İşte bu imtiyazına binaen Kahramanoğlu Mehmet Bey, kulenin en üst katındaki dünyaya değer odasını Recep Köso için hazırlatmıştı. Yani halis yapağıdan bir döşek, ev kadınlarının elinden maharetle işlenmiş pamuk bezli çarşaflar ile kaplı yorgan ve onun üzerine yünden bir örtüden müteşekkil yatak, yanı başına leğen, ibrik ve ipek işlemeli havlu ve seccade gibi abdest, namaz levazımı da hazırlanmıştı. Diğer işret erbabını birer birer yerlerine kadar götürüp yatırtmak ve zıbartmak gibi zor işlerde Recep Efendi de Mehmet Bey’e yardım ettikten sonra birbirine veda ettiler. Sonra da Recep Köso dünyaya değer odasına çekildi. Soyunup dökünerek ve abdest tazeleyip yatsı namazını kılarak yatağına girdi ki havanın fazla soğuk olmamasına nazaran örtüyü fazla bulmakla yorgan üzerindeki örtüyü kaldırıp bir tarafa yığmış ve aydınlıkta yatmak âdeti olduğu gibi pamuktan bükülüp sivriltilmiş ve bir tabak zeytin yağı içine konulmuş bulunan idare kandilini yakarak mumunu da söndürmüştü.
Eğlencenin bitmesinden sonra yatağına girdiği zamana kadar Recep Köso’nun beyan etmiş olduğumuz şu hâl ve hareketinden de anlaşılmış olacağı gibi bu adam sarhoş değildi. Tamamıyla aklı başındaydı. Hatta biraz sonra düçar olacağı çirkin ahvale nazaran şu anda sarhoş bulunması temenni de edilebilirdi. Zira diğer sarhoşlar gibi o da sızarak horultularıyla kuleyi doldurmak derecesinde bir derin uykuya dalar, giderdi.
Heyhat! Recep Köso uyuyamadı. “Yerini yadırgadığı için” diyemeyiz. Çünkü o yadırgamaktan dolayı uyuyamamak bizim gibi şehir ahalisine ve onlar arasında da daima kendi yatağında yatmaya alışkın olanlara mahsustur. Haftada beş kapı dolaşanlarda bu endişe olmadığı gibi Rumeli’de daima köylerde kırlarda gezip tozmaya alışkın olanlarda bu hâl hiç yoktur.
Gerçi Ömer Neşo’nun tasvir etmiş olduğu savaş hâli Recep Köso’nun aklına gereği gibi tesir ettiğinden yatağına girdiği zaman zihni zikredilen savaş hâlleriyle gereği gibi meşgul idiyse de bu meşguliyet Ömer Neşo’nun kemik falını tamamıyla desteklediği tarzındaki bir meşguliyet de değildi. Recep Efendi’nin hâl ve şanını epeyce öğrendik ya? Bu yoldaki cahilce tefeüle kapılmamak için kendisi teselliye muhtaç olması şöyle dursun, başkalarını kendisi teselli ve tatmin ederdi. Bu adam vilayet gazetesinden başka, İstanbul gazetelerine de abone olarak dünyanın ahvalinden daima haberdar olur. Hatta Rum lisanını ana lisanı olmak suretiyle bildiği gibi bilahare biraz da okumuş yazmış bulunduğundan Atina’dan da bir gazeteye abone olarak oranın ahvaline de mütemadiyen vâkıf bulunur. Dolayısıyla Recep Köso Yunanlıların Girit’e tecavüz suretinde gösterdikleri küstahça cüreti bir kara savaşına kadar vardıracaklarını kesine yakın bir öngörüyle tahmin ediyordu. Hem bu tahmin güç bir şey de değildi. Her gün bir kahvede bir meyhanede bir meydan yahut bahçede binlerce sarhoş Yunanlının: “Zito polemos!” yani “Yaşasın Savaş!” naralarını ayyuklara çıkarmışlardı. Etniki Eterya denilen fesat cemiyet de bu yolda propagandalar yapıyordu. Onların gazeteleri de tüm bu faaliyetleri övgüyle yazıyorlardı. Bu şekilde Osmanlıları şevklerini kırabilirlerse muhakkak muharebeye girişeceklerini ve ilk darbeyi Manastır’a ve ikinciyi Selanik’e vurup üçüncüde ise Edirne’ye varacaklarını mecnunları bile güldürecek bir yaygara ile neşredip duruyorlardı. Bu velvelelerin önü alınmaz ve halk da buna inandırılacak olursa bu işin mutlaka bir muharebeye kadar vardırılacağını tahmin etmekte Recep Köso için zorluk mu görülür? Bu muharebenin neticesi, gereği gibi zihnini yoruyordu. Zira daha buracıkta haber verelim ki kendisi aslen Yenişehir ahalisindendi. Bir kere göç hicret sıkıntılarını çekmiş bulunduğundan dolayı onun tekrarından ne kadar korksa mazur görülebilirdi. Fakat Yunan içinde görülen galeyana karşılık mevcut Osmanlı hükûmetinin de büyük bir dikkat ve tedbirle hududa doğru akın akın asker sevk etmesini de büyük bir gelişme olarak görüyordu.
Taşra ahalisinden bulunması ile beraber fikrini ve nazarını bu derecelerde aydınlatmaya muvaffak olmuş bulunan Recep Efendi, özellikle her işinde hikmetle hareket eden Cenâb-ı Abdülhamit Han Gazi’nin elinde bulunan memleketleri muhafaza için gösterdiği gayretleri biliyordu. Onun bu konudaki muvaffakiyetlerini bildiğinden de ümitvardı. Dolayısıyla siyasi hâlleri ve onun savaşla ilgili tedbirlerinden haberdar olduğu hâlde yine de uyuyamıyordu. Uykusu gelmiyordu. Niçin? Onu kendisi de bilemiyordu.
Aşağıda değirmende ve ahırlarda yanaşmaların son hizmetini görmek için vukusu tabii olan gürültüler, patırtılar da yarım saat zarfında sükûta erdiler. Yalnız değirmenin üç taşı birden çalışmakta bulunması sebebiyle, olukların çağıltılarıyla taşların gırıltılarından oluşan bir uğultu uzaktan uzağa, derinden derine gelmekte idiyse de biraz zaman zarfında kulaklar buna da alıştıktan sonra bu da gecenin sükût ve sükûnetini ihlal edemiyordu. Aradan bir hayli zaman daha geçti. Recep Köso, yatağı içinde kâh sağdan sola ve kâh soldan sağa birkaç nöbet döndükten ve bazı nöbetleri de arkası üstü yatarak geçirdikten sonra yine uyuyamadı. Uyuyamadı ama… Evet! Henüz uyumuyor ama… Hâlâ uyanık ama o ne? Gözleri önünde bir şeyler belirmeye başladı.
Yattığı oda, Kahramanoğlu Mehmet Bey’in kulesinin en üst katındaki dünyaya değer odası. Bu odada bin defa yatmış. Aşağıdan dik bir merdiven ile doğrudan doğruya odanın içine çıkılıyor ki merdivenin kepengi kapandıktan sonra o kepenk de odanın döşeme tahtalarına bağlanıyor. İşte odanın dört duvarında dört pencere. Recep Köso’nun da gözleri açık olduğundan bu pencereleri ve hatta demincek yatmadan evvel bir köşeye asmış olduğu silahlarını bile görüyor. Görüyor ama bu müşahedesiyle beraber kendisini bir kalabalık şehirde buluyor. Karmakarışık bir hâl içinde. Muharebe hâli gibi bir hâl! Kulağına çığlık nevinden fena fena sesler geliyor. Fakat adamcağız uyumuyor. Gerçi yatağı içinde sanki buz gibi donmuşçasına hareketsiz yatıyor. Ama uyumuyor. O kadar uyumuyor ki işte değirmen tarafından bir iki horoz, sırayla ötmeye başladıkları hâlde kulakları bu horoz seslerini de işitiyor. Evet, horoz seslerini işitiyor ama o canhıraş çığlıklar da kulağına varıyor. Hem pek yakından. Âdeta oda içinden! Daha tuhafını mı istersiniz? Bu çığlıklar bir kadın çığlığı, hem de sesi kendisine pek malum olan bir kadının çığlığı! Bu çığlık kendisine hitaben koparılıyor. “Köso!