Ateş ortamı ısıtmak için gülümsemeye çalıştı. “Eğlenceli birkaç gün olacağa benziyor.”
Ceren, “Elbette bu senin eğlence anlayışına bağlı.” diye terslendi. “Bence zorlu ve yorucu geçecek.”
Ateş bu huysuz kıza cevap yetiştirmek yerine, şifrenin yazılı olduğu kâğıdı önüne çekti ve yüksek sesle okumaya başladı.
Dünyanın en değerli hazinesine ulaşmak için, say sıfır’dan 10’a.
Ancak saymaya “dünyanın başlangıç noktası”ndan başla.
“Nokta” dendiğine bakma, boyundan büyük bir taş ara.
Altınları yitip gitmiş olsa da değerini hiç azımsama.
Arar da bulamazsan, git sor Sultan’a, mutlaka cevap verir o sana.
Üçü de soran gözlerle birbirlerine baktılar. Bu da neydi böyle?
Ceren, “Zorlu olacağını söylemiştim.” diye bilgiçlik tasladı. Sonra düşündüğünü gösterircesine kaşlarını çatarak kâğıda gözlerini dikti. “İlk cümleye bakılırsa hazineye ulaşmak için 11 şifre çözmek gerekiyor sanırım. Ama 1’den değil de 0’dan başlamasının bir nedeni olmalı.”
Kaan da gözlerini kâğıda dikmişti. Mırıldanarak şifreyi yeniden okudu. Sonunda konuşmaya karar vermiş olacak ki, “Sıfır sayıyla değil yazıyla; bence bunu dikkate almamız gerekir.” dedi.
Ateş başını olumlu anlamda sallayarak söze girdi. “İkinci cümlede ise dünyanın başlangıç noktası diyor. Sıfır derken de sıfır noktasını kastediyor olabilir. Bir bakıma aynı şeyi tekrarlıyor. Demek ki önemli bir ipucu.”
Kaan, “Dünyanın başlangıç noktası ya da sıfır noktası, Greenwich’tedir.” diye heyecanla atıldı. “Başlangıç meridyeni orada olduğu için…”
Ceren, “Evet haklısın.” diye onayladı. Bu sırada cam gibi parlayan mavi gözlerini Kaan’a dikmişti. “Hem zaten Greenwich, İstanbul il sınırları dâhilindeki nadide bir ilçemizdir!”
Kaan, kızın bu alaycı tavrı üzerine, oturduğu yerde büzüldü. “Greenwich’in İngiltere’nin başkenti Londra’da olduğunu biliyorum.” diyerek kendini savundu. “Ben sadece…”
Ateş, “Sen doğru olanı yaptın Kaan…” diyerek atıldı. Ancak konuşurken Kaan’a değil de Ceren’e bakıyordu. Kızın tutumuna kızmıştı. “Aklımıza gelen her bilgiyi paylaşmalıyız. İmkânsız ya da saçma olduğunu düşünsek bile… Hem anlaşılan o ki, yardım almadan bu işin altından kalkamayacağız.”
Kaan, Ateş’ten cesaret alarak, “Işıl öğretmen bize yardım etmez mi?” diye sordu. “Sosyal bilgiler öğretmeni olduğuna göre…”
Ceren başını olumsuzca salladı ama bu defa konuşurken sesi daha yumuşaktı. “Sorarız, ama sanmıyorum. Duymadın mı, okulu temsil edecek ekibi sayarken yalnızca üçümüzün ismini söyledi. Yoksa kendi ismini de eklerdi. Bu işte bir başımızayız!”
Ateş, “Ben de Işıl öğretmenin bizimle şifreleri çözeceğini sanmıyorum.” diyerek Ceren’e katıldı. “Zaten yardım derken başka bir şeyi kastetmiştim: Kitapları! Kitaplardaki bilgilerden destek alıp akıl yürütmemiz gerekiyor.” Bir an durdu. Kendi kendini onaylarcasına, “Evet, yapmamız gereken kesinlikle bu!” diye ekledi.
O sırada öğretmenler odasının kapısı açıldı ve Işıl öğretmen yüzünü kaplayan bir gülümsemeyle içeri daldı. “Ebeveynlerinizle görüştüm, her şey yolunda.” diye açıkladı. Gerçi Kaan’ın annesini ikna etmek pek öyle kolay olmamıştı. Kadın, oğlunun iki arkadaşıyla birlikte, koskocaman İstanbul’da başına buyruk dolaşacak olmasını saçma bulmuştu. Nasıl bir yarışmaydı ki bu? Artık insanlar ne yarışması düzenleyeceklerini şaşırmışlardı! Kaan’ın yerine başkası gidemez miydi?.. Neyse ki sonunda ikna olmuştu. Öğretmenin, sorularına verdiği mantıklı cevaplar karşısında daha fazla itiraz edememişti.
Işıl öğretmen aslında çekilişte Kaan’ın adının çıkmasına çok memnun olmuştu. Böylece bu içine kapanık çocuğun biraz olsun özgüven kazanacağına inanıyordu. Hazine avı, çocukların yalnızca İstanbul’u keşfetmelerini sağlamayacaktı; kendilerini de keşfedeceklerdi. İstanbul’u tanırken, kendilerini de daha yakından tanıyacaklardı.
Öğretmenin sözleri üzerine üçünün de yüzü ışıldadı. Bu sırada Ateş hemen, “Yardıma ihtiyacımız var.” diye atıldı.
Işıl öğretmen masadaki sandalyelerden birine oturdu ve, “Elbette olacak. Yüzyıllardır katlanarak büyüyen, dünyanın en eski ve en güzel şehirlerinden birinden söz ediyoruz. Aynı zamanda tarihî ve coğrafyası en karışık şehirlerin birinden de… Ona sığınan kimseyi geri çevirmemiş, herkese kucak açmış, hep dolup taşmış cömert bir şehir… Size ben yardımcı olmak isterdim ama…” Kadın yüzünü sıkıntıyla buruşturdu.
Ateş, onu bu durumdan kurtarmak için, “Biz kitaplardan yardım alacağımızı düşündük.” dedi.
“İyi düşünmüşsünüz. Bir de harita edinin mutlaka. İnternete başvurmayın. Bu yarışmayı amacından uzaklaştırır!”
Ateş, “Peki ya diğer şifreler?..” diye sordu. “İlkini çözdüğümüzde, elbette çözebilirsek…” O sırada şifrenin yazılı olduğu kâğıdı havaya kaldırıp salladı. “Sonrakine nasıl ulaşacağız?”
Öğretmen, “Ben bildireceğim size.” dedi.
“Siz mi? Yani şifrelerin hepsini biliyor musunuz?”
“Hayır, tabii ki bilmiyorum.” Sonra önlüğünün cebindeki telefonunu çıkardı. Siz her şifreyi çözüp sorulan yere ulaştığınızda cep telefonuma bir sonraki şifre gönderilecek.”
Ceren şüphe dolu gözlerle baktı. “Nereden bilecekler şifrede sorulan yere gidip gitmediğimizi? Hazine avını düzenleyenler her ekibin peşine birini mi takacaklar?”
Işıl öğretmen gülümsedi. “Kaç katılımcı okul olduğunu bilmiyorum. Ama her ekibin peşine birini takmaları zor olur herhâlde. Bu durumda sanırım, şifrelerde sorulan yerlerde birileri bekleyecektir. Sonra da doğru noktaya ulaşan her ekibin kendi okulundaki yetkilisine, yani bizim okulumuz için bana yeni şifreyi göndereceklerdir. En azından ben öyle olacağını tahmin ediyorum.”
Ceren, “Kimin hangi okulu temsil ettiğini nasıl anlayacaklar?” diye sordu. Sesinde yine alaycı bir ton vardı. Hazine avını düzenleyenlerin bir açığını yakaladığını düşünüyordu.
Bunun üzerine Işıl öğretmen yerinden fırladı. “Ah, neredeyse unutuyordum.” dedi heyecanla. Zarftan çıkan ve kaybetmemek için çantasına koyduğu üç rozeti aldı. “Bunları paltonuzun, montunuzun üstüne görülecek şekilde takın. Her okulu temsil eden rozet farklı olmalı. Böylece herkesi tanıyıp ayırt edebilecekler.”
Ateş, “Beyaz kartal!” derken kocaman rozetini inceledi. “Epey çarpıcı!”
Işıl öğretmen mektubu gözleriyle taradı. Hiçbir şey atlamak istemiyordu. “Telefon?” diye sordu. “Hanginizin cep telefonu var?”
Üçünün