Kyle gözlerindeki tozu temizlerken sersem bir halde de- rin derin nefes alarak etrafını inceledi. İşte zaman yolculu- ğunun bu yanından nefret ediyordu: Asla nereye düşeceği- ni bilemiyordu. Bu işe yüzyıllardır kalkışmamıştı ve şayet şu hiç bitmeyen baş belası Caitlin olmasaydı, bu sefer de kalkışmazdı.
Caitlin’in New York’u terk etmesinin üstünden çok geç- memişti ki Kyle bu savaşın yalnızca kısmi olarak kazanıldı- ğının farkına vardı. Caitlin halen kayıpken, zırhın peşinden koşmaktayken asla rahat edemeyeceğini anlamıştı. Savaşı kazanmanın, tüm insan soyunu köleleştirmenin, vampir ırkının tek lideri olmanın kıyısına gelmişti oysa ki. Ancak o zavallı ufak kız yoluna taş koyuyordu. Zırh ortalıkta do- laşmaktayken asla mutlak güce erişmiş sayamazdı kendini. Onu takip edip öldürmekten başka çaresi yoktu ve bu, za- manda geri gitmesini gerektiriyorsa, onu da yapardı.
Zar zor nefes alan Kyle çabucak bir ten koruyucusu çı- karıp kollarını, boynunu ve göğsünü sardı. Etrafına bakındı ve bir anıt mezarda olduğunu fark etti. İşaretlere bakılırsa Roma’da bir yere benziyordu. Roma.
Asırlardır buraya gelmemişti. Mermeri kırdığında üstü başı toz olmuştu ve üstünden silkeledikleri gün ışığında ha- vada asılı duruyordu. Derin bir nefes aldı, kendini hazırladı ve dışarı çıktı.
Haklıydı, burası Roma’ydı. Etrafına bakıp İtalyan servi ağaçlarını gördüğünde başka bir yerde olamayacağını anla- dı. Roma Forumu’nun tepesinde durduğunu fark etti; ye- şil çimenleri, tepeleri, vadileri ve harabe kalıntıları hafif bir eğimle önünde uzanıyordu. Bu, anılarını canlandırdı. Burası kullanılmaktayken bir sürü insanı öldürmüştü ve neredeyse bir keresinde kendisi de öldürülüyordu. Bu düşünce karşı- sında gülümsedi. İşte burası tam onun meskeniydi. Ayrıca konuşlanmak için kusursuz bir bölgeydi. Panteon çok uzak- ta değildi. Birkaç dakika içinde buranın en güçlü meclisi olan Yüce Roma Konseyi’nin yargıçlarının önünde olabilir ve istediği tüm cevapları alabilirdi. Çok geçmeden Caitlin’in nerede olduğunu bulur ve her şey yolunda giderse, onu öl- dürme iznini alırdı.
Gerçi buna ihtiyacı yoktu. Sadece nezaketen, vampir etiği ve bin yıldan eski bir gelenek sebebiyle izin isteyecekti. Vam- pirler başkasının bölgesinde birini öldürmek için her zaman izin alırdı. Eğer onu geri çevirirlerse durması mümkün de- ğildi. Böyle bir durumda karşısına çıkan herkesi öldürürdü.
Kyle derin bir nefes çektiğinde kendini evinde hissetti. Buraya en son gelişinin üstünden uzun zaman geçmişti. Çok uzun zamandır New York’ta, vampir politikasının için- de, modern bir zaman ve mekânda kısılıp kalmıştı. Oysa bu onun tarzına daha uygundu. Uzaktan atları ve kirli yolları seçebiliyordu, on sekizinci yüzyıl civarında bir zamanda ol- duğunu tahmin etti. Harika. Roma kentleşmişti fakat hâlâ saflığını koruyordu, geriye kalanlara yetişmesi için daha iki yüz yılı vardı.
Kyle üstünü başını kontrol ederken zaman yolculuğunu oldukça ucuz atlattığını gördü. Öbür yolculuklarında çok daha beter hallere düşmüş, düzelmesi için çok daha fazla zamana ihtiyaç duymuştu. Ancak bu sefer öyle olmamıştı. Şimdiye kadar hiç hissetmediği kadar güçlüydü ve harekete geçmeye hazırdı. Sanki kanatları hemencecik açılacak ve şayet canı isterse doğruca Panteon’a uçup planını uygula- maya koyabilecekti. Ancak o kadar da hazır olduğu söyle- nemezdi. Uzun zamandır tatil yapmamıştı ve buraya geri dönmüş olmaktan memnundu. Birazcık etrafı keşfetmek, burada olmanın neye benzediğini görmek ve hatırlamak istiyordu.
Kyle inanılmaz bir hızla tepeden aşağı sekerek indi ve neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar Forum’dan çıkıp Roma’nın kalabalık, itiş kakış sokaklarına daldı.
İki yüz yıl önce Roma’nın bu kadar kalabalık olması karşısında şaşırdı. Kyle kalabalığın içine karışırken adım- larını yavaşlatıp onların hızına uydu. Bir insan kalabalığı dolanıyordu. Zemini hâlâ topraktan olan geniş bulvar her yöne koşturan binlerce insana ev sahipliği yapıyordu. Aynı zamanda her türden ve ebattan atı, at arabalarını, fayton- ları ve nakliye araçlarını barındırıyordu. Sokaklar buram buram ter ve at pisliği kokuyordu. Kyle şimdi hepsini ha- tırlamaya başlıyordu işte… Kanalizasyon yokluğu, yıkanma alışkanlığının yokluğu, eski zamanların pis kokusu. Midesi bulanıyordu.
Kalabalık gittikçe büyüyüp her ırktan ve sınıftan insanlar oradan oraya koşuştururken Kyle her bir yandan itilip kakıl- maya başlandığını hissetti. Eski moda İtalyan şapkaları sa- tan mağaza vitrinleri hayretini uyandırdı. Üstü başı dökülen ufacık oğlanların ona doğru koşup meyve dilimleri satmaya çalışması onu şaşırttı. Bazı şeyler hiç değişmiyordu.
Kyle eski zamanlardan iyi hatırladığı dar ve biçimsiz bir ara yola saptı, önceki halini korumakta olduğunu umuyor- du. Öyle olduğunu görmek pek hoşuna gitti. Önündeki so- kakta duvarlara yaslanmış bir dolu fahişe yanlarından geçtiği sırada onu çağırıyordu.
İçlerinden birine yaklaşırken abartılı makyajı olan, saçları kırmızıya boyalı balık etli bir kadın ileri çıkıp yüzünü eliyle okşadı. “Hey koca oğlan” dedi. “İyi zaman geçirmek mi isti- yorsun? Cebinde ne kadarın var?”
Kyle sırıttı, kolunu kadının beline dolayıp onu yan bir sokağa doğru yöneltti.
Kadın memnuniyetle ona uydu. Köşeyi döner dönmez ka- dın lafa girdi. “Soruma cevap vermedin. Cebinde ne kad…?” Bu asla sonunu getiremeyeceği bir soruydu. Daha lafını biti- remeden Kyle dişlerini boğazına saplamıştı bile. Kadın bağır- maya çalıştı fakat Kyle serbest olan eliyle ağzını kapayıp onu daha yakına çekerek kanından doyasıya içti. Damarlarında insan kanının dolaştığını ve yenilendiğini hissetti. Susamış, içi kavrulmuştu. Zaman yolculuğunda yitirdiği gücünü geri kazanması için ihtiyacı olan şey tam da buydu.
Kyle kadının bedeninin gevşediğini hissetti, ihtiyacı olandan daha fazlasını alıyordu ondan. Susuzluğunu gider- diğinde kadının cansız bedeninin yere düşmesine izin verdi. Tam dönmüş ve sokaktan çıkmaya hazırlanıyordu ki devasa, tıraşsız, tek dişi eksik bir adam ona doğru yaklaştı. Keme- rinden bir hançer çıkardı. Adam önce ölü kadına, sonra da Kyle’a bakıp yüzünü buruşturdu.
“O benim malımdı” dedi adam. “Umarım bunu ödeye- cek paran vardır.”
Adam, Kyle’a doğru iki adım atıp hançeri ona saplamaya çalıştı. Kyle refleksleri sayesinde kolayca yana çekilip ada- mın bileğini kavradı, tek bir hamlede geri çekti ve kolunu ortadan kırdı. Adam çığlık atmaya kalktı, ne var ki çığlığı- nın sonu gelmeden Kyle hançeri elinden kaptı ve aynı hare- ketin bitiminde boğazını kesiverdi. Cesedin yere düşmesine izin verdi.
Kyle sapı fil dişinden olan çatallı hançere bakıp kafasını salladı. Hiç de fena değildi. Onu belindeki kemere takıp ağzında kalmış olan kanı elinin tersiyle sildi. Derin bir nefes aldı ve sonunda keyfi yerine gelmiş bir şekilde ara yoldan çıkıp sokağa geri döndü.
Ah, Roma’yı nasıl da özlemişti!
Üçüncü Bölüm
Rahip