Ama MacGil yataga gitmeye çalisirken basi çok fena döndü ve kadini firlatti. Artik o havada degildi.
“Beni yalniz birak!” dedi ve onu kendinden uzaklastirdi.
Kadin donmus ve cani acimis bir sekilde orada kalakaldi. Kapilar açildi ve hizmetliler içeri girdi. Birer koluna girdiler ve onu disari çikardilar. Bagirip çagiriyordu ama arkalarindan kapiyi kapattiklarinda sesi bir süre sonra kesildi.
MacGil yataginin kenarina oturdu ve basini tuttu. Bas agrisini geçirmeye çalisiyordu. Içkinin etkisinin azalacagi kadar zaman geçtikten sonra hala basinin agrimasi normal degildi ama bu gece farkliydi. Her sey çok çabuk degismisti. Ziyafette her sey yolundaydi; Thor çikip her seyi mahvedene kadar önünde özenle seçilmis et ve variller dolusu sert sarap vardi. Önce saçma rüyasini bahane edip kendisine müdahalede bulunmustu; sonra da kadehi ellerinden düsürtmüstü.
Sonra bir köpek çikagelmis ve yerdeki saraptan içince herkesin önünde ölmüstü. MacGil o andan beri sarsilmis bir haldeydi. Farkindalik kafasina bir çekiç gibi dank etmisti; birisi onu zehirlemeye çalismisti. Onu öldürmeye. Bunu zar zor sindirebiliyordu. Birisi muhafizlarini ve çesnicibasini asmisti. Ölmesine ramak kalmisti ve hala bunun etkisindeydi.
Aklina Thor’un zindana götürülmesi geldi ve bir kez daha bunun dogru bir karar olup olmadigini düsündü. Bir yandan Thor’un kendisi yapmamis ya da en azindan suça ortak olmamis olsa sarabina zehir katildigini bilmesi mümkün degildi. Diger yandan Thor’un derin ve gizemli güçleri vardi, hem de çok gizemli. Belki de dogruyu söylüyordu; belki de gerçekten bunu rüyasinda görmüstü. Belki Thor gerçekten hayatini kurtarmis ve MacGil de onu, kendisine tamamen sadik olan tek kisiyi zindana atmisti.
Bunu düsününce MacGil’in basi zonklamaya basladi ve çizgileri çogalmis alnini ovup bir çözüm bulmaya çalisti. Ama bu gece çok içmisti ve akli pusluydu. Basi dönüyordu ve isin içinden çikamiyordu. Bu bogucu yaz gecesi çok sicakti ve saatlerdir yemek ve içkiyle isinmis vücudunun terledigini hissetti.
Üstünde sadece atleti kalana kadar her seyi çikardi. Kasindaki ve sakalindaki terleri sildi. Arkasina yaslanip kocaman ve agir botlarini çikardi. Ayaklarini ileri uzatip parmaklarini büktü. Dinginlesinceye kadar oturup nefes alip verdi. Bu gece karni sismisti ve agir geliyordu. Uzandi ve basini yastiga koydu. Içini çekti ve yukari bakti. Dört resme dikkat etmeden bakislarini tavana dikti ve bas dönmesini durdurmaya çalisti.
Onu kim öldürmek isteyebilirdi? Tekrar bunu merak etti. Thor’u kendi çocugu gibi sevmisti ve içten içe bunu yapanin o olamayacagini düsünüyordu. Baska kim olabilirdi? Bunu yapmak için ne gibi bir sebebi olabilirdi? Ve en önemlisi de bunu yapmayi tekrar deneyecek miydi? Güvende miydi? Argon’un dedikleri dogru muydu?
Cevabi bulabilecekken bulamadigi için gözlerinin agirlastigini hissetti. Biraz daha berrak düsünebiliyor olsaydi belki çözebilirdi. Ama akli uçmustu. Danismanlarini çagirip sorusturma baslatmasi için sabahi beklemesi gerekiyordu. Aklindaki soru onun ölmesini kimin istedigi degildi; onun ölmesini kimin istemedigiydi. Biliyordu ki erkani tahti arzulayan insanlarla doluydu. Hirsli generaller; gizli isler çeviren konsey üyeleri; güce aç asiller ve lordlar; casuslar; eski düsmanlar; McCloud’larin suikastçileri; belki Dis Dünya’ninkiler bile. Belki hepsinden daha yakin birileri…
MacGil’in gözleri kapaniyordu ama dikkatini çeken bir sey vardi. Odanin içinde hareket sezdi ve baktiginda hizmetlilerin orada olmadigini gördü. Gözlerini kirpti. Kafasi karismisti. Hizmetlileri onu hiç yalniz birakmazlardi. Gerçekten de odasinda en son ne zaman yalniz kaldigini hatirlamiyordu. Onlara çikmalarini emretmemisti. Daha garip olan seyse kapi açikti.
Ayni anda MacGil odanin uzak kösesinden bir ses duydu. Dönüp bakti. Orada gölgelerin içinden mesalenin isigina dogru siyah bir kukuleta ve pelerin giyen uzun ve siska bir adam çikti. Surati kapaliydi. MacGil gözlerini kirpistirip hayal görüp görmedigini merak etti. Ilk basta mesalenin isiginin ona bir gölge oyunu oynadigini düsündü.
Ama kisa bir süre sonra o figür yatagina yaklasmisti. Mac-Gil los isikta kim oldugunu görebilmek için odaklanmaya çalisti; içgüdüsel olarak dogruldu. Eski bir savasçi olan MacGil elini beline atip bir kiliç aradi, ya da en azindan bir hançer. Ama uzun süre önce soyunmustu ve etrafta silah yoktu. Silahsizca yataginda bekledi.
Gece hareket eden bir yilan gibi figür gittikçe yaklasiyordu ve MacGil oturur pozisyon aldiginda suratini görebildi. Oda hala etrafinda dönüyordu ve içki net görmesini engelliyordu ama bir an için oglunun yüzünü gördügüne yemin edebilirdi. Gareth.
MacGil’in kalbi panikle doldu ve haber vermeden oglunun gecenin bu saatinde burada ne yapiyor olabilecegini düsündü.
“Oglum?” diye seslendi.
MacGil oglunun gözlerindeki ölümcül niyeti gördü ve bu yeterliydi; yataktan ziplamaya hazirlandi.
Ama figür çok hizli hareket ediyordu. MacGil elini savunma amaçli kaldiramadan mesale isiginda metal parladi ve havada çok hizli bir sekilde kalkip indi; kalbine girdi.
MacGil aci içinde çiglik atti ve kendi çigliginin sesine sasirdi. Daha önce çok kereler duydugu savas çigligi gibiydi. Ölümcül bir sekilde yaralanmis bir savasçinin çigligiydi.
MacGil kaburgalarini kiran, kaslari yirtan ve kaniyla karisan, sürekli daha derine giren soguk metalin acisinin tahmin ettiginden çok daha yogun oldugunu hissetti. Hançer durmuyordu. Agzina sicak ve tuzlu kanin doldugunu hissetti ve nefes almasi zorlasti. Kukuletanin altindaki surati görmek için kendisini zorladi. Sasirdi: Yanilmisti. Oglunun surati degildi. Baska birisiydi. Tanidigi birisi. Kim oldugunu hatirlayamiyordu ama kendisine yakin biri oldugunu biliyordu ve ogluna benziyordu.
Ismi aklina getirmeye çalisip kendisini zorluyordu.
Figür elinde biçakla dururken, MacGil bir sekilde elini kaldirip onu durdurmak için adamin omzunu itmeyi basardi.
Içinde eski savasçinin gücünün yükseldigini hissetti. Onu kral yapan ve kolay kolay pes etmeyecek atalarinin gücünü hissetti. Bütün hasmeti ve gücüyle suikastçiyi geri itmeyi basardi.
Adam MacGil’in zannettiginden daha zayif ve daha kirilgandi. Odada tökezleyerek geriledi ve bagirdi. MacGil kendini zorlayarak ayaga kalkip biçagi gögsünden çikarmayi basardi. Biçagi odanin diger tarafina firlatti ve yere çarpip ses çikardi. Sonra kayarak uzaktaki duvara çarpti.
Kukuletasi düsen adam ayaga kalkti ve arkasina bakti. Gözleri dehsetle açilmisti çünkü MacGil üzerine geliyordu. Adam dönüp odadan kosarak çikmadan önce sadece yerdeki hançeri almak için durdu.
MacGil onu kovalamaya çalisti ama adam çok hizliydi ve birden acisi yükselmis ve gögsüne saplanmisti. Zayif düstügünü hissetti.
MacGil odada yalniz basina durdu ve gögsünden açik avuçlarina akan kana bakti. Dizleri üzerine çöktü.
Vücudunun isi kaybettigini hissetti. Arkaya yaslanip yardim çagirmaya çalisti.
Zayif bir sesle “Muhafizlar,” diye bagirdi.
Derin bir nefes aldi ve aci içinde olmasina ragmen sesini kalin çikartmayi basardi. Bir zamanlar kral olan birisinin sesi gibi.
“MUHAFIZLAR!” diye bagirdi.
Uzak bir holden gittikçe yaklasan ayak sesleri duydu. Bir yerlerde bir kapinin açildigini ona yaklasan kisileri sezdi. Oda hala dönüyordu ama bu sefer içkiden degildi.
Gördügü son sey suratinin hemen dibindeki soguk, tas zemindi.
Ikinci Bölüm
Thor önündeki devasa kapinin demir kulpuna asilip bütün gücüyle çekti. Kapi gicirdayarak yavasça açildi ve Thor kralin odasini gördü. Içeri bir adim atti ve esigi geçerken kollarindaki tüyler diken diken oldu. Içeride havada sis gibi asili çok büyük bir karanlik sezdi.
Thor içeri dogru girmeye devam etti. Duvardaki mesalelerin çitirtisini duyabiliyordu. Yerde bir yigin ve içinde