Ne nefes alabilen ne de görebilen Caitlin’in vücudunu bir telaş kapladı. Kollarını ve bacaklarını hareket ettirmeye çalıştı ancak onlar da ağırlaşmıştı. Tüm gücüyle mücadele etti ve sonunda kollarını az da olsa kaldırabilmeyi başardı; sonra onları gittikçe daha yukarı kaldırdı. Toprağı deldi ve elleri havayla buluştu. Taze bir güçle tekrar tüm gayretiyle çırpındı, üstündeki toprağı çılgın gibi eşelemeye ve atma- ya çalıştı. Oturur pozisyona geçmeyi başardı, her yanından toprak dökülüyordu. Yüzüne, kirpiklerine, ağzının içine ve burnuna bulaşmış kiri temizledi. Kendini kaybetmiş bir şe- kilde iki elini kullanıyordu ve nihayet nefes almasına yetecek kadar temizlenmeyi başarabildi.
Yutkunarak derin derin nefes aldı, içine çektiği oksijen için daha önce hiç bu kadar minnettar olmamıştı. Nefes alırken ciğerlerini parçalarcasına öksürmeye başladı, ağzı ve burnuna girmiş toprağı dışarı çıkardı.
Caitlin görebilecek kadar göz kapaklarını araladı. Gün batıyordu. Kırsal bir bölgedeydi. Küçük, kırsal bir mezar- lıkta bir toprak tepeciğine gömülmüş yatıyordu. Kafasını kaldırdığında şaşkın halde ona bakmakta olan üstü başı dö- küntü bir düzine aylak köylünün suratlarını gördü. Arka- sında mezar kazıcı duruyordu; göbekli adam toprak atmayı henüz bırakmamış, hâlâ durumu fark etmemişti. Hatta eği- lip küreğindeki kiri onun tarafına doğru atarken o yana bile bakmıyordu.
Daha Caitlin’in tepki vermesine kalmadan bir kürek do- lusu toprak tam suratına isabet ederek gözlerini ve burnunu kapladı. Kafasını silkeleyip daha dik bir şekilde oturdu, ba- caklarını hareket ettirerek taze ve ağır toprağın altından çıkmak için elinden gelen çabayı sarf ediyordu. Sonunda mezar kazıcı onu fark etti. Tam yeni bir kürek toprak atıyordu ki onu gördü ve geri sıçradı. Elindeki kürek yavaşça kaydı ve adam birkaç adım geri çekildi.
Köylülerin birinden gelen çığlık sessizliği bozdu. Caitlin’in cesedi olması gereken şeyin o anda toprağın üstüne çıkışı- na bakan, batıl inançlı yaşlı bir kadının çığırtkan feryadı… Haykırış durmak bilmiyordu.
Diğer köylülerin tepkileri birbirinden farklıydı. Birka- çı arkasını dönüp koşarak kaçtı. Bazıları sadece ağızlarını elleriyle kapamakla yetinmişti. Tek bir kelime edemeyecek haldeydiler. Caitlin’e doğru birkaç ihtiyatlı adım attılar; Caitlin onların yüzlerindeki ifadeden, elleriyle havaya kal- dırdıkları çiftçi aletlerinden saldırmaya hazırlandıklarını anlayabiliyordu.
Neredeyim ben, diye sordu kendine ümitsizce. Bu insanlar kim? Dünyası ne kadar şaşmış olursa olsun, Caitlin’in aklı hızlı hareket etmesi gerektiğini fark edecek kadar yerindey- di. Sinirli bir şekilde tırmalayarak bacaklarını yere yapışık tutan toprağı fırlattı. Ne var ki toprak ıslak ve ağırdı. Bu ona kardeşi Sam ile beraber kumsaldayken onun tarafından gö- müldüğü zamanı hatırlattı. O zaman da kımıldayamamıştı. Ona kendisini salıvermesi için yalvarmış ama Sam onu saat- ler boyu öylece tutmuştu.
Öyle çaresiz, öyle kapana kısılmış hissediyordu ki kendi- ni tutamayıp ağlamaya başladı. Vampir kuvvetinin nereye kaybolduğunu merak ediyordu. Artık sadece bir insan mıydı yani? Öyleymiş gibi geliyordu. Ölümlü, zayıf. Tıpkı diğer herkes gibi. Aniden kalbini bir korku sardı.
“Lütfen biri bana yardım etsin!” diye bağırdı Caitlin, ka- labalık içindeki kadınlardan biriyle göz göze gelmeye çalışıp, sevimli bir surat bulmayı umarak. Fakat sadece şok olmuş ve korku dolu bakışlarla karşılaştı.
Çiftçi aletlerini havaya kaldırmış öfkeli bir erkek toplulu- ğu ona doğru yaklaşmaktaydı. Fazla zamanı yoktu. Doğru- dan onlara seslenmeyi denedi.
“Lütfen!” diye bağırdı. “Düşündüğünüz gibi değil! Size zarar vermek niyetinde değilim. Lütfen canımı acıt- mayın. Buradan çıkmama yardım edin!” Fakat bu onları yüreklendirmekten başka bir işe yaramamış gibi gözükü- yordu.
“Öldürün şu vampiri!” diye bağırdı kalabalığın içinden bir köylü. “Onu tekrar öldürün!” Bu bağırtı coşkulu hay- kırışlarla karşılık bulmuştu. Kalabalık, Caitlin’i ölü istiyor- du. Diğerlerinden daha cesur olan, cüsseli, yabani bir köylü iki adım kadar yanına yanaştı. Caitlin hiddet dolu bir bakış atmasının akabinde baltasını yukarı kaldırdı. Caitlin onun tam yüzüne nişan aldığını görebiliyordu.
Adam, “Bu sefer öleceksin!” diye bağırdı son vuruşunun hemen öncesinde.
Caitlin gözlerini kapadı ve derinlerinde saklanan gücü çağırdı. İçinden gelen ilkel bir hiddet, ayak parmaklarından göğsüne doğru yükselip vücudunu sardı. Ateş gibi yanıyor- du. Bu şekilde ölmesi, saldırıya uğraması, bu denli çaresiz olması hiç de adil değildi. Oysa köylülere hiçbir şey yapma- mıştı. Hiddeti alev alacak kadar yükselirken kafasının içi hiç de adil değil diye yankılanıyordu.
Tam köylü baltasını dosdoğru suratına sallamıştı ki Cait- lin ihtiyacı olan kuvvet dalgasının geldiğini hissetti. Tek bir hareketle toprağın içinden sıçrayıp ayaklarının üstüne dikil- di ve baltayı sapının ortasından yakaladı.
Caitlin kalabalığın dehşete düştüğünü, nefesinin kesil- diğini hissedebiliyordu; irkilmişlerdi. Birkaç adım geri çe- kildiler. Baltanın sapı hâlâ elindeyken gözünü çevirdiğinde yabani adamın yüzünün apaçık bir korku ifadesine bürün- düğünü gördü. Onun hamle yapmasına izin vermeden Ca- itlin baltayı elinden kaptı, geri çekildi ve adamın göğsüne sert bir tekme attı. Adam uçarak havada altı metre geri gitti ve köylülerin oluşturduğu kalabalığın içine düşerek kendiyle beraber birkaç tanesini daha yere serdi.
Caitlin baltayı havaya kaldırdı, onlara doğru birkaç adım attı ve takınabileceği en vahşi ifadeyi takınarak hırla- dı. Korku içindeki köylüler yüzlerini elleriyle kapayıp çığ- lık attılar. Bazıları ağaçlıklara doğru koşmaya başladı, geri kalanlar ise sindiler.
İşte bu Caitlin’in istediği neticeydi. Onları afallatacak kadar korkutmuştu. Baltayı yere bırakıp koşarak gün ba- tımına doğru uzaklaştı. Koştuğu sırada vampir güçlerinin geri gelmesini, birden havalanarak buradan uzaklaşması için kanatlarının açılmasını bekliyor ve umuyordu. Ne var ki o kadar şanslı değildi. Her nedense bir türlü olmuyordu. Onu yitirdim mi, diye düşündü. Artık yalnızca bir insan mıyım yeniden?
Sadece normal bir insan hızıyla koşuyor ve bunu ne kadar arzu ederse etsin, arkasında kanat falan olduğunu hissetmiyor- du. Şimdi o da diğerleri gibi zayıf ve savunmasız mıydı yani?
Bir cevap bulmasına kalmadan arkasında bir velvelenin yükseldiğini duydu. Omzundan geriye doğru baktı ve köy- lülerden oluşan kalabalığın onu kovaladığını gördü. Onun peşinden koşanlar ellerinde meşaleler, dipçikler ve çiftlik aletleri taşıyor, bağırıyor ve yerden taş topluyorlardı.
Lütfen Tanrım, diye yalvardı. Lütfen bu kâbus bitsin, sade- ce nerede olduğumu bilinceye ve tekrardan güçlü hale gelinceye kadar.
Caitlin aşağı doğru baktığında üstünde ne olduğunun farkına vardı. Nakışlı, zarif, uzun, siyah elbisesi boynundan ayak parmaklarına kadar uzanıyordu. Resmî bir olay -mesela bir cenaze- için uygundu fakat koşmak için kesinlikle de- ğil. Bacaklarını kısıtlıyordu. Eğilip dizinin üstünden elbiseyi yırttı. Bunun faydası dokundu, artık daha hızlı koşuyordu. Yine de yeterince hızlı değildi. Yorulduğunu hissetti ama ar- kasındaki kalabalığın enerjisi de tükenecek gibi durmuyor- du. Hızla yaklaşıyorlardı.
Aniden kafasının arkasında