“Yaşımız ilerledikçe insanları kaybediyoruz. Arkadaşlarımız ve sevdiklerimiz ölüyor. Üzülüyoruz. Bebekler zamanı bizim için durduruyorlar. Üzüntülerimizi unutmamızı sağlıyorlar. Bizi teselli ediyor ve rahatlatıyorlar. Etrafınıza bakın. Neredeyse yüz yıllık bebeklerim var ve çoğu daha yepyeni duruyor. En azından bazıları için aradaki farkı söyleyemezsiniz bile. Onlar yaşlanmıyorlar.”
Bill etrafına baktı ve tüm bu yüzyıllık bakışlardan ürpererek bu bebeklerin kaç kişiyi yaşlandırdıklarını düşündü. Onların nelere tanık olduklarını merak etti: aşk, öfke, nefret, üzüntü, şiddet. Ve hala onlar gözlerindeki boş ifadeyle kendisine bakıyorlardı. Onlar Bill’e hiçbir anlam ifade etmiyorlardı.
İnsanlar yaşlanır, diye düşündü. Kendisinin yaptığı gibi, dünyaya doğuştan gelen tüm karanlık ve korku gibi, yaşlanır, buruşur ve beyazlarlar. Tüm bunlarla eğer hala aynı görünüyor olsaydı bu günah olurdu. Cinayet sahneleri onun içine sanki canlı bir şey gibi işlemişti ve artık daha fazla genç kalmak istemiyordu.
Sonunda Bill, “Onlar zayen hayatta değiller.” dedi.
Ruth’un gülümseyişi mayhoşlaşmış neredeyse acı bir hal almıştı.
“Bu gerçekten doğru mu Bill? Müşterilerimin çoğu böyle olmadığını düşünüyor. Ben de böyle olduğundan emin değilim.”
Ortalığı tuhaf bir sessizlik kapladı. Kadının kıkırdaması bu seesizliği böldü. Ruth, Bill’e her yerinde oyuncak bebek resimleri olan renkli bir broşür uzattı.
“Bu arada bir kongre için yakında Washington’a gidiyorum. Belki siz de gelmek istersiniz. Belki de araştırdığınız şey her neyse, size bir takım fikirler verebilir bu konferans.”
Bill ona teşekkür edip, konferans hakkındaki önerisinden memnun kalarak dükkandan ayrıldı. Riley’in de kendisiyle geleceğini umuyordu. Bill, Riley’in bu öğleden sonra Senatör Newbrough ve karısıyla görüşmeye gitmesi gerektiğini hatırladı. Bu görüşme yalnızca senatörün önemli bilgiler verebileceğinden dolayı değil, ayrıca diplomatik yönüyle de önemliydi. Newbrough büro için işleri gerçekten de çok zorlaştırıyordu. Riley, ellerinden geleni yaptıklarına onu ikna etmek için aracılık ediyordu.
Ama Riley bunu gerçekten gösterecek mi? diye merak ediyordu Bill.
Bundan emin olamaması gerçekten çok tuhaf görünüyordu. Bundan altı ay önce Riley, hayatında güvenilir olan tek şeydi. Hayatı boyunca ona güvenmişti. Ama son dönemdeki acıları onu tedirgin etmişti.
Bundan başka, onu çok özlemişti. Bazen onun civa gibi zihninden gözü korktuğu gibi bu tür işlerde ona ihtiyacı vardı. Son altı hafta boyunca onun arkadaşlığına ihtiyacı olduğunu anlamıştı. Ya da daha derinine, bundan daha fazlasına mı?
Bölüm 8
Riley, iki şeritli oto yolda enerji içeceğini yudumlayarak ilerliyordu. Güneşli ve sıcak bir Pazar sabahıydı. Arabanın pencereleri açıktı ve yeni balyalanmış samanların kokusu havaya yayılıyordu. Etraftaki küçük meralarda sığırlar birer nokta gibi görünüyordu ve vadinin her iki yanı dağlarla çevrelenmişti. Dışarıdaki görüntüden hoşlanmıştı.
Fakat kendisini iyi hissetmek için buraya gelmediğini hatırladı. Yapması gereken bazı önemli işler vardı. Riley eskimiş bir çakıl yola girdi ve bir-iki dakika sonra kavşağa ulaştı. Milli parka döndü. Kısa bir mesafe gittikten sonra arabayı yolun eğimli kısmında durdurdu.
Arabadan çıktı ve kuzeydoğu köşesinde uzun bir meşe ağacının olduğu açık alan boyunca yürüdü.
Yer burasıydı. Burası Eileen Rogers’ın cesedinin bulunduğu, vücudunun beceriksizce bu ağaca dayandırıldığı yerdi. Bill ve o altı ay önce buradaydılar. Riley sahneyi kafasında tekrar canlandırmaya başladı.
En büyük fark havanın durumuydu. Geriye Aralık ayının ortalarına döndü. Dondurucu bir soğuk vardı. Yerleri ince bir kar tabakası kaplamıştı.
Geriye dön, dedi kendi kendine. Geriye dön ve hisset.
Yakıcı soğuğun nefes borusundan geçişini hissedene kadar derin derin nefes alıp verdi. Her nefesinden sonra oluşan buhar kümelerini görebiliyordu.
Çıplak ceset neredeyse donmuştu. Bedende oluşan yaraların hangisinin bıçak darbesinden hangisinin dondurucu soğuktan oluşan çizikler olduğunu söylemek kolay değildi.
Riley, sahneye geri dönerek en ince ayrıntısına kadar hatırlamaya çalıştı. Peruk. Boyalı gülücük. Dikilerek açık bırakılmış gözler. Cesedin sonuna kadar açılmış iki bacağının arasında, karın üzerinde duran yapay gül.
Kafasındaki resim artık son derece canlıydı. Şimdi, dün yaptığı şeyi yapmak zorundaydı: Katilin deneyimini hissetmeliydi.
Bir kez daha gözlerini kapattı, gevşedi ve kendini boşluğa bıraktı. Katilin zihnine girerken sersemlik ve baş dönmesi ile karşılaştı. Kısa bir süre sonra onunlaydı, onun içindeydi, tam olarak onun gördüklerini görüyor, hisettiklerini hissediyordu.
Gece burada kendinden emin bir biçimde araba sürüyordu. Tekerleklerin altındaki buz yüzünden yola endişeyle bakıyordu. Kontrolünü kaybederse ne olurdu? Bir hendeğe mi yuvarlanırdı? Bagajda bir ceset taşıyordu. Yakalanacağından emindi. Arabayı dikkatli kullanması gerekiyordu. Bu ikinci cinayetinin ilkinden kolay olacağını umuyor ama yine de endişeleniyordu.
Arabayı tam burada durdurdu. Kadının zaten çıplak olan bedenini (Riley böyle tahmin etmişti) açığa sürükledi. Fakat ceset ölüm sonrası sertleşmesine uğramıştı. Katil bunu hesabetmemişti. Daha da kötüsü arabanın farlarını ağaca çevirmiş olduğu halde hiç bir şey göremiyordu. Gece çok karanlıktı. Bir dahaki sefere bu işi eğer mümkünse gündüz yapmayı aklına kazıdı.
Bedeni ağaca doğru sürükledi ve daha önceden planladığı poza soktu. Çok iyi olmamıştı. Ölüm katılığı yüzünden kadının başı sola eğik kalmıştı. Kadının başını tutup çevirdi. Boynunu kırmasına rağmen hala düzgün durmasını sağlayamıyordu.
Peki bacakları nasıl düzgünce açacaktı? Bacaklardan biri fena halde eğriydi. Arabasından levyeyi alıp uyluk kemiğini ve dizini kırmaktan başka çaresi yoktu. Sonra bacağı istediği gibi çevirdi ama memnun kalmamıştı.
Son olarak görevini iyi yaparak pembe kurdeleyi boynuna sardı, peruğu başına koydu ve gülü karın üzerine yerleştirdi. Sonra arabasına binip gitti. Hayal kırıklığına ve umutsuzluğa uğramıştı. Üstelik korkmuştu. Sakarlığı yüzünden acaba arkasında önemli bir delil bırakmış mıydı? Her hareketini sürekli olarak kafasında tekrarladı durdu ama emin olamıyordu.
Bir dahaki sefere daha iyisini yapacağını biliyordu. Daha iyisini yapacağına dair kendi kendine söz verdi.
Riley gözlerini açtı. Katilin varlığının uzaklaşmasına izin verdi. Şimdi kendinden memnundu. Bunalmasına ve sarsılmasına izin vermemişti ve bazı önemli görüşler elde etmişti. Katilin kendi sanatını nasıl öğrendiğini anlamıştı.
Riley yalnızca katilin ilk cinayetiyle ilgili bir şey -herhangi bir şey- bilmek istiyordu. Katilin, önceden bir cinayet işlediğinden, her zamankinden daha çok emindi. Bu bir acemi işiydi ama yeni başlanılan bir iş değildi.
Riley arkasını dönüp arabasına yürümek üzereyken gözüne ağaçta bir şey takıldı. Başının tam üzerindeki ağaç yarığından dışarı çıkan sarı bir çizikti bu.
Ağacın diğer tarafına yürüdü ve baktı.
“Buraya