Hiç kimse sormadı içimdeki esrarı
Duyularımız yeterince hassas olsaydı hareketsiz hâldeki sarp kayalığı dans eden bir kaos olarak algılardık.
Nihai kaynağın ölçülemez ve bizim bilgimizle kavranamaz olduğu anlaşılmaktadır
Sufilere sohbet gerek Ahilere ahret gerek Mecnunlara Leyla gerek Bana seni gerek seni
Desteğini hiç esirgemeden sürdüren, teşvik eden Şehnaz’a sevgiyle…
Alper’e, Meltem’e ve bütün çocuklara daha iyi bir dünya özlemiyle…
ÖN SÖZ
Cinselliğin içinde çırpınmanın ve sakinleşmek için bunun çaresini karşı cinste aramanın adının yanlış bir şekilde aşk ve sevgi olduğunu zannediyordum! İnsanların ağızlarında sakız çiğner gibi hep söyledikleri, aşk ve sevgi sözcüklerinden, bu sözcüklerin hayatın içindeki anlamlarından ne yazık ki diğer birçok insan gibi pek bir şey anlamadığımı henüz bilmiyordum. Aşkın ve sevginin sadece cinsel dürtülerimin yarattığı hırçınlıktan kurtulmak için güzel sözler ve davranışlarla süslediğim, cazip, çekici ve sahtekâr bir maske gibi yüzüme yapıştığının da farkında değildim!
Cinselliği, değersiz ve yok kabul etmiyordum, ama onun inatçı bir bebek gibi ağlayıp sızlamalarını yatıştırmak için sıradan, her ne ise aşkın ve nispeten tanıdığımı zannettiğim sevginin yüce ve yetkin bir ruh gerektirdiğini birçok insan gibi bilmiyor, bunları birbirine karıştırıyordum.
Sıradan ruhların sığlığına sığmayacak kadar büyük olan aşk, bir büyük kompozitörün tek başına hissederek yarattığı, bir büyük beste gibi bir şey olmalıydı. Aşk, belki de insanın hayalleri ile tek başına oynadığı veya oynayabileceği bir oyundu ve onun büyüklüğünü çoğu sıradan ve sınırlı ruh gibi kavrayamıyordum. Yetkin olmayan sıradan ruhumun sızlanmalarını, küçük ve sıradan figürlerini aşk gibi algılıyordum. Aşka ulaşmak bir yana siz bu satırları okudukça sevgiyi de beceremediğimi ve yaşadığım hayatı da yüzüme gözüme bulaştırmamdan anlayacaksınız! Aşk ve sevginin yüksek bir yaratıcılık, gerektirdiğini yıllar sonra anladığımda ne yazık ki birçok şeyi kırıp dökmüş olacaktım!
Şimdi cinsel sızlanmalarını aşk ve sevgi sanan zavallılara ve kendime bakıp acıyorum sadece. Büyük bir yanılgıyla geçen onca zamanın bana kazandırdığı tek şeyin bu olduğunu zannediyorum artık!
BİRİNCİ BÖLÜM
Akşamın sıcak ve terli ağzı gün yorgunu şehri ve insanları içine alalı birkaç saati geçmişti. Sokak lambalarından ve bu saatte sayıları bir hayli azalmış olan açık dükkânların vitrinlerinden, çok katlı, tek katlı evlerin pencerelerinden karanlığa süzülen ışıklar, azgın bir nehrin sularına karışan küçücük pınarlar gibi etkisizdi.
Akşam, devasa bir kâbus gibi karanlık göğsüyle şehri ve içindekileri ezerken, şehrin irili ufaklı sokaklarından, caddelerinden, apartmanlarından, iş yerlerinden süzülen, uzak yıldızların görüntüleri gibi, fersiz ışıyıp duran parıltılarla alay eder gibiydi!
Şehri cüzzamlı bir pençe gibi saran gecekondu evleri, görkemli yüksek binaların ayaklarının dibine, hastalıklı, çelimsiz çocuklar gibi serilivermişlerdi. Etraftaki serseriler, kimsesiz çocuklar, kediler ve uyuz köpekler hayata boş vermiş anlamsız bakışlarla, bu saatte, akşamın koynunda daha güvenli bir köşe bulmanın çabası içindeydiler.
Farlarından ışıltılar saçan piyasa taksisi, sarı renkli metal burnuyla gecenin terli karnını yırtıp öne atıldıkça arabanın arka koltuğunda, eskiden lunaparklarda birkaç kez gördüğüm masaj aletinin üstüne çıkmış gibi titreyip duruyordum.
Taksinin orta yaşlı sürücüsüyle, büyük bir futbol takımının maskotunun asılı olduğu dikiz aynasında göz göze geldik. Başının üstü çıplak olan orta yaşlı sürücünün bakışları kuşkulu, ürkek ve baş eğiciydi. Arkada oturanlar pencere camlarını açmasınlar diye kapının üstündeki kollar çıkarılmıştı. Bu saygısızlığa sinirlendim! Orta yaşlı taksi sürücüsü, tüylü, uzun sivri burnunun üstünü sol işaret parmağının tırnağıyla kaşıyarak kırmızı ışıkta durdu. Yüzünde karşısındakine kaygı ve acıma hissi veren bir şaşkınlık ve ürküntü hâli varlığını hep koruyordu.
Arabanın içindeki sessizlik rahatsız ediciydi. Sürücü, dikiz aynasından bana ürkek bir bakış fırlattıktan sonra gideceğim yeri sordu, ben de söyledim. Sürücü taksiye bindiğim andan itibaren varlığından huzursuz olduğum, midemi bulandıran ve ona değmemek için gayret gösterdiğim kılıfı, beyaz kuzu postundan yapılmış koltuğunda kıpırdayıp çok kısa sürelerle beni izleyen ürkek bakışlarını, önündeki karanlığın içinde kaybetmeye çalıştı!
İlk akşam, karanlığını önündeki geceye henüz ulaştıramadığı için siyah asfalt yollarda taşıtlar seyrelmelerine rağmen az değillerdi.
Orta yaşlı taksi sürücüsü yarım açık duran pencere camını tümden aşağı indirerek nemli sıcak akşamdan belki serin esintiler gelir diye boş yere çare umdu. Araçların farlarından, şişman, etli yüzüne saçılan kırmızı ışıklarda, soluk teninden küçük küçük ter zerreciklerinin fışkırdığını önümüzdeki dikiz aynasından kolaylıkla görebiliyordum. Orta yaşlı sürücünün terden şimdi daha çok ıslanan yüzü, yanan yeşil ışıkla birlikte taksi yerinden fırlayınca, caddeden gelip geçen taşıtların ışıklarından, önümüzdeki dikiz aynasının içinde ya parlayarak öne çıkıyor ya da ışıkların azalması ile karanlığın içinde silikleşiyordu. Yanından hızla geçtiğimiz kaldırımda yürüyen insanlar, bazısının vitrin ışıkları parlak bir şekilde kaldırıma taşan iş yerleri karanlığın içinde arkalara doğru uçarak silik görüntülere dönüşüyor, sonra da gözden kayboluyorlardı.
Sadberk, yani karım, gözlerindeki öfke zihnime kazınmış bir türlü gitmiyor! İçimdeki huzursuzluk gittikçe büyüyen bir çığ gibi beni yutarak iyice eziyor ve kemiklerimi sızlatarak, yüreğimin titremesine yol açarak, her tarafıma yayılıyordu! Orta yaşa gelmiş, yaşadıklarından hoşnut olmayan mutsuz bir insan ne duyuyorsa, ben işte o hâldeyim! Bugüne kadar beni en çok rahatsız eden tarafım beynimle yüreğim oldu. Yaşam içindeki uyumsuzluklarımda, bocalamalarımda yükümü taşıyan onlardı hep! Ama yıllardır tekrar eden bıktırıcı, yıpratıcı bir sürü sorunda artık onların da benimle yeteri kadar iş birliğine girmediğini görüyorum. Hayatımda yeni ve varlığından daha önce haberimin olmadığı, değişik bir pencere açılmıştı sanki. Zaman zaman başım dönüyor yüreğimin ritmi bozuk atıyor. Evladının ihanetine uğramış bir babanın hayal kırıklığı içindeyim. Bir sürü didinmenin yarattığı hırpalanmalar karşısında sendeleyen bedenine, ruhuna artık söz geçiremeyen ben, nasıl olup da yolunda gitmeyen hayata söz geçirecektim, bunu en az sizin kadar merak ediyorum. Vücudumun tutulduğu fırtınadan tansiyonumun yine yükseldiği sonucunu çıkarıyorum. Yorgunum ve olup bitenlerden hiç memnun değilim! Bütün her şeyi, tek tek size anlatacağım.
Sadberk, yani karım, hâlâ ağlıyor olmalı, ya kızım, onun ne yaptığını bilmenizi şimdilik kıskançlıkla istemiyorum!
Üstünde parmak izleri bulunan kolu çıkarılmış pencere camının gerisindeki, iş yerlerinden saçılan kırmızı, beyaz ışıklarla yer yer parlayan dışarısının karanlığı, içimin yalnızlığını daha da arttırıyor! Bütün bu son yaşadıklarım olmasa bile yalnızlık, akşam karanlığında nedense hep baskındır içimde. Arabanın içindeki sessizliğin, bendeki yalnızlığın, etraftaki karanlıktan bir farkı yoktu!
Ağrıyan başımı, göz alıcı beyaz ışıkları caddeye iyice taşan bir vitrinin önünden geçerken, üstü parmak izli pencere camına dayıyorum. Dişlerim birbirine vurup takırdamaya başlıyor. Başının üstü çıplak, orta yaşlı taksi sürücüsü, önündeki dikiz aynasından bana birkaç kez bakınca rahatsız oluyorum. Onun beni seyretmesinden hoşlanmıyorum. Başımı yavaşça cama dayayışımı bir zayıflıkmış gibi algılayabilir…
Bol