“Kimsiniz?” dedi yaşlı adam.
“Az önce söyledim.”
“Ne istiyorsunuz?”
Adam kürekleri indirdi, kollarını kavuşturdu ve cevap verdi:
“Sizi öldürmek.”
“Nasıl isterseniz!” diye cevapladı yaşlı adam.
Adam sesini yükseltti:
“Kendinizi hazırlayın.”
“Ne için?”
“Ölümünüz için.”
“Neden?” diye sordu yaşlı adam.
Ardından bir sessizlik oldu. Adam bu soruya bozulmuş gibiydi. Sonra tekrardan devam etti:
“Size sizi öldürmek istediğimi söylüyorum.”
“Ben de size sebebini soruyorum.”
Denizcinin gözleri parladı.
“Çünkü kardeşimi öldürdünüz.”
Yaşlı adam sessizce cevap verdi:
“İlk başta onun hayatını kurtardım ama.”
“Doğru. Önce onu kurtardınız, sonra onu öldürdünüz.”
“Onu öldüren ben değildim.”
“O zaman kimdi?”
“Kendi hatası öldürdü onu.”
Denizci hayretler içinde adama baktı. Sonra tekrardan kaşlarını öfkeyle çattı.
“Adınız ne?” diye sordu yaşlı adam.
“Benim adım Halmalo ama adımı bilseniz de bilmeseniz de sizi yine de öldüreceğim.”
Tam o sırada güneş iyice yükseldi; denizcinin yüzüne tam bir güneş ışığı çarptı ve o vahşi yüzünü canlı bir şekilde aydınlattı. Yaşlı adam onu yakından inceledi.
Top atışları henüz bitmemiş olsa da seyrelmişti. Ufka yoğun bir duman çökmüştü. Kendi kendine bırakılan kayık, rüzgârla beraber sürükleniyordu.
Denizci sağ eliyle kemerindeki tabancalardan birini kavradı. Sol eliyle de tespihini tuttu.
Yaşlı adam ayağa kalktı.
“Tanrı’ya inanır mısınız?” diye sordu.
“Cennetteki Babamız.” diye cevap verdi denizci.
Sonra istavroz çıkardı.
“Anneniz var mı?”
Denizci tekrardan istavroz çıkardı ve devam etti:
“Söylemem gereken her şeyi söyledim. Size bir dakika daha veriyorum lordum.”
Ve tabancayı kaldırdı.
“Neden bana ‘lordum’ diyorsunuz?”
“Çünkü bir lortsunuz. Bu her hâlinizden belli.”
“Sizin bir lordunuz var mı?”
“Evet, muhteşem birisidir. Hem herkesin bir lordu vardır.”
“O nerede peki?”
“Bilmiyorum. Ülkeyi terk etti. Lantenac markisi, Fontenay vikontu ve Bretonya prensidir. Ve Sept-Forêts’nin lordudur. Onu hiç görmedim ama yine de benim lordum.”
“Onu görsen ona itaat eder miydin?”
“Tabii ki ona itaat etmezsem dinsiz olur çıkarım! Önce Tanrı’ya, ondan sonra Tanrı’nın temsilcisi Kral’a ve en son Kral’ın temsilcisi olan lorda itaat borçluyuz. Ama bunun konumuzla hiçbir alakası yok. Konumuz, kardeşimi öldürmeniz ve benim de sizi öldürecek olmam.”
Yaşlı adam cevapladı:
“Kardeşini öldürmekle en iyisini yaptım.”
Denizci tabancasını daha sıkı kavradı.
“Gel!” dedi.
“Öyle olsun.” dedi yaşlı adam. Ve sakin bir şekilde ekledi:
“Papaz nerede?”
Denizci ona baktı.
“Papaz mı?”
“Evet. Kardeşin için papaz getirttim bu yüzden benim için de bir papaz bulmalısın.”
“Ama burada bir papaz yok.” diye cevapladı denizci. Ve devam etti:
“Burada, uçsuz bucaksız bir denizde bir papaz bulmamı nasıl beklersiniz?”
Savaşın sarsıcı patlamaları epeyce geride kalmıştı.
“Orada ölenlerin papazları var.” dedi yaşlı adam.
“Biliyorum bir papazları olduğunu.” diye homurdandı denizci.
“Ruhum kaybolursa bu ciddi bir mesele olur.” dedi yaşlı adam.
Denizci düşünceli bir şekilde başını eğdi.
Yaşlı adam devam etti:
“Ve eğer ruhum kaybolursa seninki de kaybolur. Dinle beni, sana acıyorum. Ne istiyorsan onu yap. Bana gelirsek ben kardeşinin hayatını kurtarırken de sonra onun canını alırken de görevimi yapıyordum sadece. Ve şu anda da ruhunu kurtarmaya çalışarak görevimi yerine getiriyorum. Kulak ver çünkü bu seni de ilgilendiren bir konu. Top atışlarını duyuyorsun değil mi? Askerler orada ölüyor. Çaresiz adamlar, eşlerini bir daha göremeyecek kocalar, çocuklarını asla göremeyecek babalar, senin gibi kardeşlerini asla göremeyecek ağabeyler; hepsi acılar içinde kıvranıyor. Ve bu olanlar kimin suçu? Bizzat öz kardeşinin. Tanrı’ya inanıyorsun değil mi? Öyleyse Tanrı’nın şu anda ızdırap içinde olduğunun da farkındasındır. Tapınakta tutsak edilmiş esaslı bir Hristiyan, İsa gibi çocuk olan Fransız prensi için acı çekiyor Tanrı. Bretonya Kilisesi’nde, kutsal sayılan katedrallerinde, parçalara ayrılmış İncillerinde, unutulan dua evlerinde acı çekiyor. Öldürülen rahipleri için de acı çekiyor! Şu anda enkaza dönen gemiyle ne yapacaktık? Tanrı’yı huzuruna kavuşturmaya gidecektik. Kardeşin itaatkâr bir kul olsaydı; eğer görevlerini sadık, iyi ve yararlı bir adam gibi yerine getirmiş olsaydı bunlar yaşanmazdı. Güvertede böyle bir talihsizlik yaşanmamış olur, korvet işe yaramaz hâle gelerek rotasından çıkmazdı. O lanetli filonun eline düşmeseydik, şimdi hepimiz sağ salim Fransa’ya iniyor olurduk! Cesur denizciler ve askerler olarak elimizde kılıçla, beyaz bayrağımızı asmış olarak inerdik gemiden. Fransa’yı, Kral’ı, cesur Vendée köylülerini ve Yüce Tanrı’yı kurtarmak için ilerlerdik. Amacımız buydu, yapmalıydık da. İşte kalan tek kişi olarak ben hâlâ bu amaçtayım. Senin niyetin ise beni yolumdan almak! Dinsiz adamların papazlara karşı, katillerin Kral’a karşı, şeytanın Tanrı’ya karşı savaştığı bu savaşta, kendini şeytanın saflarına yerleştiriyorsun. Şeytanın sağ koluydu kardeşin, şimdi sol kolu da sensin. Başladığı şeyi bitirmek istiyorsun. Tahta karşı gelen hükümdarlardan yanasın. Kiliseye karşı dinsizlerin tarafını tutuyorsun. Tanrı’nın son umudunu da ellerinden alıyorsun. Çünkü görünen o ki, Kral’ın temsilcisi olan ben orada olamayacağım. Köyler yanmaya, aileler yas tutmaya, papazlar katledilmeye, Bretonya acı çekmeye, Kral hapsedilmeye ve İsa Mesih halkı için üzülmeye devam edecek. Ve bütün bunlara kim neden olacak? Sen! Ne de olsa kafaya koyduğun şeyi yapıyorsun. Senden çok farklı şeyler bekliyordum ama yanılmışım. Kardeşini öldürdüğüm doğru. Cesur bir davranış gösterdi, bunun için onu ödüllendirdim; suçluydu, bu yüzden onu cezalandırdım. O görevinde başarısızdı, ben ise başarısız olmadım. Yaptığım şeyi yine olsa yine yapardım. Ve bizi tepeden izleyen Yüce Auraylı Azize Anne’e