Öğretmenin sözleri uğultuya neden oldu. İsimlerin yazılı olduğu kâğıtları kesip sıra arkadaşının yardımıyla katlayan Selin, gözlerinin parlamasına engel olamayarak, “Hazine, mücevher dolu bir sandık mı?” diye sordu.
Öğretmenden önce arka sıralardan bir ses duyuldu. “Aslında Kaptan Flint’in definesi! İstanbul’a gömmüş!”
Sınıftan gülüşmeler yükselirken Selin, “Ay çok komik!” diyerek yüzünü buruşturdu.
Öğretmen de kendini tutamayıp gülümserken, “Mücevher olduğunu sanmıyorum Selin.” diye cevapladı. “Ama değerli olduğuna ve okulumuza yarar sağlayacağına eminim.” Ardından tüm sınıfa döndü. “Hepinizin bu heyecana ortak olmak isteyeceğinizi biliyorum. Ama kurallara göre her okuldan yalnızca üç öğrenci katılabiliyor.”
Bu defa sınıftakilerden, öğretmenin sözlerini onaylamadıklarını gösteren bir uğultu yükseldi. Bir tek Ateş konuşulanlarla hiç ilgisi yokmuş gibi ödevini tamamlamaya çalışıyordu. Çünkü nasılsa az sonra bu şamata sona erecek ve Işıl öğretmen ödevleri kontrol etmeye koyulacaktı. Şu hazine avı meselesi çok işine yaramış ona zaman kazandırmıştı.
“Hayal kırıklığına uğramanızı anlıyorum.” diye devam etti öğretmen. “Ama yarışmaya başvurma fikri bana ait olduğu için, meslektaşlarımın önerisiyle sadece kendi sınıfımı bu oyuna dâhil ediyorum. Böylece zaten katılma şansınız onda bire yükseliyor!” O sırada Selin’in uzattığı kutuyu altından tutup hafifçe havada salladı. “Şanslı üçlüyü belirlemek için çekiliş yapacağız.” Sonra bir an durdu. Alt dudağını ısırdı. Aklına gelen fikri kendi kendine onaylarcasına başını salladı ve sınıftan dışarı fırladı. Hemen ardından yanında müstahdemle geri döndü. “Adil bir seçim için çekilişi Bekir Efendi yapacak.” diye bildirdi.
Bekir Efendi utangaç bir ifadeyle, kararmaya yüz tutmuş dişlerini göstererek sırıttı. Elini kutunun içine daldırdı. Sınıfın tümü, gözlerini adama dikip bekledi. O ise bu ilginin keyfini sürmek için elini kutunun içinde döndürmeye başladı.
Sonunda Işıl öğretmen, “Hadi ama Bekir Efendi sonsuza dek bekleyemeyiz!” diye uyarınca, ilk küçük kâğıt parçası kutudan çıktı.
Bekir Efendi, “Kaan!” diye açıkladı.
Sınıftan bu seçimi onaylamayan sesler duyulurken, sıraların birinin ardına sinmiş, simsiyah saçlı, siyah gözlü, ufak tefek bir çocuk yavaşça ayağa kalktı. Sınıf arkadaşları arasında 13 yaşını en önce o doldurduğu hâlde, sınıfın en küçüğüymüş gibi duruyordu. Üstüne üstlük içine kapanık ve sessiz bir çocuktu, bu yüzden neredeyse hiç arkadaşı yoktu. Zaten ona kalsa o anda, bütün bakışları üstünde hissetmektense buhar olup uçmayı tercih ederdi. Adını duyunca yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Ne yapacağını bilemeyerek yerinde sağa sola doğru hafifçe sallandı. Öğretmeni gülümseyip oturmasını işaret edince yeniden sırasına gömüldü.
Bu sırada Bekir Efendi yine kutuyu karıştırdı. Ardından, “Ceren!” dedi yüksek sesle.
Kaan’ın iki sıra arkasında oturan Ceren ayağa kalktı. Kaan’ın aksine oldukça uzun boyluydu. Sarı saçları atkuyruğu hâlinde sırtına iniyordu. Onun da pek arkadaşı yoktu. Ama nedeni utangaç oluşu değildi. Tam tersine fazlasıyla açık sözlüydü. Sınıftaki kızların aralarında yaptıkları konuşmalara tahammül edemez ve bunu hiç çekinmeden söylerdi. Ceren’e göre, hepsinin tek bildiği son moda giysilerden, popüler şarkıcılardan ve televizyon programlarından söz etmekti. Hem müzik bilgisi, toplama gençlerden oluşturulmuş ve bir anda ünlenmiş müzik gruplarının solistine hayran olmakla sınırlı kalan birileriyle Ceren’in nasıl bir ortak noktası olabilirdi ki! Erkeklerin neredeyse tek anladıkları şey ise futboldu. Biri, sevdiğiniz spor dallarını sayın dese, çoğu boş boş bakmakla yetinebilirdi!
Ceren’in isminin okunmasının ardından, yine hoşnutsuzluk içeren homurtular duyuldu. Ceren hiçbirini umursamadı, omuzlarını dikleştirmekle yetindi. Öğretmen işaret edince o da yerine oturdu.
Müstahdem bu beklenmedik önemli göreve kendini iyice kaptırmış, son ismi açıklamak üzereydi. Küçük kâğıdı kalın parmaklarıyla açtı. Bir an bekledi. Belli ki heyecan yaratmak istiyordu. “Evet veee…” diye kelimeyi uzattı. Sonra da, “Ateş!” diye var gücüyle bağırdı.
Işıl öğretmen olduğu yerde irkilirken, Ateş kelimenin tam anlamıyla yerinden sıçradı. İsminin neden böylesine yüksek sesle söylendiğini anlayamamıştı. Bir an için adamın, zili vaktinden önce kendisinin çaldığını anladığını düşündü. Oysa Ateş ayağa kalkarken, Bekir Efendi ağzı kulaklarında kutuyu öğretmene teslim ediyordu.
Bekir Efendi kapıyı ardından kapatarak çıkarken, öğretmen heyecanla karışık bir sevinç içinde adı açıklanan üç öğrencisine döndü. “Sizi buraya yanıma alayım.” diye işaret etti.
Yüzünde sersemce bir ifadeyle yerinden kalktığını gören birkaç arkadaşı, Ateş’e gülümsedi. Öğretmenin yanına doğru yürürken, koridor hizasında oturan bir çocuk, elini yumruk yapıp Ateş’e doğru uzattı. Ateş de aynı hareketi yapınca yumruklarını dostça tokuşturdular. Bunu başka birkaç çocuğun dostça omzuna vurması izledi. Ateş hafifçe gülümseyerek onlara teşekkür etti. Sonra da oldukça arkadaş canlısı olmasına rağmen, daha önce sadece selamlaşmakla yetindiği Ceren ve Kaan’ın yanında yerini aldı.
Işıl öğretmen, üçünden de daha heyecanlı görünüyordu. “Evet arkadaşlar, okullar arası düzenlenen hazine avında, Çamlı Köşk Okulunu temsil edecek ekibimiz; Kaan, Ceren ve Ateş’ten oluşmaktadır.” diye bildirdi. “Yarışma sonuçlanana kadar, yani önümüzdeki birkaç gün onları okulda göremeyeceksiniz. Çünkü İstanbul’u arşınlıyor olacaklar! Ve eminim ‘iyi şanslar’ dilemeniz işlerine yarayacaktır.”
Bunun üzerine, “İyi şanslar” dileklerine, “Çok şanslısınız!” diye çınlayan sesler karıştı.
Işıl öğretmen; Kaan, Ceren ve Ateş’e çantalarını almalarını söyledi. Sınıfa ise az sonra döneceğini ve mümkünse okulu ayağa kaldırmadan, sessizce beklemelerini…
Ateş az önce tamamladığı ödevine bakıp içini çekerek hızla toparlandı. Diğerlerinin ardından sınıftan çıkarken, birinin, “Ne ekip ama!” diyerek güldüğünü duydu.
2. BÖLÜM
İlk Şifre ve Esrarengiz Mektup
Az önceki karmaşa yerini, derin bir sessizliğe bırakmıştı. Koridora çıkınca Işıl öğretmen gülümsedi. Öğrencilerine cesaret vermek istiyordu. Çünkü üçü de oldukça şaşkın görünüyordu. Her zaman hazırcevap ve girişken olan Ateş bile dilini yutmuştu sanki.
“Öğretmenler odası boştur şimdi, orada rahatça konuşabiliriz. Hem ebeveynlerinize de haber vermem gerekiyor. Onların izni olmadan böyle bir yarışmaya katılamazsınız. Aslında zamanım olsaydı planlı hareket ederdim, ama ilk şifreyi mektupla birlikte gönderdikleri için gerçekten kaybedecek vaktimiz yok.” Işıl öğretmen derin bir nefes verdi ve merdivenleri uçarcasına çıkmaya başladı.
“Şifre”