Sonunda kanyonun uzaktaki kısmına vardılar. Pelerini omuzlarının etrafında müthiş bir gürültüyle ve parlak kırmızısıyla havalanırken Romulus son adımını attı. Luanda’yı çürük bir patates gibi yere bıraktı. Luanda zemine kafasını vurarak çok sert bir şekilde çarptı ve orada öylece uzanıp kaldı.
Romulus’un askerleri köprünün ucunda bakakalmışlardı. Açıkça görülüyordu ki ileri bir adım atıp Kalkan'ın inip inmediğini kontrol etmekten korkuyorlardı.
Romulus bu durumdan sıkıldı ve askerlerden birini tutup havaya kaldırdı ve bir zamanlar Kalkan olan görünmez duvarın tam ortasına fırlattı. Asker parçalara ayrılıp öleceğini beklediği için ellerini kaldırıp haykırarak ölümü karşılıyordu.
Ama bu sefer farklı bir şey oldu. Asker havada uçarak gitti, köprüye indi ve yuvarlanmaya başladı. Yuvarlandı, yuvarlandı. Kalabalık sessizlik içerisinde durana kadar izledi. Yaşıyordu.
Asker doğruldu, dik bir şekilde oturdu ve arkasına baktı. Şok içerisindeki kalabalığa bakıyordu. Başarmıştı. Bu sadece bir anlama geliyordu: Kalkan inmişti.
Birer birer koşarlarken Romulus’un ordusundan müthiş bir kükreme yükseliyordu. Ring’e doğru akın ediyorlardı. Luanda korkudan sinmişti. Hepsi birden yanından geçerken yoldan uzak durmaya çalışıyordu. Kendi anayurduna doğru tıpkı bir fil sürüsü gibi ilerlemelerini dehşetle izliyordu.
Kendi bildiği ülkesi artık yoktu.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Reece lav çukurunun kenarında dururken altında şiddetle sarsılan yüzeye inanamayarak bakıyordu. Az önce yaptığı şeyi henüz atlatabilmiş değildi. Kader Kılıcı'nı çukura taşımaktan ve kayayı serbest bırakmaktan ötürü kasları hala ağrıyordu.
Az önce Halka'daki en güçlü silahı yok etmişti. Efsane silahı, nesiller boyunca atalarının olan kılıcı, seçilmiş kişinin silahı, Kalkan'a karşı duran tek silahı yok etmişti. Eriyen ateş çukurunun içine atmıştı ve kendi gözleriyle büyük kırmızı bir ateş topuna dönüşüp eriyerek bir hiçliğe yok oluşunu izlemişti.
Sonsuza kadar yok olmuştu.
O andan itibaren yüzey sarsılmaya başlamış ve hiç durmamıştı. Reece dengesini kurmakta zorlanıyordu. O da diğerleri gibi çukurun kenarından geriye doğru çekildi. Sanki dünya etrafında parçalanıyor gibi hissediyordu. Ne yapmıştı? Kalkan'ı mı yok etmişti? Ring? Hayatının en büyük hatasını mı yapmıştı?
Reece başka seçeneği olmadığını söyleyerek kendini ikna etti. Kaya ve kılıç, bu dehşet verici yaratıklardan kaçabilmek adına duvara tırmanırken taşıyabilmeleri için çok ağırdı. Çaresiz bir durumda kalmıştı ve belki başka bir zaman çok kötü bir karar olabilecekken o an için en iyi seçenek oydu.
Bu çaresiz durumlarında bir değişiklik yoktu henüz. Reece etrafında müthiş çığlıklarla birlikte, binlerce yaratığın sinir bozucu bir şekilde dişlerini gıcırdatarak aynı anda gülmelerinden ve hırlamalarından çıkan sesler duyuyordu. Bir çakal ordusunu andırıyorlardı. Açıkça, Reece onlara karşı çok öfkelenmişti ve onlar için çok değerli olan nesneyi çalmıştı. Şimdi hepsi de kendilerini, bunu ona ödetmeye adamış gibi görünüyorlardı.
Daha önce de bunun gibi kötü durumlar yaşanmış olsa da, bu onlardan bile daha kötüydü. Reece diğerlerine baktı: Elden, Indra, O’Connor, Conven, Krog ve Serna. Hepsi de dehşet içinde lav çukuruna bakıyorlardı. Reece sonra kafasını çevirdi ve çaresizce etrafına bakındı. Binlerce Faw, her bir yönden yaklaşıyordu. Reece kılıcı kurtarmayı başarmıştı ama bunun sonrasını düşünmemişti. Kendisini ve diğerlerini tehlikeden nasıl kurtaracağını düşünmemişti. Hala etrafları tamamen sarılmış durumdaydılar ve gidecek hiçbir yerleri yoktu.
Reece bir çıkış yolu bulmada kararlıydı ve hepsinin kafasını kılıçla keserek en azından daha hızlı hareket edebilirlerdi.
Reece kılıcını çekti ve bir halka gibi sallayarak havayı deldi. Neden oturup bu yaratıkların kendilerine saldırmalarını beklesinler ki? En azından aşağıya inip savaşabilirdi.
“SALDIRIN!” diye haykırdı Reece diğerlerine.
Hepsi birden silahlarını çekti ve Reece’in arkasına toplandı. Reece lav çukurunun kıyısından hızlıca Fawların en kalabalık olduğu yere doğru ilerlerken onu takip ediyorlardı. Reece kılıcını her şekilde sallıyor ve yaratıkları sağlı sollu öldürüyordu. Onun yanında Elden, baltasını kaldırıp aynı anda iki kafa birden götürdü. O sırada O’Connor yayını çıkarmış yolda karşısına çıkanların hepsine ateş atıyordu. Indra, kendini ileri doğru atarak küçük kılıcıyla aynı anda ikisini kalbinden vurdu. Conven ise kılıçlarının ikisini de çıkarmış, deli gibi haykırıyor ve her yönden gelen Fawları vahşice öldürüyordu. Serna asasını ustaca kullanıyor ve Krog da mızrağıyla arka kanadı koruyordu.
Onlar birleşmiş bir savaş makinesiydi. Tek olarak savaşıyor ve çaresizce kaçmaya çalışırken önlerindeki kalabalığı yararak hayatları için savaşıyorlardı. Reece daha yüksek bir yüzeye çıkabilmek için oları küçük bir tepeliğe yönlendirdi.
Tepeye çıkarlarken kaydılar. Yüzey hala sallanıyordu, yokuş çamurlu ve dikti. Biraz hız kaybettiler ve o sırada birkaç Faw Reece’in üzerine atlayıp pençelerini geçirip ısırmaya başladı. Reece de hemen eğilip onları yumrukladı. Kolay pes etmiyorlardı ve Reece’e yapışmışlardı. Yine de onları başından atmayı başardı ve tekrar saldırmalarına izin vermeden kılıcı saplayarak işlerini bitirdi. Yaralanmış ve darbe almış bir halde Reece savaşmaya devam etti. Hepsi de tepeye tırmanıp bu yeren kaçabilmek için hayatları uğruna savaşmaya devam ediyordu.
Nihayet tepeliğe ulaştıklarında, Reece bir anlığına rahatladı. Orada durdu, havayı içine çekti ve uzakta önü kalın bir sis tarafından kaplanmış olan kanyon duvarını görür gibi oldu. Onun orada olduğunu biliyordu. Hayatlarını kurtarabilmek için oraya varmak zorunda olduklarını biliyordu.
Reece omuzlarının üzerinden arkaya baktı ve binlerce Fawun tepeye doğru koştuklarını gördü. Uğuldayarak, dişlerini gıcırdatarak ve her zamankinden güçlü ve korkunç bir şekilde ses çıkararak geliyorlardı. Onların kaçmalarına izin vermeyeceklerini biliyordu.
“Ya ben ne olacağım?” diye bir haykırış deldi geçti havayı.
Reece dönüp baktığında arka tarafta Centra’yı gördü. Fawların liderinin yanında boğazına bıçak tutulmuş bir şekilde tutsak edilmişti.
“Beni bırakmayın!” diye çığlık attı. “Beni öldürecekler!”
Reece orada alevler saçarcasına gergin bir şekilde duruyordu. Tabi ki, Centrawas haklıydı. Onu öldüreceklerdi. Onu orada bırakamazdı, Reece’nin onur anlayışına aykırıydı. Her şeyden öte, Centra ihtiyaç duydukları yardımı onlara etmişti.
Reece orada duruyordu. Tereddütteydi. Başını çevirdi ve uzakta çıkış yolları olan kanyon duvarını gördü.
“Onun için geri dönemeyiz!” dedi Indra, heyecanlı bir şekilde “Hepimizi öldürecekler!”
O sırada ona doğru yaklaşan bir Faw-u tekmeleyerek geriye itti. Sırtının üzerinden kayarak aşağıya düştü.
“Kendi hayatlarımızı kurtarabilirsek şanslı sayılırız!” dedi Serna.
“O bizden biri değil!” dedi Krog. “Grubumuzu onun için tehlikeye atamayız!”
Reece