Rehber kendi kendine konuşur gibiydi:
“Şuradaki Minquiers Kayalıkları. Martıların seslerini duyuyorsundur. Burası kara başlı martının Hollanda’dan göç ettiklerinde dinlenmek için durduğu yerdir.”
Bu sırada kaptan yelkenleri saymıştı.
Gerçekten de sıraya dizilmiş sekiz gemi vardı, savaşvari tavırlarıyla suyun üzerinde yüzüyorlardı. Ortalarında, üç katlı bir güvertenin görkemli hatları görülüyordu.
Kaptan rehberi soru yağmuruna tuttu:
“Bu gemileri biliyor musunuz?”
“Elbette.”
“Ne peki bunlar?”
“Bir filo.”
“Fransızların mı?”
“Şeytanın da denilebilir.”
Bir sessizlik oldu ve kaptan tekrar sorularını devam etti:
“Bütün gemiler bunlar mı?”
“Hayır, sanmıyorum.”
Aslında 2 Nisan’da Valazé, hattaki on fırkateyn ve altı geminin Manş Kanalı’nda seyir hâlinde olduğunu Konvansiyon’a bildirmişti. Kaptan bunu hatırladı:
“Haklısın, filo on altı gemiye sahip ve burada sadece sekiz gemi var.” dedi.
“Diğerleri aşağı tarafta, kıyı boyunca gözcülük yapıp dolanıyorlar.” dedi Gacquoil.
Hâlâ dürbünüyle gözetleyen kaptan, “Bir üç katlı gemi, ikisi birinci sınıf ve beşi ikinci sınıf olmak üzere yedi fırkateyn.” diye mırıldandı.
“Ben de onları yakından inceledim.” diye mırıldandı Gacquoil. “Birini, bir diğeriyle karıştırmayacak kadar iyice inceledim.”
Kaptan dürbünü rehbere uzattı.
“En büyük gemiyi seçebiliyor musunuz, rehber?”
“Evet komutanım. Bu Côte-d’Or.”
“Ona bu ismi yeni vermiş olmalılar. Eskiden ismi États de Bourgogne idi. Yüz yirmi sekiz topluk yeni bir gemi.”
Kaptan cebinden bir not defteri ve kalem çıkardı, deftere “128” sayısını yazdı.
“Rehber, limandaki ilk gemi hangisi?”
“Expérimentée.”
“Birinci sınıf bir fırkateyn; elli iki topu var. İki ay önce Brest’te hazırlanıyordu.”
Kaptan not defterine “52” sayısını yazdı.
“Limana giden ikinci gemi hangisi, rehber?”
“Dryade.”
“Birinci sınıf bir fırkateyn; on sekiz librelik kırk topu var. Hindistan’dan getirilme ve muhteşem bir askerî sicile sahip.”
Ve “52” nin altına “40” sayısını yazdı. Sonra başını kaldırarak şöyle dedi:
“Peki ya sancak tarafındakiler?” dedi.
“Hepsi ikinci sınıf fırkateynler, komutanım; toplamda beş taneler.”
“İlk baştaki gemi hangisi?”
“Résolue.”
“On sekiz librelik otuz iki topu var. Peki ya ikincisi?”
“Richmond.”
“O da aynı. Sıradaki?”
“Athée.”
“Yelken açmak için tuhaf bir isim. Sonraki?”
“Calypso.”
“Sonra?”
“Preneuse.”
“Beş fırkateyn, her birinin otuz iki topu var.”
Kaptan yazdığı sayıların altına “160” yazdı.
“Onları iyice tanıdığınıza emin misiniz, rehber?” diye sordu.
“Siz de onları iyi tanıyorsunuz, komutanım. Onları tanımak iyi ama onları bilmek daha iyi.”
Kaptan not defterine gözlerini dikmiş, yazdığı sayıları topluyordu.
“Yüz yirmi sekiz, elli iki, kırk, yüz altmış.”
Tam o sırada Vieuville güverteye çıktı. “Şövalye!” diye haykırdı kaptan ve devam etti:
“Üç yüz seksen topla karşı karşıyayız.”
“Öyledir.” diye yanıtladı Vieuville.
“Az önce bir sayım yapıyordunuz, Vieuville; kullanabileceğimiz kaç topumuz var?”
“Dokuz.”
“Öyledir.” deme sırası Boisberthelot’ya geçmişti. Rehberden dürbünü alarak ufku taradı.
Sekiz siyah ve sessiz gemi, hareketsiz gibi görünseler de aslında yaklaşıyorlardı.
Yavaş yavaş yaklaşıyorlardı.
Vieuville, kaptanı selamladı.
“Komutanım.” dedi. “İşte raporum. Bu Claymore korvetine inancım yok. Seni tanımayan ve sevmeyen bir geminin üzerinde olmak gerçekten hoş bir durum değil. Bir İngiliz gemisi Fransızlara ihanetten başka bir şey getirmez. Bir sürtük top arabası da bunun kanıtı. Denetimi yaptım. Çapalar iyi durumda; kalitesiz demirden yapılmadıkları belli, sağlam çubuklarla dövülmüşler. Çapa tırnakları da sağlam. Halatlar mükemmel, uzunluğu yüz yirmi kulaç kadar, gerektiğinde salmak için yeterli bir uzunluk bu. Mühimmatımız bol. Altı topçu öldü. Her bir top, yüz yetmiş bir atış yapabilir.”
Kaptan, “Çünkü sadece dokuz top kaldı.” diye homurdandı.
Boisberthelot dürbününü ufka dikti. Filo yavaşça yaklaşmaya devam ediyordu. Top arabalarının bir avantajı var; kullanmak için üç adam yeterlidir. Ancak bir de dezavantajları var; uzağa gitmez ve atış hassasiyetleri düşüktür. Bu nedenle, filonun top arabasının menziline yaklaşmasını beklemek gerekiyordu.
Kaptan kısık bir sesle emirlerini sıraladı. Gemide, sessizlik hüküm sürüyordu. Güverteyi harekete geçirmek için sinyal verilmemişti ama yine de harekete geçtiler. Korvet, denizle olduğu kadar askerlerle de başa çıkmakta zorlanıyordu. Bu gemi kalıntısıyla ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştılar. Geçitteki dümen halatının yanında ihtiyaç anında direği güçlendirmek için istiflenmiş yedek çengeller ve kablolar bulunur. Bütün bunları yığarak yaralılar için bir yer hazırladılar. O günlerin denizcilik geleneğine göre güverteye bir barikat kurdular. Bu, toplara karşı bir koruma sağlardı ancak mermilere karşı değil. Topların çaplarını belirlemek için oldukça geç olmasına rağmen göstergeler getirildi. Ama elden bir şey gelmez, bu kadar çok olay olacağını tahmin edemezlerdi. Denizciler arasında fişek kutuları dağıtıldı. Her biri kemerine bir çift tabanca ve bir kama bağladı. Hamaklar istiflendi, silahlar doğrultuldu. Tüfekler, baltalar ve kıskaçlar hazırlandı. Mermi ve mermi depoları hazır hâle getirildi; baruthane açıldı. Askerler yerini aldı. Acele ve kasvet içinde bu hazırlıklar devam ederken kimseden çıt çıkmıyordu. Ortalık cenaze evi gibiydi.
Daha sonra korvet yan tarafa çevrildi. Bir fırkateyn gibi altı tane çapası vardı. Yedek çapayı ileri doğru, bir diğerini kıç tarafına, deniz çapasını açık denize, diğer ikisini dev dalgaların olduğu kısma ve en son acil durum çapasını da liman tarafına, altı çapanın hepsini atmışlardı. Dokuz sağlam