Heyecanlanmış, çarpıntılı bir hâli vardı ama merdiveni çıkmıştı da ondandı.
“Güzel hanım, sizin yorulmanıza lüzum yoktu.” diye Baron karşılık verdi. “Sizi görmek lütfunu istemek bana düşerdi.”
“Çok güzel, matmazel bunu uygun bulursa buyurunuz?” dedi Madam Marneffe.
İhtiyatlı bir eda ile Kuzin Bette, “Haydi kuzinim, siz gidin; ben de geliyorum.” dedi.
Parisli kadın Müdür Bey’in ziyaretine, zekâsına o kadar güveniyordu ki böyle bir buluş için yalnız kendi tuvaletine değil, dairesinin tertibine de ehemmiyet vermişti. Sabahtan beri borca alınmış çiçeklerle evi süslemişti. Marneffe her şeyi sabunlayarak, fırçalayarak, tozunu alarak mobilyaları temizlemek, en küçük eşyayı bile parlatmak için karısına yardım etmişti. Valérie, Müdür Bey’i memnun etmek için taptaze bir hava içinde bulunmak istiyordu. Bu memnun ediş, merhametsiz davranmak hakkını kazanmak için yeni terbiye kaynaklarından faydalanarak bir çocuğa yapıldığı gibi kendini ağır satmak için lazımdı. Hulot hakkında tam bir kanaat edinmişti. Müşkül vaziyette Parisli kadına yirmi dört saat mühlet veriniz, bütün bir nezareti altüst eder.
İmparatorluk devrinin usullerine alışık bu imparatorluk adamı zamane aşkının adap ve erkânını katiyen bilemezdi. Yeni kuruntular, 1830’dan beri icat edilmiş türlü konuşmalar… Bu devirde zavallı, zayıf kadın kendini, âşığının arzularına kurban gibi, yaraları saran bir hemşire gibi, kendini feda eden melek gibi görmeye başladı. Bu, yeni “sevmek sanatı” şeytan işinde melek sözleri harcar, ihtiras bir kurbandır. İdeale, sonsuzluğa büyük hasret duyuluyor her iki taraf da aşkla insanların en iyisi olmak istiyor. Bütün o güzel cümleler, fiiliyatta daha fazla ateşlilik, sükûtlara daha büyük bir ihtiras karıştırmak için bahanedir. Zamanımızın ayırıcı vasfı olan bu mürailik, hovardalığı hasta etmiştir. İki taraf da birer melektir ama ellerinden gelse bir iblis gibi hareket edecekler. Aşkın iki sefer arasında kendi kendini tahlil etmeye vakti yoktu; 1809’da aşk, imparatorluk kadar süratle zaferden zafere koşuyordu. Restorasyon Devri’nde güzel Hu-lot tekrar hovardalığa başlayınca önce siyaset âleminde sönen yıldızlar gibi, o zamanlar düşkün birkaç eski dostla gönlünü eğlendirmiş, ihtiyarlayınca da Jenny Cadinelere, Joséphalara gönül vermişti.
Kocasının kalemden öğrendiklerini uzun uzadıya dinleyip Müdür Bey’in eski aşkları hakkında epey şeyler bilince Madam Marneffe tuzağını iyiden iyiye kurmuştu. Zamane komedisi Baron’un gözüne bir yenilik gibi hoş görüneceğine göre, Valérie vaziyet almış hatta bu sabah kendi kudreti hakkında yaptığı deneme, umutlarını kuvvetlendirmişti. Romanesk ve romantik olan bu his manevraları sayesinde Valérie hiçbir vaatte bulunmaksızın kocasına şef muavinliğiyle, Legion d’honneur nişanını temin etti.
Bu küçük harp tabii Rocher-de-Cancale’deki ziyafetlere, tiyatrolara gitmeden, başörtüsü, eşarp, elbise, mücevher gibi birçok hediyelere konmadan olmadı. Doyenné Sokağı’ndaki apartman göze hoş görünmüyordu; Baron, Vanneau Sokağı’nda şirin, yeni bir evi mükellef bir şekilde döşemeye kalkıştı.
Mösyö Marneffe memleketindeki işlerini yoluna koymak için bir ay sonra kullanılmak üzere on beş gün izinle, bir de ikramiye kopardı. Kendi kendine, cinsilatifi incelemek için İsviçre’ye küçük bir seyahat yapmayı kurdu.
Baron Hulot himaye ettiği kadınla uğraşmakla beraber, himaye ettiği adamı da unutmadı. Ticaret Nazırı Kont Popinot sanatı severdi. Samson eserinin bir nüshasına, ortada kendi Samson’u ile Matmazel Hulot’nunkinden başkası kalmaması için kalıbı kırılmak şartıyla iki bin frank verdi. Saat modelini gören bir prens modele hayran oldu, kendisine bir tane ısmarladı lakin modelin bir tek olması şarttı, otuz bin frank da verdi. Aralarında Stidmann da bulunan, fikirleri sorulan sanatkârlar bu iki eserin müellifinin heykel yapabileceğini söylediler. Harbiye Nazırı ve Mareşal Montcornet abidesi için açılan, İane Defteri Komitesi Başkanı Mareşal Prens Wissembourg’un çıkarttığı bir kararla, heykelin yapılması Steinbock’a havale edildi. O zaman portföysüz nazır muavini olan Kont de Rastignac, şöhreti rakiplerinin alkışları arasında yükselen sanatkârdan bir eser istedi. Steinbock’tan küçük bir kızı taçlandıran iki küçük oğlan eserini aldı, sanatkâra Gros-Caillou’daki devlet mermer deposunda bir atölye vereceğine söz verdi.
Bu, Paris’te eşine rastlandığı gibi bir muvaffakiyet, yani çılgınca bir muvaffakiyet, onu taşımaya gücü yetmeyen omuzları, belleri olmayan kimseleri ezecek bir muvaffakiyetti. Gazetelerde, mecmualarda Kont Wenceslas Steinbock’tan bahsediliyordu. Oysaki ne onun ne de Matmatzel Fischer’in bunlardan haberi vardı. Her gün, Matmazel Fischer akşam yemeği için evden çıkar çıkmaz Wenceslas, Baron’un evine giderdi. Yalnız Bette, kuzini Hulot’ya geldiği gün hariç, orada bir iki saat kalırdı. Bu hâl, böylece birkaç gün devam etti.
Kont Steinbock’ın kıymetlerinden, hüviyetinden emin olan Baron; sanatkârın karakterinden, tabiatından çok hoşlanan Barones; anasının, babasının aşkını tasvip etmelerinden, sevgisinin büyük şöhretinden gurur duyan Hortense, evlenme işini konuşmakta artık tereddüt etmemişlerdi. Nihayet sanatkâr sonsuz bir saadet içinde idi. Oysaki Madam Marneffe’in bir boşboğazlığı her şeyi berbat etti. Bakın, nasıl…
Baron Hulot’nun Madam Marneffe ile -o evde bir gözü olsun diye-dost kılmak istediği Lisbeth, kendi hesabına Hulot ailesinde bir kulağı bulunsun isteyerek ihtiyar kızı pohpohlayan Valérie’nin evinde akşam yemeğini yemişti. Valérie yerleşeceği yeni apartmanın uğurlu kademli olsun ziyafetine Matmazel Fischer’i davet etmeyi düşündü. Akşam yemeklerine gidecek bir ev daha bulmaktan bahtiyar ve Madam Marneffe tarafından elde edilen ihtiyar kız, kalbinde ona karşı bir muhabbet duymuştu. Münasebette bulunduğu insanlardan hiçbiri kendisine bu kadar yaltaklanmamıştı. Gerçekten de Kuzin Bette, Barones’in, Mösyö Rivet’nin, Crevel’in ve evlerinde yemek yediği herkes karşısında ne ise, Madam Marneffe de istediğini anlayıp yerine getirmek için gözüne baktığı Matmazel Fischer’in karşısında o idi. Marneffeler evlerindeki sıkıntıyı, darlığı -ki bunu daima güzel renklerle boyamaya çalışırlardı- göstererek bilhassa Kuzin Bette’in merhametini tahrik etmişlerdi: Minnettar ve nankör dostlar, hastalıklar, sefaletini kendisinden sakladıkları ve çok büyük fedakârlıklar sayesinde kendini daima debdebe içinde sanarak ölen bir anne, Madam Fortin, vesaire vesaire…
“Zavallı insanlar!” diyordu kuzin, Hulot’ya. “Onlarla alakadar olmakta çok haklısın, buna o kadar lakayttırlar ki çünkü ne kadar cesaretli, ne kadar iyi insanlar! Şef muavini mevkilerinin temin ettiği bin ekü ile zar zor geçinebiliyorlar çünkü Mareşal Montcornet’nin ölümünden beri borçlanmışlar. Karısı, çoluğu çocuğu olan bir memurun Paris’te iki bin dört yüz frank maaşla geçinmesini istemek devlet hesabına barbarlıktır.”
Kendisiyle dostmuş gibi hareket eden, her şeyi danışan, koltuklayan, her şeyi söyleyen, kendisini ihtiyar kızın idaresine bırakmak ister görünen bu genç kadını, az zaman zarfında eksantrik Kuzin Bette bütün akrabalarından daha fazla sevmeye başladı.
Madam Marneffe’in ağırlığına, terbiyesine ne Jenny Cadine’de ne Josépha’da ne onların arkadaşlarında gördüğü tavırlarına hayran olan Baron; bir ay içinde ona bir ihtiyar ihtirasıyla, makul gibi görünen çılgın bir ihtirasla gönül vermişti. Gerçekten bu kadında, aktriste, şarkıcı kadında bütün bahtsızlıklarına sebep