Doksan Üç. Виктор Мари Гюго. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Виктор Мари Гюго
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-90-7
Скачать книгу
Vieuville’e şöyle dedi:

      “Ateş açan ilk kişi olmak isterim.”

      La Vieuville yanıtladı:

      “Bu şeref sizindir.”

      IX

      BİRİLERİ KAÇIYOR

      Güverteden ayrılmayan yolcu, olup biten her şeyi alışılagelmiş kayıtsızlığıyla izliyordu. Boisberthelot ona doğru yaklaştı:

      “Efendim, hazırlıklar tamamlandı. İşte mezarımıza bağlandık, elimizden bir şey gelmez. Ya filoya ya da kayalıklara boyun eğmeliyiz. Önümüzde iki seçenek var: Kayalıklara çarparak enkaz altında kalmak ya da düşmana teslim olmak. Her türlü sonu ölüm ama en azından nasıl öleceğimizi seçebiliriz; enkaz altında kalmaktansa savaşmak daha iyidir. Ateşi suya, vurulmayı boğulmaya tercih ederim. Ölmek bizim görevimiz ama sizin değil. Siz prensler tarafından seçilensiniz. Vendée Savaşı’nı yönetmek gibi önemli bir göreviniz var. Ölümünüz, monarşinin başarısızlığıyla sonuçlanabilir, bu nedenle yaşamalısınız. Gemide durup savaşmak onurlu bir davranış gibi gözükse de burada sizin için asıl onur kaçmak olur. Bizi ve bu gemiyi terk etmelisiniz generalim. Size bir tekne ve bir asker ayarlayacağım. Rotadan saparak kıyıya ulaşabilirsiniz. Henüz gün ışımış değil; dalgalar yüksek ve deniz karanlık. Kaçmayı başarabilirsiniz. Bazı durumlarda kaçmak, yenmek demektir.”

      Yaşlı adam başını eğerek durumu kabullendi.

      Kont Boisberthelot sesini yükselterek seslendi.

      “Askerler ve denizciler!”

      Herkes durdu ve yüzünü kaptana çevirdi.

      “Aramızdaki bu adam Kral’ın temsilcisidir. Bize emanet edilen bu adama sahip çıkmalı ve onu kurtarmalıyız. Fransa tahtı için gerekli birisi. Prensimiz olmadığı için Vendée’nin liderinin o olacağını umuyoruz. Harika bir generaldir. Bizimle Fransa’ya inecekti, şimdi bizsiz inmek zorunda. Başı kurtarırsak her şeyi kurtarırız.”

      “Evet, evet, evet!” diye yankılandı tüm mürettebatın sesi.

      Kaptan devam etti:

      “Ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya. Kıyıya ulaşmak hiç de kolay değil. Bu gemi denizde hayatta kalabilmek için büyük ama kruvazörlerden kaçacak kadar küçük olmalıdır. Generalin güvenli bir noktaya inmesi gerekiyor. Coutances taraflarındansa Fougères tarafına gitmesi daha iyi olur. Dayanaklı bir denizci, iyi bir kürekçi, güçlü bir yüzücü ve boğazları iyi bilen biri ona eşlik etmeli. Hava hâlâ o kadar karanlık ki bir kayık dikkat çekmeden korvetten uzaklaşabilir. Daha sonra da dumanların arasında gözden kaybolacaktır. Sığ bölgelerde de küçük oluşu avantaj sağlar. Panter yakalandığında, gelincik kaçar. Bizim için çıkış yolu olmasa da küçük kayık için olabilir; düşman gemileri onu görmeyecek, zaten onları oyalayacağız. Anlaşıldı mı?”

      “Evet, evet, evet!” diye yineledi mürettebat.

      “O zaman vakit kaybetmeyelim.” diye devam etti kaptan. “Aranızda bu işi yapmaya istekli bir adam var mı?”

      Karanlıkta, bir denizci öne çıktı:

      “Ben varım.”

      X

      KAÇABİLDİ Mİ?

      Birkaç dakika sonra kaptanın hizmetine amade yu-yu adı verilen küçük teknelerden biri, gemiden salındı. Teknede sadece iki kişi vardı. Arkada yolcu, gönüllü denizci de ön taraftaydı. Hava hâlâ çok karanlıktı. Denizci, kaptanın talimatlarına göre çevik bir şekilde Minquiers’a doğru kürek çekti. Zaten kürek çekebileceği tek yönde orasıydı. Teknenin dibine bir torba bisküvi, füme bir dil ve bir fıçı su gibi erzaklar konulmuştu.

      Yu-yu denize indirilirken hâlâ enkaz konusunda alaycı olan Vieuville, korvetin sert direğinden eğilerek, soğuk alaycı sesiyle son sözlerini haykırdı:

      “Kaçmak için çok iyi ama yine de boğulmak için daha iyi bir tekne!”

      “Efendim, artık şaka yapmayalım.” dedi rehber.

      Hızla tekneyi ittiler ve kısa süre sonra tekne ileriye doğru açıldı. Hem rüzgâr hem de gelgit kürekçinin lehineydi. Küçük kayık, alaca karanlıkta sallanarak ve iri dalgalar tarafından gizlenerek hızla ilerledi.

      Denizin üzerinde kasvetli bir bekleyiş vardı.

      Aniden bu sınırsız, çalkantılı sessizliğin ortasında bir ses duyuldu; Antik Çağ trajedisinden fırlama tunç bir maskeden çıkan borazan sesine benzer abartılı bir ses duyuldu. Bu ses insana ait değildi sanki.

      Konuşan Kaptan Boisberthelot idi:

      “Kraliyet denizcileri.” diye haykırdı. “Beyaz bayrağı mizana direğine çekin! Bu izlediğimiz son gün doğumu olacak!”

      Korvet haykırdı:

      “Kralımız çok yaşa!”

      Hemen sonra ufkun eşiğinden uzak, karışık ve diğerine benzemeyen bir haykırış daha duyuldu.

      “Yaşasın cumhuriyet!”

      Ve denizin derinliklerinde üç yüz yıldırım gürültüsünü andıran bir gürültü patladı.

      Çatışma başladı. Deniz ateş ve dumanla kaplandı.

      Toplar denize fırlatıldıkça sudan çıkan dalgalar suya geri karışıyordu.

      Claymore, sekiz gemiyle birden savaşıyordu. Etrafında yarım bir daire oluşturmuş olan filo, tüm bataryalarından ateş açtı. Ufuk alevler içindeydi. Sanki denizden bir yanardağ fırlamıştı. Rüzgâr, savaşın içinde ileri geri esiyordu. Gemilerse bu kızıl örtüde hayalet gibi bir görünüp bir kayboluyorlardı. Bu kızıl gökyüzüne rağmen korvet ise tüm hatlarıyla belliydi.

      Fleur de lis 8 bayrağı ana direkten dalgalanıyordu. Kayıktaki iki adam da sessizdi. Minquiers kayalıklarının dibindeki sığ üçgensel alan, Jersey adasından daha büyüktür. Deniz onu örter. Zirveye ulaşan noktası ise bir platodur. En yüksek gelgitte bile asla su altında kalmaz. Kuzeydoğusundaki altı büyük kayalık ise devasa bir duvar gibi görünür. Plato ve duvar arasında kalan kanala sadece sığ sularda yüzmeye elverişli gemiler girebilir. Kanal aşıldıktan sonra engin denize çıkılır.

      Kayığı ulaştırmak için gönüllü olan denizci kanala doğru yöneldi. Böylece Minquiers, kayık ile savaş arasında kaldı. Gönüllü asker, kayığı sancak ve iskele tarafındaki taşlardan koruyarak dar kanalda ustaca kürek sallıyordu. Kayalıklar savaş manzarasını kapatıyordu. Kayık yol aldıkça alevler içindeki ufuk ve top mermisinin öfkeli gürültüsü geride kalıyordu. Ama devam eden patlamalara bakılırsa, korvetin hâlâ teslim olmadığı ve yüz yetmiş bir topunu sonuna kadar kullanmak niyetinde olduğu sonucuna varılabilir. Kayık kısa sürede kendisini kayalıkların ve savaşın ötesinde, misillemelerin ulaşamayacağı durgun sularda buldu. Deniz üstü yavaş yavaş kasvetinden sıyrılıyor, güneş ışınları alaca karanlığın içinden yansıyor, ışık hüzmeleri dalgaların üstünde parıldıyor ve kıyıya çarpan dalgalar cansız yansımalarını denize geri gönderiyordu. Gün doğmuştu.

      Kayık, düşmanın ulaşamayacağı bir yere ulaşmıştı. Ancak asıl sıkıntı hâlâ devam ediyordu. Şarapnel parçalarından kurtulmuştu ama denizin dibini boylama ihtimali hâlâ vardı. Burası uçsuz bucaksız bir deniz; o ise güvertesi, yelkeni, direği ya da pusulası olmayan, tamamen küreklerine bağlı, okyanus ve kasırga tehlikesi ile karşı karşıya kabuktan bir kayık. Devlerin merhametine kalmış bir cüce.

      Bu sonsuz yalnızlığın ortasında kalmışlardı. Kayığın ön tarafında oturan adam


<p>8</p>

(Fr.) Zambak desenli beyaz bir bayraktır. Fransız Kraliyeti’ni temsil eder. Saflık ve asillik ile bağdaştırılır. (ç.n.)