Sage şoke olmuş bakışlarla karşılık verdi.
“Boldt Kalesi mi?” diye sordu. “Bin Adalara mı gidiyorsunuz?”
Anne ve babası kaşlarını çatarak karşılık verdiler.
Annesi, “Sana ne?” diye cevap verdi.
Sage duyduklarına inanamıyordu. Büyük Konsey neredeyse tarihin başlangıcından bu yana hiç toplanmamıştı ve türlerinin tamamının bir yerde toplanması iyiye işaret değildi.
“Ama neden?” diye sordu. “Hepimiz öleceksek niye toplanıyoruz ki?”
Babası öne çıktı ve parmağını kaldırıp Sage’in göğsüne bastırırken gülümsedi.
“Biz senin gibi değiliz,” diye homurdandı. “Biz savaşmadan pes etmeyeceğiz. Bizimkisi gelmiş geçmiş en büyük ordu olacak, ilk defa hepimiz tek bir yerde olacağız. İnsanoğlu bunun bedelini ödeyecek. Öcümüzü alacağız.”
Sage, “Ne öcü?” diye sordu. “İnsanoğlu size hiçbir şey yapmadı. Masum insanlara neden zarar vereceksiniz ki?”
Babası gülümseyerek yanıt verdi.
“Bu kadar aptal olma,” dedi. “Bunu neden yapmayalı ki? Kaybedecek neyimiz kaldı? Bize ne yapacaklar, öldürecekler mi?”
Babası güldü ve annesi de ona katıldı, ikisi kol kola girip onun yanından geçip gittiler, giderken de onun omzuna çarptılar ve uçmaya hazırlandılar.
Sage arkalarından bağırdı: “Bir zamanlar asil olduğunuzu hatırlıyorum,” dedi. “Ama şimdi, hiçbir şeysiniz. Hiçbir şeyden bile betersiniz. Sizi çaresizlik mi bu hale getirdi?”
İkisi dönüp yüzlerini ekşittiler.
“Sage, senin sorunun bizden birisi olmana rağmen ırkımızı bir türlü anlamaman. Her zaman tüm istediğimiz yok etmek olmuştur. Sadece sen, bir tek sen farklısın.”
Annesi, “Sen her zaman bir türlü anlayamadığımız çocuğumuz oldun,” dedi. “Ve bizi her zaman hayal kırıklığına uğrattın.”
Sage bir acının vücudunu boydan boya kestiğini duyumsadı ve kendisini cevap veremeyecek kadar zayıf hissetti.
Dönüp oradan ayrılmaya hazırlanırlarken, güçlükle nefes alan Sage bütün gücünü toplayıp bağırdı: “Scarlet! O nerede? Lütfen söyleyin!”
Annesi döndü ve gülümsedi.
“Ah, onu sakın merak etme,” dedi. “Lore onu bulup hepimizi kurtaracak. Veya bunu yapaya çalışırken ölecek. Ve yaşamaya devam edersek sakın hayatımızda senin için bir yer olacağını düşünme.”
Sage’in yüzü kıpkırmızı oldu.
“Sizden nefret ediyorum!” diye bağırdı. “İkinizden de nefret ediyorum!”
Anne ve babası gülümseyerek döndü, mermer tırabzanların üzerine çıkıp gökyüzünde süzülmeye başladılar.
Sage orada durup onların gidişini, gökyüzünde kayboluşlarını izledi, kuzenleri de onlara katılıyordu. Orada, pencereleri tahtalarla kapatılmış eski malikânelerinin önünde tek başına kalakalmıştı ve burada onun için hiçbir şey kalmamıştı. Ailesi ondan nefret ediyordu – ve o da onlardan nefret ediyordu.
Lore. Sage onu düşünürken içinde yeni bir güç uyandı. Onun Scarlet’i bulmasına izin vermezdi. Hissettiği tüm acıya rağmen tüm gücünü son bir kez daha toplaması gerekiyordu. Scarlet’i bulmak zorundaydı.
Ya da bulmaya çalışırken ölecekti.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Caitlin kamyonetlerinin yolcu koltuğunda yorgun ve kalbi kırık bir şekilde otururken, Caleb saatlerdir 9 numaralı otoyolda çılgın gibi bir ileri bir geri gidip sokaklara göz atıyordu. Şafak söküyordu ve Caitlin ön camdan garip bir görüntüdeki gökyüzüne bakıyordu. Havanın bu kadar hızlı aydınlandığına inanamıyordu. Bütün geceyi arabada geçirmişlerdi, ikisi önde, Sam ile Polly arkadaydılar ve gözleriyle yol kenarlarını tarıyor, her yerde Scarlet’i arıyorlardı. Bir keresinde aniden fren yapıp durmuşlar ve Caitlin onu gördüğünü sanmıştı – ama bunun bir korkuluk olduğunu görmüştü.
Caitlin bir an için gözlerimi kapadı, göz kapakları çok ağırlaşmış ve gözleri şişmişti; gözlerini kapamasına rağmen tıpkı bütün gece olduğu gibi arabaların ışığını, yanlarından geçip giden farlarını ve akan trafiği görebiliyordu. Ağlayacakmış gibi hissetti.
Caitlin içinde büyük bir boşluk hissediyordu, Scarlet’e yeteri kadar destek olamadığı için kötü bir anne olduğunu düşünüyordu – ona inanmadığı, onu anlamadığı, ihtiyacı olduğu her zaman onun yanında olmadığı için. Caitlin bir şekilde bütün bunlardan kendisini sorumlu tutuyordu. Ve kızını bir daha göremeyecek olma düşüncesi onu çıldırtıyordu.
Caitlin ağlamaya başladı ve gözlerini açıp hemen gözlerini sildi. Caitlin uzanıp elini tuttu, ama Caitlin onu istemedi. Cama dönüp dışarı baktı; biraz kendi kendine, yalnız kalmak – hatta ölmek istiyordu. Küçük kızı olmadığında hayatında yaşamaya değer hiçbir şey yoktu.
Caitlin omzunda yatıştırıcı bir elin varlığını hissetti. Dönünce Sam’in ona doğru eğildiğini gördü.
“Bütün gece arabadaydık,” dedi. “Hiçbir yerde ondan en ufak bir iz yok. 9 numaralı otoyolun her yerine baktık. Polisler de burada ve bir sürü arabaları var. Hepimiz çok yorulduk ve onun nerede olabileceği hakkında hiçbir fikrimiz yok. Evde bizi bekliyor bile olabilir.”
Polly, “Katılıyorum,” dedi. “Bence eve gidelim. Biraz dinlenmemiz gerek.”
Birden acı bir korna sesi geldi ve Caitlin kafasını kaldırıp baktığında ters yönde olduklarını ve bir kamyonun üstlerine doğru geldiğini gördü.
Caitin, “CALEB!” diye bağırdı.
Caleb bir anda direksiyonu kırdı ve son anda kendi şeritlerine girdi, kamyon bir karış kadar yanlarından geçip gitti.
Caitlin ona baktı, kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu ve yorgun Caleb de kıpkırmızı gözlerle ona baktı.
Caitlin, “Neler oluyor?” diye sordu.
“Üzgünüm,” dedi. “Uyuyakaldım.”
Polly, “Bunun hiçbir faydası yok,” dedi. “Dinlenmemiz gerek. Eve dönmeliyiz. Hepimiz çok yorulduk.”
Caitlin düşündü ve sonunda uzun bir aradan sonra kafasını salladı.
“Pekâlâ. Bizi eve götür.”
*
Caitlin güneş yükselirken koltuğunda oturmuş, içinde Scarlet’in fotoğraflarının bulunduğu albümü karıştırıyordu. Onunla, Scarlet’in farklı yaşlarıyla ilgili bütün anıları gözünün önüne geliyordu. Caitlin parmaklarını bu fotoğraflar üzerinde gezdiriyor ve Scarlet’in şu anda yanında olmasını her şeyden çok istiyordu. Bunun için her şeyi verirdi, hatta kendi kalbini ve canını bile.
Caitlin kütüphaneden aldığı kitaptan çıkartıp sakladığı yırtık sayfaya baktı, Caitlin zamanında dönmüş olsaydı Scarlet’i kurtaracak olan, onun bir vampire dönüşmesine engel olacak olan o eski ritüelin yazılı olduğu sayfaya. Caitlin bu sayfayı yırtıp küçük