarak söyleyeyim ki, bu konuda yapabileceğim bir şey yok. Bunu size söylemek istemezdim Emily ama açıkça anlatmam gerekirse, bu ikisini satmakla her şeyi satmak arasında seçeneğimiz yok. Ya onlar gidecek ya da her şey. Haley ipotekli alacak sahibi olarak gelmişti buraya, bu borcu hemen kapatmasaydım, önüne ne çıkarsa alacaktı. İnceden inceye hesap yaptım, giderleri azalttım, borç aldım, hiçbiri işe yaramadı, hatta yalvardım ama açığı kapatmak için bu iki kölenin satılması gerekti, ben de onları gözden çıkarmak zorunda kaldım. Haley çocuğu istedi ancak öyle anlaşacağını, başka hiçbir yolu kabul etmeyeceğini söyledi. Bense onun eline düşmüştüm, başka çarem yoktu. Bazı şeyleri satmak varken, ne var ne yok satmak daha mı iyi?”
Mrs. Shelby felakete uğramış biri gibi kalakalmıştı. Sonunda tuvalet masasına dönerek yüzünü ellerinin arasına aldı, bir inilti koyverdi.
“Bu Tanrı’nın köleliği laneti, çok çok acı ve en kötü şey! Efendiye de köleye de gelen bela! Bu kadar ölümcül bir kötülüğü düzeltebileceğimi düşündüğüm için aptalın biriyim. Bizimkiler gibi yasalarla bir köleyi elimizde tutarak günah işliyoruz, bunu hep küçük bir kızken bile hissettim, kiliseye gitmeye başladıktan sonra bu düşüncem daha da güçlendi ama bu sıkıcı durumun etkisini azaltabileceğimi düşündüm, iyilik, özen ve bilgiyle onlara özgürlükten daha fazlasını verebileceğimi, kendi durumumu iyileştirebileceğimi, vicdanımı rahatlatabileceğimi düşündüm… Amma da budalaymışım!”
“Karıcığım, bakıyorum enikonu köleliğin kaldırılmasından yanasınız.”
“Köleliğin kaldırılmasından yana ha! Benim kölelik konusunda bildiklerimi bilseler, neler düşünürlerdi acaba? Bunun söylenmesine bile gerek yok, köleliğin doğru olduğunu hiç düşünmediğimi biliyorsunuz, asla köle sahibi olmaya gönüllü olmadım.”
“Eh, işte o noktada birçok akıllı ve dindar adamdan ayrı düşünüyorsunuz,” dedi Mr. Shelby. “Mr. B.nin geçen pazar verdiği vaazı anımsıyor musunuz?”
“Böyle vaazları duymak istemiyorum, Mr. B.yi de bir daha kilisemizde vaaz verirken dinlemek istemiyorum. Din adamları kötüye hizmet etmez, bazı şeyleri düzeltmek konusunda bizden daha fazla işe yaramazlar belki ama karşı koyarlar! Bu tip vaazlar hep sağduyuma aykırı düşmüştür. Sizin de o vaazı pek düşündüğünüzü sanmıyorum.”
“İtiraf etmeliyim ki, bu vaizler bazen olayları biz zavallı günahkârların yapmaya cesaret edebileceğinden çok daha ileri götürürler. Bazı şeylere zor da olsa gözlerimizi kapamalı ve doğru olmayan bir pazarlığa da alışmalıyız ama kadınlarla din adamlarının böyle liberal ve yeniliklerden habersiz düşüncelerle ortaya çıkıp erdem ya da ahlaki konularda bizi aşmalarını pek hoş karşılamadığımız bir gerçektir. Yine de sevgilim, bu olayın gerekliliğini ve koşulların elverdiği en iyi şeyi yaptığımı gördüğünüze inanıyorum.”
“Aa, evet evet!” dedi Mrs. Shelby çabucak. Bir yandan da dalgınlıkla altın saatine dokundu ve düşünceli bir tavırla, “Pek fazla para edecek bir mücevherim yok ama bu saat bir işe yaramaz mı? Alındığında epey pahalıydı. En azından Eliza’nın çocuğunu kurtarabileceksem, her şeyi feda ederim,” diye ekledi.
“Çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm Emily. Bu işin sizi bu kadar etkilemesi beni çok üzüyor ama hiçbir yararı olmaz. Sorun şu ki Emily, her şey olup bitti, satış anlaşmaları imzalandı, şu anda da Haley’de, her şey çok daha beter olmadığı için şükretmelisiniz. O adamın elinde hepimizi mahvedecek bir güç vardı, neyse ki kurtulduk. Adamı benim kadar tanısaydınız, kıl payı kurtulduğumuzu anlardınız.”
“Öyleyse çok acımasız?”
“Yoo, acımasız değil de, yalnızca bir tüccar, satış ve kârdan başka bir şeye aldırmayan, ölüm ve mezar kadar soğuk, amansız ve duraksamayan biri! İhtiyara bir zarar gelmesini istemez ama iyi bir fiyata anasını bile satar.”
“Bir de bu rezil yaratık iyi sadık Tom ile Eliza’nın çocuğunun sahibi olacak ha?”
“Eh, canım bu bana da çok zor geliyor! Düşünmekten nefret ettiğim bir şey. Haley işleri ayarlayacak. Yarın her şey onun kontrolünde olacak. Sabah erkenden atıma binip uzaklaşacağım. Tom’u göremem, bu kesin, siz de bir yerlere gidin, Eliza’yı da yanınıza alın. O ortalarda yokken bu iş olup bitsin.”
Mrs. Shelby, “Hayır hayır, bu acımasız işe hiçbir biçimde yardımcı ya da suç ortağı olmayacağım. Gidip zavallı ihtiyar Tom’u göreceğim, kederi için Tanrı yardımcısı olsun! Ne olursa olsun hanımlarının duygularının onlar için ve onlarla birlikte olduğunu görecekler. Eliza’ya gelince, düşünmeye bile cesaret edemiyorum. Tanrı bizi bağışlasın! Biz ne yaptık ki bu kötü zorunluluk bizi buldu?”
Bu konuşmanın Mr. ve Mrs. Shelby’nin aklının ucundan geçmeyeceği bir kulak misafiri vardı. Dairelerinde bir kapıyla dış koridora açılan büyük bir dolap bulunuyordu. Mrs. Shelby o gece için Eliza’ya izin verince kızın hummalı ve heyecan içindeki beyni, bu dolap fikrini önermiş, o da oraya saklanmış, kulağını kapının çatlağına yapıştırarak, konuşmanın tek sözcüğünü kaçırmamıştı. Sesler kesilince doğrulup gizlice ayaklarının ucuna basarak uzaklaştı. Beti benzi atmıştı, titriyordu, donmuş yüz çizgileri, kasılmış dudaklarıyla o yumuşak, çekingen insandan tümüyle değişik biriydi. Holde dikkatle ilerledi, hanımının kapısında bir an duralayarak ellerini dilsiz bir yakarışla göğe kaldırdı, sonra dönüp kendi odasına süzüldü. Dairesi hanımınkiyle aynı katta sessiz, temiz bir bölümdü. Sık sık önünde oturup şarkı söyleyerek dikiş diktiği güneşli hoş bir penceresi, küçük bir kitap dolabı, birkaç güzel ufak tefek süs eşyası, onların aralarına serpiştirilerek düzenlenmiş Noel armağanları, dolabında ve çekmecelerindeki birkaç basit giysiyle burası onun evi, daha geniş anlamıyla da hep mutlu olduğu yerdi. Yataktaysa uykunun gevşekliği içinde oğlu yatıyordu. Uzun bukleleri kayıtsızca hiçbir şeyin farkında olmayan yüzüne düşmüştü, gül gibi ağzı hafif açık, tombul elleri çarşafın üstündeydi, tüm yüzüne güneş ışığı gibi bir gülümseme yayılmıştı.
“Zavallı çocuk!