“Ben, Moog,” dedi meşum ve otoriter bir ses tonuyla. “Bana efendim diye hitap edeceksiniz. Ben yeni gardiyanınızım. Artık tüm hayatınız benim.”
Volta atarken nefes alıp veriş sesleri daha çok bir hırıltı gibi çıkıyordu.
“Yeni evinize hoş geldiniz,” diye devam etti. “Gerçi burası geçici yuvanız. Çünkü ay tepeye yükselmeden önce hepiniz ölmüş olacaksınız. Aslında, hepiniz öldüğünü izlemek benim için büyük bir zevk olacak.”
Gülümsedi.
“Ama burada olduğunuz müddetçe hayatta kalacaksınız. Beni memnun etmek için yaşayacaksınız. Başkalarını memnun etmek için. İmparatorluğu memnun etmek için. Artık sizler eğlence araçlarısınız. Bize gösteri yapıp eğlendirecek kişilersiniz. Dahası, bizler öldüğünü görüp keyifleniriz. Bunu iyi yapacaksınız.”
Gaddarca bir gülümsemeyle onlara bakarak volta atmaya devam etti. Uzaktan müthiş bir çığlık sesi geldi ve Darius’un ayaklarının altındaki zemin zangırdadı. Kana susamış yüz bin düşmanın haykırışı gibiydi.
“Bu çığlığı duyuyor musunuz? Bu, ölüm çığlığı. Akan susamışlık. Orada, şu duvarların ardında kocaman bir arena var. Arenada başkalarıyla ve kendinizle savaşacaksınız. Ta ki tek biriniz bile sağ kalmayana dek devam edeceksiniz.”
İç çekti.
“Üç rauntluk bir savaş olacak. Son rauntta sağ kalanınız olursa, size özgürlüğünüz bahşedilecek, tüm zamanların en iyi arenasında savaşma şansı verilecek. Ama sakın umutlanmayın. Bugüne dek kimse orada savaşacak kadar uzun süre hayatta kalmadı.
“Çabuk ölmeyeceksiniz. Bundan emin olmak için buradayım. Ağır ağır ölmenizi istiyorum. Bizleri eğlendirmenizi istiyorum. Savaşmayı ve iyi savaşmayı öğrenip aldığımız keyfi uzatacaksınız. Çünkü artık sizler insan değilsiniz. Köle de değilsiniz. Kölelerden de alt sınıfsınız: Artık gladyatörlersiniz. Yeni ve son rolünüze hoş geldiniz. Uzun sürmeyecek.”
BEŞİNCİ BÖLÜM
Volusia ardında yüz binlerce adamıyla çölde ilerliyor, adamlarının çizmelerinin sesleri etrafta yankılanıyordu. Bu ses kulaklarına çok tatlı geliyordu; ona bir ilerleme ve zafer sesini andırıyordu. İlerlerken etrafına bakınıyor, ufku kaplayan, İmparatorluk başkentinin etrafındaki kuru ve sert kumlara saçılmış cesetleri gördükçe tatmin oluyordu. Binlerce kıpırtısız, sırt üstü yere saçılmış, devasa bir dalgayla dümdüz olmuş gibi acı içinde göğe bakan ceset vardı.
Volusia onları öldüren şeyin devasa bir dalga olmadığını biliyordu. Voks denen büyücüleri bu katliamdan sorumluydu. Çok güçlü bir büyü yapmış, onu tuzağa düşürüp öldürebileceğini düşündükleri herkesi öldürmüşlerdi.
Volusia başardığı işi izlerken, o zafer gününün keyfini çıkarırken ve onu öldürmek isteyenleri bir kez daha alt ettiğinin yarattığı zevkle yürürken sırıttı. Bu cesetlerin hepsi İmparatorluk liderlerine, yüce savaşçılara, hayatlarında bir kere bile yenilmemiş ve başkentle arasında olan tek şey olan kişilere aitti. Artık tüm bu İmparatorluk liderleri, Volusia’ya karşı çıkmaya cüret etmiş ve ondan daha zeki olduğunu sanan adamlar ölmüştü.
Volusia aralarında ilerlerken, kâh cesetlerin yanından dolanıyor, kâh üstlerinden geçiyordu. Bazen de canı istediği için üstlerine basıyordu. Düşmanlarının etlerini çizmelerinin altında hissetmekten büyük bir zevk alıyordu. Kendisini yine bir çocuk gibi hissediyordu.
Volusia başını kaldırdı ve ilerideki başkenti, ufukta parıldayan kocaman altın renkli kubbesini, etrafını çevreleyen otuz metrelik yüksek duvarları, göklere kadar yükselen kemerli altın kapılarının bulunduğu girişini gördü ve kaderinin onu getirdiği yerin heyecanına kapıldı. Artık kendisiyle nihai güç kaynağının arasında hiçbir engel kalmamıştı. Artık İmparatorluğu yönetmek için onu engelleyebilecek politikacılar, liderler veya komutanlar yoktu. Tam üç ay boyunca peş peşe kocaman ordusuyla ele geçirdiği şehirlerle yaptığı uzun yolculuğun sonunda, oraya varabilmişti. Sadece o duvarların, o parıldayan altın kapıların ardında fethedeceği son yer duruyordu. Çok geçmeden, içeride olacaktı, tahtı ele geçirecekti ve bunu yaptığında artık onu durdurabilecek hiçbir şey ya da hiç kimse olmayacaktı. İmparatorluğun tüm ordularını, tüm eyaletlerini ve bölgelerini, dört boynuzu ve iki kuleyi ve son olarak da onu, yani bir insanı en yüce komutanı olarak seçecek İmparatorluğun tüm yaratıklarını ele geçirecekti.
Dahası, ona Tanrıça diye hitap etmek zorunda kalacaklardı.
Bunu düşününce gülümsedi. Her şehirde, her güç merkezinde heykellerini diktirecek, kendi ismini taşıyan kutlama günleri düzenleyecek, insanların birbirlerini onun ismini söyleyerek selamlamasını sağlayacaktı. İmparatorluk çok geçmende ondan başkasının ismini bilmeyecekti.
Volusia sabahın erken saatlerinde güneşlerin altında ordusunun başında yürürken o altın kapılara baktı ve bunun hayatının en muhteşem anlarından biri olacağını fark etti. Adamlarının önünde yürürken kendisini yenilmez hissediyordu… Özellikle de birliklerindeki o hainler öldüğü için. Onun sırf genç olduğu için saf olduğunu, tuzaklarına düşeceğini düşündükleri içi ne büyük aptallık etmişlerdi. Sanki onların yaşça büyük olması bir işe yaramıştı… Hepsi ölmüştü. Sadece genç yaşta ölmüşlerdi. Onun zekâsını, onlarınkinden çok daha büyük olan zekâsını hafife aldıkları için vakitsizce ölmüşlerdi.
Yine de, Volusia yola devam ederken ve çöldeki İmparatorluk askerlerinin cesetlerine bakarken giderek endişelenmeye başladı. Etrafta olması gerektiği kadar da ceset olmadığını fark etti. Olsa olsa birkaç bin ceset vardı. Düşündüğü gibi yüz binlerce cesetle, İmparatorluğun esas ordusunun askerlerinin cesetleriyle karşılaşmamıştı. Yoksa o liderler askerlerinin tamamıyla savaşmamışlar mıydı? Savaşmamışlarsa nerede olabilirlerdi?
Düşünmeye başladı: Liderleri ölen İmparatorluk başkenti hala kendisini savunacak güçte olabilir miydi?
Volusia şehir kapılarına yaklaşırken, Vokin’den öne çıkmasını ve ordusunun durmasını işaret etti.
Adamlar teker teker arında durdular ve en sonunda sabahın o erken saatlerinde çölde bir sessizlik oldu. Etrafta sadece rüzgârın uğultusu, havaya kalkan tozların ve uçuşan dikenli çalılıkların sesi duyuluyordu. Volusia devasa mühürlü kapılara, üslü desenlerle, işaretlerle, sembollerle kaplı, İmparatorluk diyarlarında yapılan eski savaşçıların öykülerini anlatan altından girişe baktı. Bu kapılar tüm imparatorlukta dillere destandı; süslenmelerinin yüz sene sürdüğü ve kalınlıklarının dört metre olduğu konuşulurdu. Tüm İmparatorluk diyarlarının gücü temsil eden bir işaretti.
Kapılardan sadece on beş metre kadar ötede olan Volusia daha önceden başkentin girişine hiç o denli yaklaşmamıştı ve hayranlıkla kapılara ve temsil ettikleri şeylere bakıyordu. Bu kapılar sadece bir güç ve istikrar sembolü değil, aynı zamanda bir baş şaheser ve çok eski zamanlardan kalma bir sanat eseriydi. İçinden elini uzatıp o altın kapılara dokunmak, üstlerine oyulmuş imgelerin üstünde gezdirmek geçti.
Ama bunun doğru zaman olmadığını biliyordu. Kapıları incelerken içini kötü bir his kaplamaya başladı. Bir terslik vardı. Kapılarda hiç muhafız yoktu. Dahası, her yer fazla sessizdi.
Volusia başını