Şov bir anda liberallerden muhafazakarlara geçmişti, olanların hepsi bir günde gerçekleşmişti. Halk doğal olarak suçluları arıyordu ve yeni gelen yöneticiler İran’ı işaret ediyordu.
Brown sırada olacak şeyleri bekliyordu.
Dört kişi bir tekneyle gecenin geç saatinde evin arkasındaki kapıya yaklaştı. Kadını ve çocuğu getirmişlerdi. Tutsaklar Luke Stone adında birine aitti. Görünüşe göre insanlar Stone’un bir probleme dönüşebileceğini düşünmüşlerdi. Bu sabah bu problemin nasıl bir şey olduğu daha iyi anlaşılıyordu.
Duman dağıldığında, devirme harekatının birkaç saat içerisinde başarısız olduğu ortaya çıkmıştı ve Luke Stone bütün o enkaz ve yıkıntının yanında dimdik ayakta duruyordu.
Luke’un karısı ve çocuğu hala Brown’ın tutsağıydı ve o, bu ikisiyle ne yapacağını bilmiyordu. İletişim imkanı yoktu. Aslında onları öldürüp ve evi terk etmeliydi ama o bunun yerine hiç gelmeyen emirleri beklemişti. Şimdi, evin dışında Verizon FIOS vanı bekliyor ve belki yüz metre açıkta ne olduğu belirsiz bir balıkçı teknesi bekliyordu.
Onu aptal olduğunu mu düşünmüşlerdi? Geldiklerini bir mil öteden görebiliyordu.
Koridora geçmişti. İki adam orada duruyordu. Otuzlu yaşların ortalarında, çılgın saçlı ve sakallı, hayatları boyunca özel harekatçı olmuş adamlar. Brown bu görüntüyü tanıyordu. Gözlerindeki bakışlara da aşinaydı, bu korku değildi.
Bu heyecandı.
“Sorun ne?” dedi Brown.
“Fark etmediysen söyleyelim, birazdan harekat başlayacak”
Brown başıyla onayladı. “Biliyorum.”
“Hapse giremem,” dedi bir numaralı sakallı.
İki numaralı sakallı başıyla onayladı. “Ben de.”
Brown’da onlarlaydı. Bütün bunlar olmadan önce bile FBI onun kimliğini tespit edebilseydi birden fazla müebbetle karşı karşıyaydı. Şimdi? Düşünmek bile istemiyordu. Onun kim olduğunu bulmaları aylar alırdı ve bu sırada o, herhangi bir şehir hapishanesinde, düşük çaplı serserilerle birlikte oturacaktı. Şu anki durumda bir meleğin gelip onu her şeyden kurtarmasını bekleyemezdi.
Yine de sakin hissediyordu. “Burası göründüğünden daha sağlam”
“Evet ama buradan çıkışımız yok,” dedi bir numaralı sakallı.
Doğru.
“Onlara geçit vermeyelim, müzakereye zorlayalım. Elimizde rehineler var.” Bu kelimeler ağzından çıkar çıkmaz onlara inancını yitirdi. Neyi müzakere edeceklerdi, güvenli geçiş? Nereye gideceklerdi ki?
“Bizimle müzakere etmeyecekler,” dedi bir numaralı sakallı. “Keskin nişancı temiz bir atış şansı bulana kadar bize yalan söyleyecekler.”
“Pekala,” dedi Brown. “Ne yapmak istersiniz?”
“Savaşalım,” dedi iki numaralı sakallı. “Başarısız olursak buraya gelir, önce misafirlerimizin kafasına sonra da kendi kafama birer kurşun sıkarım.”
Brown başıyla onayladı. Daha önce çok kere böyle köşeye sıkışmış ve her defasında bir çıkış yolu bulmuştu. Belki hala şimdiki durumdan bir çıkış vardı. Böyle düşündü ama bunu onlara söylemedi. Batan gemiden anca belli sayıda fare kaçabilirdi.
“Gayet makul,” dedi. “Bunu yapalım. Pozisyonlarınızı alın.”
*
Luke ağır harekat yeleğini giydi. Ağırlık üzerine oturmuştu. Yeleğin bel bandını bağladı, omuzlarına binen yükü azaltıyordu. Kargo pantolonu Ejderha Derisi denilen hafif bir çeşit zırhla dikilmişti. Bir kask ve yüz maskesi yerde, ayaklarının yanında duruyordu.
Luke ve Ed Mercedes’in açık bagaj kapağının arkasında duruyorlardı. Bagaj kapağının karartılmış camı onları evin pencerelerinden bir derece saklıyordu. Ed araca yaslandı. Luke Ed’in tekerlekli sandalyesini çıkardı, açtı ve yere koydu.
“Harika,” dedi Ed ve başını salladı. “Savaş arabam burada, ve çarpışmaya hazırım.” İç geçirdi.
“Olay şu,” dedi Luke. “Sen ve ben ortalıkta olmayacağız. SWAT içeri girdiğinde, rıhtıma bakan verandalı kapıda silahlı adamlar olacak, ve arka bahçeye bakan kapıya da koç başı. İşe yarayacağını sanmıyorum. Tahminimce arka bahçe kapısı çift katlı çelikten, yerinden oynamaz, veranda ise tam bir ateş fırtınası olacak. İçeride hayaletler var, ne yani kapıları tutmayacaklar mı? Hadi ama. Bence bizimkiler geri püskürtülecek. Umarım kimse vurulmaz.”
“Amin,” dedi Ed.
“İlk hareketin arkasından dolaşacağım. Bununla.” Luke bagajdan bir Uzi çıkardı.
“Ve bununla” Bir Remington 870 pompalı tüfek.
İki silahında ağırlığını hissetti. Ağırlardı. Bu ağırlık rahatlatıcı ve güven vericiydi.
“Polisler içeri girer ve güvenliği sağlarlarsa bu harika olur. Eğer giremezlerse kaybedecek zamanımız yok. Uzi’lerde Rus yapımı yüksek-basınç zırh-delici mermiler var. Kötü adamların giyebileceği çoğu zırhı delip geçebilen şeyler. Belki ihtiyaç duyarım diye bunlarla dolu yarım düzine şarjör getirdim. Koridorda çatışma olursa pompalı tüfeğe başvururum. Daha sonra kol, bacak, boyun ve kafa dilimleyeceğim.”
“Nasıl içeri girmeyi planlıyorsun?” dedi Ed. “Polisler içeri giremezse sen nasıl gireceksin?”
Luke aracın içine uzandı ve bir M79 bomba tüfeği çıkardı. Ucu kesilmiş, tahta kabzalı bir pompalı tüfeği andırıyordu. Ed’e verdi.
“Beni içeri sen sokacaksın.”
Ed, silahı iri ellerine aldı. “Güzel.”
Luke tekrar uzandı ve iki kutu M406 bombası çıkardı, kutu başına dört bomba vardı.
“Sokağın kenarında park edilmiş arabaların arkasından içeri doğru ilerlemeni istiyorum. Ben oraya ulaşmadan hemen önce duvarda benim için bir delik aç. Onlar kapıya odaklanmış, polislerin kapı kırarak girmesini bekliyor olacak. Biz de bunun yerine tam kucaklarına bir bomba atacağız.”
“Hoş,” dedi Ed.
“İlk atımdan sonra bir tane daha at, sadece iyi şans için. Sonra kendini korumak için yere yat.”
Ed, bomba tüfeğinin namlusu boyunca elini gezdirdi. “Sence bunu yapmak güvenli mi? Yani... içeridekiler senin ailen.”
Luke eve baktı. “Bilmiyorum. Ama gördüğüm olayların çoğunda rehinelerin olduğu oda ya üst katta ya da bodrumda olur. Sahildeyiz ve suyun derinliği bir bodrum katı için çok fazla. Yani tahminimce; eğer bu evdelerse üst katta, sağ uçtaki penceresiz odadalar.”
Saatini kontrol etti: 16:01
Tam vaktinde, mavi, zırhlı bir araç bütün gürültüsüyle köşeyi döndü. Luke ve Ed aracın geçişini izledi. Bu araç çelik zırhlı, silah çıkışları ve ışıklar gibi aksesuarları olan bir Lenco BearCat idi.
Luke, göğüs kafesinde bir karıncalanma hissetti. Korku. Endişe. Geçtiğimiz yirmi dört saat boyunca kiralık katillerin eşini ve çocuğunu kaçırdığı konusunda hiçbir şey hissetmiyormuş