Holly kız kardeşine ters ters baktı, ama Ivy bu bakışı göremeyecek kadar meşguldü. Genç kadın içini çekti. “Mükemmel olmak zorunda.” Arkasını döndü ve tekrar pencereden dışarı baktı. Kakao Tadım etkinliği birazdan başlayacaktı. Geçit töreni muhtemelen çoktan bitmiş olmalıydı. Görüş açısının izin verdiği ölçüde sokağa göz attı. İnsanlar çoktan dükkânlara girip çıkmaya başlamıştı. Bir çift, Üzüm Aromaları Şaraphanesi önünde durmuş, vitrine bakıyorlardı. Holly’nin kuzenleri Leilia ve Caprecia Strange şaraphanenin sahipleriydi. Çok çeşitli yerel şaraplar ile kendi üzüm bağlarından bir seçki sunuyorlardı.
Genç kadın Ivy’e döndü, “Sence çok insan gelir mi?”
Ivy kap kek şeklindeki sabunları yerleştirmeyi bitirmişti. “Daha fazlası olmasa da her sene gelen kadar olacaktır. Endişelenmekten vazgeç.”
“Elimde değil.” diye cevap verdi Holly. “Ben her konuda böyleyim.”
Dükkânın dışındaki manzara onu tekrar düşüncelerine döndürdü. Her şeyin yolunda gitmesi için buna çok ihtiyacı vardı. Kız kardeşi Ivy’e sözüne güvenilir bir kişi olduğunu ve onun, Hoş Tesadüfler Yolu’nun bir parçası olmasına izin vererek doğru bir karar aldığını ispatlamalıydı. Holly üniversiteyi bırakmış, onun yerine Kısmet Koyu kasabasında kalarak kız kardeşine bu dükkânı açmasında yardımcı olmuştu. Anneannelerinden kendilerine kalan miras işlerine çok yaramıştı. Holly’nin ikizi Sage, kasabadan ayrılmış ve organizasyon planlama işine girmişti. Olabildiğince kısa sürede Kısmet Koyu kasabasından kurtulmak istemişti. Şimdiye kadar Şansın Gücü başarılı olmuştu. Sage birkaç yüksek profilli düğün ve ellinci yıl dönümü partisi düzenlemişti. Bu şekilde devam ederse, Sage işini büyütebilir ve yanına daha fazla eleman alabilirdi.
Holly ceketini askılıktan alırken, “Kahve almaya Cadı Kazanı’na gideceğim. Bir şey ister misin?” diye sordu.
“Bekle”, Ivy tezgâhın etrafından dolanıp, altına uzandı. Bir paket çıkartıp Holly’e verdi. “Bunu Esmeralda'ya ver. Onun Tristan'a hediyesi.”
Esmeralda ve Tristan, Cadı Kazanı Kahve dükkânının sahipleriydi. Esmeralda bir başka kuzendi. Kısmet Koyu, neredeyse hep Strange ailesi tarafından yönetilmişti. Ataları Thomas Strange ilk belediye başkanıydı ve Kısmet Koyu kasabasının kurulmasında etkin rol oynamıştı. O günden beri kasabanın idaresinde görev almışlardı. Babası Adam Strange, şimdiki belediye başkanıydı. Onun ikizi Bowen, emniyet müdürü ve Strange erkeklerinin en büyük ağabeyi Sebastian Amca, bölge başsavcısıydı.
“Bu ne?” Holly her şeyden haberi olsun isterdi.
Ivy gözlerini devirdi. “Eğer sen oradayken hediyeyi verirse, ne olduğunu öğrenirsin. Seni neden ilgilendiriyor? Senin için değil ki.”
Holly omuzlarını silkti. “İlgilendiriyor işte.” derken paketi kolunun altına sıkıştırdı. “Kahve ister misin?”
Ivy “Hayır” derken kafasını salladı. “Ama sana zahmet olmazsa, geri dönerken Kader Çiçekleri’ne bir uğrasan. Amadea ve Ophelia’ya Noel çiçeği sipariş etmiştim. Onları vitrin dekorasyonumuz için istiyorum.”
Holly burnunu kırıştırdı. Kuzenlerinin çiçeklere karşı olan tutkusunu hiç anlayamamıştı. Çiçekler ve şifalı bitkiler hakkında her şeyi biliyorlardı. Holly bazen şifalı bitkiler kısmının çok işe yaradığını da düşünmüyor değildi. Kasabanın tamamı Strange ailesinde büyülü bir şeyler olduğuna inanırdı. Ama Holly büyülü olduklarını hiç düşünmezdi. Özellikle konu aşka geldiğinde. Aşkta hepsi kötü şanstan paylarına düşeni almıştı. Efsane, aşkın onları en beklemedikleri anda bulacağını ve bazende aşkın en başından beri orada olduğunu söylerdi. Söylenenlerin hepsi saçmalıktı, durduk yerde aşk olmazdı. Hayatının geriye kalan kısmında buna inanacaktı.
“Tamam” dedi Holly. “Gittiğimi fark etmeden geri dönmüş olacağım.”
“Bu konuda biraz şüpheliyim.” diyerek kıkırdadı Ivy.
Holly dilini çıkarttı ve dükkândan ayrıldı. Belki de acele etmez keyfine bakardı...
BÖLÜM İKİ
Kısmet Koyu, tipik, küçük bir kasabaydı ve insanın içini acıtacak kadar kusursuzdu. Nicholas Bell, büyük şehrin hareketliliğini ve orada yaşayanların profesyonelliğini tercih ediyordu. Kısmet Koyu sakinleri muhtemelen birbirlerini tanıyan ve aile fertlerinin hal ve hatırlarını soran kişilerdi.
“Neden gene buradayız?” Nicholas arkadaşı Gabriel Reed’e döndü ve ters ters baktı. “Kimseye şirin görünmek için gelmedik. Sakin ol.” dedi Gabriel. “Annemle babamı bana kötü bir şey olmayacağı ya da ölmeyeceğim konusunda ikna etmek için birkaç günlüğüne buradayız.” Nicholas’ın sırtına hafifçe vurdu, “Cesaretle zapt etmeye çalıştığın o alerjik reaksiyonu vermeden, sıcak, kumlu bir sahile doğru yola çıkmış olacağız.”
Nicholas en iyi arkadaşına söylenme isteğini bastırmak zorunda kalmıştı. Gabriel, Houston Runaways takımının top tutucusuydu. Şampiyonluk maçında dizi sakatlandığından beri kızağa çekilmiş durumdaydı. Takım doktoru sakatlığın seyrinin iyiye gitmediğini söylemişti ve fizyoterapistin değerlendirmesi de farklı değildi. Gabriel’in oyunculuk günleri geride kalmış gibiydi, ama arkadaşı o kadar kolay pes etmek istemiyordu. Nicholas'ı Bahamalar'da farklı bir uzmanı görmeye gitmeleri için ikna etmişti. Acaba orada ne gibi şarlatanlıklarla uğraşacaklardı? Nicholas, oradaki doktorun arkadaşına spor hekimlerinin verdiği şanstan daha fazlasını verebileceğinden şüpheliydi, ama Gabriel onun arkadaşıydı ve zor zamanında yanında olacaktı.
“Şurası kahve dükkânı mı?” Nicholas mağazanın önünü işaret etti. “Cadı Kazanı mı? Nasıl bir isim bu böyle?”
Gabriel omuzlarını silkti. “Bir şey diyemem. Uzun zamandır Kısmet Koyu’na gelmedim. Neden içeri girip bize neler ikram edeceklerini görmüyoruz?”
Dükkânın girişine yöneldiler ancak Nicholas daha kapıya ulaşmadan kapı açıldı ve esmer bir genç kadın ona çarptı. Sıcak kahve mavi gömleğinin önüne dökülüp derisini yakarken acıyla bağırdı. “Senin derdin ne?” Konuşurken sesi öfke doluydu. Bu kasabadan gerçekten nefret etmeye başlamıştı ve kasaba halkının da ona sunacağı pek bir şeyi yokmuş gibi görünüyordu.
“Çok özür dilerim.” Genç kadın bir adım yaklaştı ve elini genç adamın göğsüne koydu. Genç kadının dokunuşuyla içinde kıvılcımlar çakan genç adam, genç kadının gözlerine baktı. Gözleri öğle vakti deniz mavisi rengiydi. Saçları normal kahverengi değildi. Kızıl renkli ışıltılar, çikolata renkli bukleler arasından geçerken, güneş ışığı altında neredeyse parlıyordu. Genç kadın muhteşemdi…
“Önemli değil,” derken,