Gönüllü. Ахмет Мидхат. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-78-5
Скачать книгу
kadar bir köy, bir kaza yoktur ki Ömer Neşo’yu bilmesin. Bunların her birinde kuzu yedim. Her kuzunun kemiğine ben baktım. Hiçbir vakit bu kemik bana yalan söylememiş ve söyletmemiştir. Haber verdiğim şeylerin tümü gelmiş, çıkmıştır. Beni dinlerseniz hora tepen kızlar için boşuna barut, kurşun telef etmeyiniz. Bunlar size lazım olacaktır.”

      Eğer bu sofrada Recep Köso bulunmasa ve bu tefeülün hakikatini bu adam şerh ve izah etmeseydi ziyafetin bundan sonrası hakikaten pek neşesiz geçecek ve evvelce demiş olduğumuz gibi öyle gece yarılarına kadar devam edemeyecekti. Bu Recep Köso, otuz beş, otuz altı yaşında kadar bir adam idiyse de diğer misafirler gibi saflığını, cehalet hâliyle bir daha karartmış kimselerden de değildi. Gereği gibi tahsil ve terbiye görmüş, hatta mürekkep yalamış ve epeyce de kâğıtlar karalamış bir adamdır. Öyle bir kemikten gelecek hadiselerin hâllerini çıkarmanın mümkün olabileceğine kanaat getiremiyor idiyse de bu yoldaki yorumların, dinleyicilerin kalbinde meydana getireceği tesiri de ehemmiyetsizlik ile telakki edemezdi. Recep Köso, farz etti ki Ömer Neşo’nun tüm haberleri tümüyle doğrudur. Fakat hatırına bir şey geldi. Kahramanoğlu Mehmet Bey’den sordu ki:

      “Bey birader! Sayenizde şu kuzuyu büyük bir iştahla yedik. Ömer Ağa’nın verdiği haberleri de büyük bir dikkatle dinledik. Fakat şu mevsim bizim buralar için kuzu mevsimi değildir. Siz bu kuzuları nereden tedarik ettiniz?”

      Mehmet Bey, bu sualin ehemmiyetini takdir etmek şöyle dursun o takdirin ehemmiyetini lüzumunu bile hissetmeksizin büyük bir saffetle:

      “Her sene bıçak silimi ziyafetinde kuzu bulundurmak âdetimiz değil mi? Geçen sene olduğu gibi bu sene de bizim kuzular yenecek hâlde olmadıklarından Yenişehir’de bir dosta yazdım. Dört kuzuyu analarıyla beraber birer küfeye koyup iki beygire yükleyerek göndermiş.”

      Cevabını verince Recep Köso:

      “Öyleyse hiç merak etmeyiniz arkadaşlar. Ömer Ağa’nın verdiği fena haberler bize ait değil; Yunanlılara aittir.” diye herkesin dikkatli nazarını kendi tarafına çevirdikten sonra bu görüşünü izah etmek için de dedi ki:

      “Kürek kemiğine bakarak haber verilen şeyler doğrudur. Hele Ömer Ağa gibi erbabı olur ise doğruluğuna hiç şüphe etmemeli. Fakat şunu da muhakkak bilmeli ki her kuzu nerede doğmuş, büyümüş ise onun kemikleri üzerine yine o yerin geleceğiyle ilgili olan olayları yazılı olur. Dolayısıyla huduttan beri insan, hayvan, asker, ahali birbirini çiğnercesine vukuya gelecek olan bozgunluk, bizim tarafta değil, Yunan tarafında olacaktır. Çünkü bu kuzu buralı değil Yenişehirlidir. O bozgunluğu takiben yürüyüp karşılık vermek için her önüne çıkan kuvveti çiğneyecek, geçecek olan asker de bizim Osmanlı askeridir.

      Recep Köso’nun şu tevili üzerine herkesin yüzünde bir ümit tebessümü görülmeye başladı ise de ilk merak, herkesin yüreğine o kadar tesir etmişti ki bu tevil ve cihetin makbul olup olmadığını soruyorlarmış gibi birbirinin yüzüne bakışıyorlardı. Bu tefeül sanatında kuzunun doğup büyüdüğü yere göre böyle bir tesir bulunup bulunmadığına dair hiçbirisi bir söz işitmemiş bulunduğundan işin bu kısmını merakla incelemeye lüzum görüyorlardı. Herkes bir şey söyledi. Kimi bu tevilin lehinde kimi aleyhinde konuşuyordu. Ömer Neşo bir meclise riyaset eden reisin en son sözünü kendisi söylemek için evvel be evvel herkesin söz söylemesi müsaadesini verdiği bir tavırla ve sessizlik hâliyle herkesin konuştuğunu büyük bir dikkatle dinliyordu. Herkes konuşmasını bitirdikten sonra o meşhur ihtiyar zat dedi ki:

      “Evet! Bir on yedi on sekiz sene evvel Elbasan taraflarında bir manastırda misafirdim. Orada bir ihtiyar pop vardı. Kuzu yedik. Kemiğe baktık. Vali paşanın azledileceğini gördük. Hâlbuki vali azledilmedi. Sırp valisi değişti. Kemiğin verdiği haberin doğru çıkmadığına şaştık. O zaman pop dedi ki: Bu kuzunun anası gebe olduğu hâlde Sırbistan’dan gelmiştir. Bu haber anasının karnındayken orada kuzunun kemiğine aksetmiş. Evet, evet! Bu kemik meselesi pek mühimdir. Recep Efendi’nin dediğine benim de aklım eriyor. Doğrudur.”

      Hiç Ömer Neşo bir şeye doğrudur der de bir kimse ona muhalefeten yanlış diyebilir mi? Böyle şeylere inanmak için bu adamlardaki saflık derecesinde bir saflık gerekir. O saflık ile Ömer Neşo gibi bir adama inandıktan sonra cihanın ulemasını getirip de aksini söyletseniz kulak bile vermezler. Bir ulemaya kulak verecek olsalardı Recep Köso o tevili ettiği zaman, onun sözlerine kulak verirlerdi. İleriye doğru ayrıntılı ahvalini öğrendikçe teslim olunacaktır ki Recep Köso, bu adamlara nispetle hakikaten bir ulemadır. Hele yorum tarzı tam da böyle akıl ve fikirleri sınırlı olan adamlara söylenmesi lazım gelen yoldadır. Çünkü herkesin itimat ettiği Ömer Neşo’nun yorumlarını esasen ret ve inkâr etmiyor. Haber verilen olayları muhakkak olarak reddetmiyor yalnız meydana geldiği yeri değiştiriyor. Bu yer değiştirmeye de çok uygun ve güzel bir yorum getiriyor. Yenilen kuzu Serfiçeli olmayıp Yenişehirli olduğunu ortaya koyuyor. Bununla beraber dinleyiciler onun yorumunu derhâl kabul edemiyorlar. Yine Ömer Neşo’nun tasvip ve tasdikine lüzum görüyorlar.

      Elinde kalem tutanlar bu gibi ahvalden pek büyük ibret almalıdırlar. Ne söyleyeceklerini, ne yazacaklarını düşünmeden evvel kimlere hitap edeceklerini düşünmelidirler de ne söyleyeceklerini de ona göre güzelce kararlaştırmalıdırlar. Eğer dinleyici ve muhataplarının kabiliyetlerinden hariç söz söyleyecek olurlar ise kaş yapalım derken göz çıkarırlar. Kalem bir kılıçtır. Maksadına uygun kullanıldığı zaman insanlar üzerinde kılıçtan daha ziyade etki bırakır. Fakat Mesnevi sahibi Cenâb-ı Celaleddîn-i Rumi’nin buyurdukları gibi o kılıcı hakkıyla kullanmaktan âciz olanların ellerine vermemeli. Onu güzel kullanmaları için lazım gelen talim ve terbiyelerini güzel şekilde tamamlayan adamların eline teslim etmeli ki hizmetlerinden istenen güzel neticeler alınabilsin.

      Recep Köso’nun yorumu ve Ömer Neşo’nun tasdiki üzerine bu bizim işret ahalisi, güya olayı gerçekleşme mertebesine varmış olan bir beladan Hızır Aleyhisselam’ın imdadı gibi bir manevi yardımla kurtulmuşçasına sevindiler. Şevk ve neşeleri evvelkinden birkaç kat daha arttı. Çingene kızlarının oyunları, kadın, erkek köylülerin horası, hatta bilfiil kendilerinin sirto oyunu defalarca tekrar ederek akşama ve akşam yemeğinden sonra da gece yarılarına kadar sürdü ve o kadar yenildi, içildi, gülündü, oynandı ki iş âdeta tarif imkânının dışına çıktı. Öyle ya? Ramazan geliyor. Bıçak silinecek. Bayrama kadar büyük bir açlık ve susuzluk ile ibadet ve itaat edilecek. Öyle bir hâle girmek için sanki gözleri arkada kalmamak üzere işret ehli böyle bir bıçak silimine kendilerini muhtaç görüyorlardı.

      İhtimale pek yakındır ki insanlar arasındaki cahilce olan bu bıçak silimi âdeti de Rumeli’nin Rum, Bulgar ve Ulah gibi Hristiyanlarından ve özellikle Rumlardan intikal etmiş olsun. Gerçi buralarda ve özellikle Avrupa’da ve Avrupa’nın da bir zaman Venedik şehrinde görülen karnavalları derecesinde eğlenmek Rumeli için her zaman mümkün olamaz idiyse de büyük oruca başlanacağı zaman bir hafta kadar evvel vur patlasın, çal oynasın âlemlerine girmekten ibaret bulunan karnaval âdetleri her yerin kabiliyetlerine göre tüm Hristiyan ahali arasında az çok vardır. “Karnaval” ismiyle bir vakit yazmış olduğumuz büyük bir romanda, buna dair gereken tarihî tafsilatı vermiştik. Okuyucularımızdan arzu edenler, muhtaç olanlar, zikredilen tafsilata müracaat edebilirler. Güya büyük açlığa girileceği zaman, iki aya yakın bir müddet zarfında her türlü eğlenceden nefislerini mahrum edeceklerinin peşin bir mükâfatı olmak üzere Hristiyanlar, bu âdete riayet ettikleri gibi zamanla ve din değiştirmenin de tesiriyle zikredilen âdetin bir parçası, Rumeli ahalisine de intikal etmiş olması gerektir.

      Hâlbuki halis ve muhlis Müslüman olanlar için Ramazan-ı Şerif’in yaklaşması münasebetiyle böyle oyunlara ve uygun olmayan eğlencelere bir kat daha revaç vermek değil, cehaletleri sonucu sene içinde işlemiş oldukları küçük ve büyük günahlardan tövbe ve istiğfar ile Ramazan-ı