“Tamam.” dedi Baoyu. “Her şey ayarlandı. Şimdi Çeltik Kokan Köy’e gidebiliriz.”
“Hep acele edersin.” dedi Li Wan. “Bugünkü toplantı hazırlıklar için yapıldı. Artık size davet göndermemi beklemeniz lazım.”
“Her şeyden önce ne sıklıkta toplanacağımıza karar verelim.” dedi Baochai.
“Umarım çok sık olmaz.” dedi Tanchun. “Aksi hâlde keyif olmaktan çıkar. Ayda iki ya da üçten fazla olmasın.”
“Ayda iki yeterli bence.” dedi Baochai başıyla onaylayarak. “Hangi günler olacağını belirlersek, hava nasıl olursa olsun mutlaka toplanırız. Ayrıca birisi isterse belirlenen günlerin dışında da toplantıya davet edebilmeli. Biraz esneklik sağlarsak çok daha keyifli olur.”
Diğerleri bu fikri beğenip onayladı.
“Şiir kulübü benim fikrimdi.” dedi Tanchun. “Bari ilk toplantısına benim ev sahipliği yapmama izin verin.”
“Tamam.” dedi Li Wan. “Yarın bir toplantı yapacağız ve bizi sen ağırlayacaksın.”
“Neden yarını bekliyoruz ki?” dedi Tanchun. “Şu andan daha iyisi yoktur. Bir başlık seçin, Nergis Adalı kafiyeleri belirlesin; Lotus Sakini de şiirlerimizi yazarken bizi denetlesin.”
“Bana sorarsanız, her zaman aynı iki kişinin temayı seçip kafiyeyi belirlemesindense kura çekelim.”
“Ben buraya gelirken birilerinin iki saksı beyaz begonya taşıdığını gördüm. Çok güzeldi. Tema bu olsun mu?” dedi Li Wan.
“Hepimiz görmedik ki.” dedi Yingchun. “Görmediğimiz şey hakkında nasıl şiir yazalım?”
“Hepimiz beyaz begonya nasıl olur biliyoruz.” dedi Baochai. “Hakkında şiir yazmak için neden görmemiz gereksin? Eskiler şiirsel bir temayı, o anda ifade etmek istedikleri duygularına bir araç olarak kullanırlarmış. Hakkında şiir yazacakları şeyleri görmeyi bekleselerdi asla şiir falan yazılamazdı.”
“Peki o hâlde, kafiyeyi belirliyorum.” dedi Yingchun.
Raftan bir şiir kitabı aldı, rastgele bir sayfa açtı ve diğerlerine gösterdi.
“İşte böyle sekiz dizelik şiirler yazacaksınız.” dedi.
Kitabı kapatıp, kapı eşiğinde durarak onları seyreden hizmetçiye döndü.
“Bize bir kelime söyle.” dedi. “Herhangi bir kelime.”
“Kapı.” dedi kız.
“Demek oluyor ki ilk dize ‘kapı’ kelimesiyle bitecek.” dedi Yingchun. Tekrar aynı kıza döndü. “Bir tane daha söyle.” dedi.
“Saksı.” dedi kız.
“Tamam, ‘saksı.’ ” dedi Yingchun.
Sonra kafiye kartlarının saklandığı kutuyu aldı, on üçüncü çekmeceyi açıp hizmetçi kızın rastgele iki tane kart seçmesini istedi. ‘Ruh’ ve ‘leke’ kelimeleri çıktı.
“Şimdi, herhangi bir çekmeceden istediğin kartı seç. Sadece bir tane.” dedi kıza.
Kızın seçtiği kartta ‘gün’ yazıyordu.
“Tamam.” dedi Yingchun. “Demek oluyor ki ilk dizeniz ‘kapı’ ile bitecek, ikincisi ‘saksı,’ dördüncüsü ‘ruh,’ altıncısı ‘leke’ ve sekizincisi ‘gün.’ ”
“Saksı ile kapı birbirine kolay kolay uymaz.” dedi Baoyu.
Tanchun’ün hizmetçisi Daishu yarışmacılar için dörder takım kâğıt ve kalem hazırladı. Daiyu hariç hepsi sessizce ne yazacaklarını düşünmeye başladı. Daiyu dışarıda dolaşıyor, pavlonya ağacının kabuklarıyla oynuyor, sonbaharın Bahçe’deki belirtilerini hayran hayran seyrediyordu. Arada bir hizmetçilerle şakalaşıyor, şiiri kafasına takmış gibi görünmüyordu. Yingchun hizmetçilerden birine Tatlı Rüya çubuğu yakmasını söyledi. Bu, yaklaşık sekiz santim uzunluğunda ve lamba fitili genişliğindeydi. Çabucak yanacak bir şeydi. Yarışmacılara şiirlerini bitirmek için çubuk yanıp bitene kadar zamanları olduğunu, aksi hâlde ceza alacaklarını söyledi.
İlk bitiren Tanchun oldu. Eline bir fırça alıp yazdıktan sonra tekrar üzerinden geçip birkaç düzeltme yaptı ve Yingchun’e teslim etti.
“Nasıl gidiyor, Alpinia Hanımefendisi? Şiirini düşündün mü?” diye sordu Baochai’e.
“Evet, bir şeyler düşündüm.” dedi Baochai. “Ama pek hoşuma gitmedi.”
Bu arada Baoyu ellerini arkasında kavuşturmuş koridorda bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu. Konuşmaları duyunca Daiyu ile konuşmak için durdu.
“Duydun mu?” dedi. “İkisi neredeyse şiirlerini bitirmişler.”
“Sen kendi işine baksana.” dedi Daiyu.
Baoyu içeriye bir göz attı ve Baochai’in şiiriyle meşgul olduğunu gördü.
“Vay canına!” diye bağırdı. “Çubuğun iki santimi kaldı ama ben anca dört dize yazabildim.” Sonra Daiyu’ye döndü.
“Çubuk neredeyse bitiyor. Hâlâ o ıslak çimenlerin üzerinde çömelmiş ne yapıyorsun?”
Daiyu ona aldırmadı.
“Şimdi seni düşünecek hâlim yok.” dedi Baoyu. “Ne kadar kötü olursa olsun şiirimi tamamlamam lazım.” Böyle söyleyerek içeri girip masaya doğru gitti.
“Artık şiirleri görme zamanı geldi.” dedi Li Wan. “Hepsini okuyana kadar şiirini teslim etmeyen olursa cezasını öder.”
“Çeltik Çiftçisi kendi güzel şiir yazamasa da değerlendirme konusunda çok iyidir. Çok adaletli bir eleştirmendir. Hepimizin onun kararlarını kabul etmeye hazır olduğumuzdan eminim.” dedi Baoyu.
Diğerleri de onayladılar. Li Wan Tanchun’ün kâğıdını aldı, ötekiler de etrafından toplandılar.
Kış güneşi vuruyor asma kaplı kapıya,
Duruyor altında yağmurdan yosun tutmuş saksı.
Nazik bedeni kar kadar büyüleyici,
Yeşimi gölgede bırakır saf ruhu.
Mis kokulu kırılganlığı korkutuyor rüzgârı,
Işıl ışıl beyazlığı dolunay kadar lekesiz!
Beyaz çiçek perisi ipek kanatlarını silkele!
İlahiyi benimle söyle ölmekte olan güne.
Hepsi Tanchun’ün şiirini çok beğendi. Sonra Baochai’inkini okudular.
Tatlı koku duruyor ardında örtük avlu kapısının,
Sulamaya gidiyorum yosun kaplı saksıyı.
Kızıllara bürünmüş yaz kardeşleri,
Kar kadar, buz kadar saftır ruhu.
Yalnız saf beyazlık göz kamaştırır;
Ve yalnız beyaz yeşimde bulunmaz leke.
Sanki dua ediyor sonbaharın beyaz tanrısına
Güzelim çiçekler sessizce, biterken gün.
Li Wan gülümsedi.
“İşte Alpinia Hanımefendisi kendini gayet isabetli bir şekilde ifade etti.” dedi.
Sonra Baoyu’nün şiirine sıra geldi.
Beyaz sonbaharın kız kardeşi durur kapıda,
Kar