Luke silahlarını doldurdu. Kaskını aldı. “Hazırım.”
Pürüzsüz siyah kaskını başına geçirdi, Ed’ de aynısını yaptı. Luke vizörünü indirdi. “Telsiz açık,” dedi.
“Açık,” dedi Ed. Ed’in sesi sanki Luke’un kafasının içindeydi. “Seni net bir şekilde duyuyorum. Hadi yapalım şunu.” Ed, oturduğu sandalyeyi itmeye başladı.
Luke onun arkasından “Ed!” diye seslendi. “Şu duvarda büyük bir deliğe ihtiyacım var. İçinden geçebileceğim bir şey.”
Ed bir elini kaldırdı ve devam etti. Bir süre sonra park halinde dizilmiş arabaların arkasında gözden kayboldu.
Luke, bagaj kapağını açık bıraktı. Hemen arkasına çömeldi. Bütün silahlarına hafifçe dokundu. Bir Uzi, bir pompalı tüfek ve iş o noktaya gelirse diye iki bıçak. Derin bir nefes aldı ve mavi gökyüzüne baktı. O ve Tanrı tam olarak hiç anlaşamamışlardı. Bir gün aynı noktada buluşabilseler bunun çok yardımı olurdu. Eğer Luke bir gün Tanrı’ya ihtiyaç duysaydı, o gün bugündü.
Şişman, beyaz ve yavaş hareket eden bir bulut ufukta süzülüyordu.
Buluta “Lütfen,” dedi Luke.
Bir an içinde çatışma başlamıştı.
2. BÖLÜM
Brown, mutfağın hemen yanındaki kontrol odasında duruyordu.
Hemen arkasındaki masada bir M16 tüfek ve dokuz-milimetre yarı-otomatik bir Baretta yatıyordu. Yanlarında üç adet el bombası ve bir gaz maskesi vardı. Ayrıca siyah bir Motorola telsiz.
Masanın yanındaki duvarda kapalı devre kameraları gösteren 6 küçük ekran set halinde asılıydı. Görüntüler siyah-beyazdı. Her ekran evin etrafına stratejik noktalara yerleştirilmiş kameralar yoluyla Brown’a gerçek zamanlı görüntü sağlıyordu.
Buradan, kayarak açılan cam kapıların dışını, liman ve rampaların olduğu rıhtımın üst kısmını görebiliyordu. Ayrıca; bütün limanı ve gemilerin limana girdiği kısmı; evin yanındaki çift katlı çelikten yapılmış kapının önünü; bu kapının açıldığı antreyi; üst kattaki koridoru ve koridorun sokağa bakan penceresini; sonuncu olmamakla birlikte Luke’un eşinin ve oğlunun sessizce, başları örtülü şekilde oturduğu penceresiz sorgu odasını.
Bu eve sürpriz etkisiyle girmek mümkün değildi. Masada duran klavye sayesinde limana bakan kameranın kontrolü sağlanabilirdi. Balıkçı teknesini kadrajda ortalayana kadar kamerayı kaldırdı, görüntüyü yakınlaştırdı. Geminin yan tarafında kurşun geçirmez yelekli üç adam gördü. Demir alıyorlardı. Birazdan bu tekne hızla yanaşıyor olacaktı.
Brown arka veranda kamerasına geçti. Kamerayı evin yanına bakacak şekilde çevirdi. Yolun karşısında duran kablo şirketi aracının ön ızgarasını ancak görebiliyordu. Önemi yoktu. Üst kattaki pencereye yerleştirdiği adam silahını buraya doğrultmuştu.
Brown iç geçirdi. Yapması gereken şeyin polisleri telsizden uyarmak, neler döndüğünün farkında olduğunu bildirmek olduğu düşündü. Kadını ve çocuğu aşağıya indirebilir ve kaydırılarak açılan camdan doğru elindeki kozu gösterebilirdi.
Çatışma ve kan gölü yerine direkt sonuç vermeyecek müzakerelere geçebilirlerdi. Böylece, belki birkaç can bağışlanmış olurdu.
Kendi kendine gülümsedi. Bu, bütün eğlenceyi sonlandırırdı, değil mi?
Antre görüntüsünü kontrol etti. Aşağıda üç adamı vardı, iki Sakallı ve bir de Avustralyalı olarak bildiği biri. Adamlardan biri çelik kapıya bakıyor, diğer ikisi de arkadaki cam kapıya. Asıl zafiyet cam kapı ve dışındaki verandaydı. Polislerin bu kadar ileri gitmesi için bir sebep yoktu.
Arkasına uzandı ve telsizi kaptı.
Üst katta açık olan pencerenin dibine çömelmiş adama seslendi “Bay Smith?”
Kinayeli bir ses tonuyla cevap geldi “Bay Brown”. Smith takma isimlerin komik olduğunu düşünecek kadar genç biriydi. Kameraya doğru el salladı.
“Van ne durumda?”
“Sallanıyor. Sanki içeride toplu seks yapıyorlar.”
“Tamam. Gözlerini açık tut. Kesinlikle… tekrar ediyorum… kesinlikle, kimsenin verandaya ulaşmasına izin verme. Haber vermene gerek yok. Angajman yetkisine sahipsin. Anlaşıldı mı?”
“Anlaşıldı,” dedi Smith. “Ateş serbest, bebek.”
Brown “Aferin,” dedi. “Belki cehennemde görüşürüz.”
Tam o sırada sokaktan ağır bir aracın sesi geldi. Brown eğildi. Ayağa kalkmadan mutfağa gitti ve camın altına siper aldı. Dışarıda, zırhlı bir araç evin önüne çekmişti. Ağır arka kapılar sertçe açıldı ve içinden vücut zırhlı iri adamlar inmeye başladı.
Bir saniye geçti. İki saniye. Üç. Sokakta sekiz adam toplanmıştı.
Smith gökyüzünden ateş açtı.
Duh-duh-duh-duh-duh-duh.
Silah sesleri yerleri titretiyordu.
Polislerden ikisi hemen yere düştü. Diğerleri aracın içine ve arkasına saklandılar. Zırhlı aracın arkasında, kablolu TV aracından üç adam çıktı. Smith onlara doğru ateş etti. Adamlardan biri mermi yağmuruna tutuldu ve can çekişmeye başladı.
“Mükemmel, Bay Smith” dedi Brown Motorola’dan.
Polislerden biri vurulmadan önce karşıya doğru yolun yarısını geçmişti. Şimdi yolun kaldırıma yakın tarafında, muhtemelen evin önündeki çalılıklara ulaşmayı umut ederek, sürünüyordu. Zırh giyiyordu. Muhtemelen zırhın boşluklarından bir yerden vurulmuştu ama gene de tehdit oluşturabilirdi.
“Yerde bir tanesi hala hareket ediyor. Onun da işinin bitmesini istiyorum.”
Neredeyse aynı saniyede, onlarca mermi vücudunu titreterek adama isabet etti. Brown öldürücü vuruşu yavaş çekimde izliyor gibiydi. Adamı boynunun arkasındaki, zırh ve kasketinin arasındaki boşluktan vurmuştu. Bir kan bulutu havayı doldurdu ve adam hareketsiz kaldı.
“Güzel atış, Bay Smith. Harika atış. Şimdi hepsini içeri tık.”
Brown komuta odasına geri döndü. Balıkçı teknesi duruyordu. Daha iskeleye bile yanaşmadan siyah ceketli ve kasklı adamlar kıyıya atlamaya başladılar.
“Aşağı kattakiler, maskeleri takın” dedi Brown. “Sürgülü kapının oraya doğru geliyorlar, ateşe cevap vermeye hazırlıklı olun.”
“Anlaşıldı,” dedi biri.
İstilacılar iskelede pozisyon almıştı. Ellerindeki ağır zırhlı balistik kalkanların arkasına çömelmişlerdi. Adamlardan biri kalktı ve göz yaşı tabancasını ateşledi. Brown kendi maskesine uzandı ve merminin eve doğru hareket edişini seyretti. Cam kapıya vurdu ve salona doğru ilerledi.
Başka bir adam ayağa kalktı ve bir mermi daha ateşledi. Sonra üçüncü bir adam daha. Tüm göz yaşartıcı mermiler cam kapıya, oradan da eve ulaşıyordu. Cam kapı yok olmuştu. Brown’un ekranından göründüğü kadarıyla bekleme odasının yanındaki alan dumanla dolmaya başlamıştı.
“Aşağıda durum nedir?” dedi Brown. Birkaç saniye geçti.