Gönüllü. Ахмет Мидхат. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6485-78-5
Скачать книгу
asla esirgemedi ise de tavırlarını istila eden dalgınlıktan Recep pekâlâ anlıyordu ki validesi kendisinin bu suretle izdivacına kalben henüz razı olamıyor. Zahiren muhalefet etmemesi Recep için kâfi değildi. Recep istiyordu ki o zamana kadar rızasına göre hareket etmekten kıl kadar ayrılmamış olduğu validesinin bu izdivaç meselesinde de tam rızasını temin etsin.

      Şu ilk muhaverede ana ile oğul arasında tam bir fikir birliği olamadı ve Çelebi Hanım:

      “Bana biraz müsaade ver oğlum. Güzelce düşüneyim. Seni istediğin yemin ile temin ederim ki Yankos Çorbacı’nın kızı hani ya bir Hristiyan kızı diye istemezlik etmiyorum. O da pek muteber adamdır. Meclis azası, rütbeli, nişanlı ve zengin soydan bir adam. Fakat ben bu işin içinde Filomene ile senin için büyük büyük zorluk görüyorum da onun için biraz derince düşünmeye muhtacım!” diye oğlundan müsaade istemesiyle ve Recep de ona itaat göstermesiyle bu günlük muhavere ve müzakere bundan daha ileriye gidemedi.

      Recep ile Filomene arasındaki aşk münasebetini, ana ile oğul arasındaki muhaverenin şu derecesi de okuyucularımıza bazı şeyleri anlatıvermiştir. Bu konuda tarafımızdan verilecek izahlar pek az kalmıştır. Zira şu roman, koca Bernardin de Saint Pierre’in Paul et Virginie’si gibi iki çocukta sevda denilen şeyin ilk masum sureti nasıl oluştuğunu göstermek için kaleme alınmamıştır. Daha çocukluklarından beri Recep ile Filomene iki aile arasındaki bazı iş ve ortaklıktan dolayı sık sık buluşup birlikte oynamışlardır zamandan beri masumca oynayıp seviştikleri gibi Recep, Filomene’den üç dört yaş daha büyük olduğundan buluğ çağına ondan evvel girmiştir. Bu dönemlerde Filomene hakkında daha ne gibi hisler beslediğini bilmiyoruz. Recep, köylerde gezip delikanlılık dönemlerini yaşarken Filomene ile de görüşmelerini sürdürmüştür. Kız da artık evlenme çağına gelmişti. Bu dönemlerde Recep kendi kalbindeki tatlı hisleri kıza da nasıl yansıttığını ve Filomene’in de kalbinde zaten böyle birtakım hevesler uyumakta bulunmasıyla Recep’in daha ilk hisleri üzerine o heveslerin nasıl uyandığını ve sonra Köstem deresi kenarlarında, o latif bahçelerde ağaçlar aralarında birbirine sohbet yeri tayin ederek her ikisi de aynı saatte aynı noktada nasıl buluşup ne tatlı hasbihâllere giriştiklerini ve bu sırrı ikisi de herkesten saklamaya ve hatta analarını, babalarını bile kendilerine yabancı saymaya ve her hâlde birbirinden başka kimse ile evlenmemeye nasıl karar verip ne yolda yeminler ettiklerini uzun uzadıya tarif ve hikâyeye lüzum görmemekteyiz. Yalnız işin şu kısmını izah etmek isteriz ki Recep’in Filomene hakkındaki münasebet ve muamelesi başkalarını öyle tanışıp görüştüğü diğer kadınlar ve kızlar hakkındaki münasebet ve muamelesine kesinlikle benzemezdi. Filomene, o kadınlar ve kızlar gibi Recep’in bir eğlence aracı da değildi. İleride kendisine zevce edeceği kızın güzel hislerini rencide etmek istemiyordu ve dolayısıyla ne maddeten ne de manen ona bir zarar da vermemiştir.

      “Yenişehirli bir Recep Köso olduğu hâlde bile!” Bize bu kinayeli sözü yazdıran şey çok elemli olan bir histir. Zira maatteessüf işittiğimize, gördüğümüze göre delikanlılarımızdan bazıları “alacağımız kızları tanıyıp da öyle almalıyız” gayretini epeyce ileriye götürmüşlerdir. Aralarında öyle ileri derecede münasebetler yaşanmıştır ki dönüşü mümkün olmayan şeylerle karşılaşmışlardır. Her şey olup bittikten sonra, birbirlerine karşı olan sevgi ve aşkları artacağı yerde aksine tamamen ayrılığa düşmüşlerdir. Bu durumları yaşayıp da verem olan ve verem döşeklerinde vefat eden bir hayli kızlarımıza rastlıyoruz.

      Evet, Avrupa’da bir delikanlının alacağı kıza “kur” yani serbestçe görüşmelerine müsaade olunur ama bunun ne gibi kayıt ve şartları vardır. Evet! Evet! İngiltere’de ve Amerika’da bu kurlar ve serbestçe görüşmeler için hemen hemen hiçbir şart ve kayıt yoktur. Fakat orada yalnız kızların terbiyeleri kendilerini korumaya kâfi olmakla kalmayıp delikanlıların terbiyeleri de kızları hevaperest tehlikelerden muhafazaya kâfidir. Hele biraz itibarlı olan familyalar nezdinde bu konuda zerre kadar suistimalin müthiş muhakemelere, büyük zarar ve ziyanlara, mahkûmiyetlere kadar yol açacağından kimsenin şüphesi yoktur. Bunun dışında neticesi, düello sonucu ölüme kadar da gidebilir. Dolayısıyla bu hevese karşı koymak için kalbî iradesi kâfi olmayanlara bu neticeleri düşünmek de büyük bir mâni hükmünü alır.

      Bununla beraber Avrupa’nın her tarafında ve hatta İngiltere’de Amerika’da da hiç suistimal görülmüyor mu? Bunu kim iddia edebilir? Fakat bizim İslamiyetimize mahsus olan bu hasletlerimize binaen gönül isterdi ki bizde bu yolda hiç suistimal olmasın. Avrupa’nın inançları bu konularda daha tavizkâr olduğu hâlde bu konuda yazılan elem verici eserler nasıl ki insanın içini kanatıyorsa Müslüman ve Osmanlı’nın kalem ehlinin içini nasıl kanatacakları da düşünülmelidir.

      Şimdiye kadar bin romanımızda beyan edilmiş olduğu gibi bir delikanlı evlenme hususunda yalnız validesinin veyahut kendisini yönlendiren kadınların keyfine tabi olmamak ve alacağı kızı kendisi de tanımak, öğrenmek ister ise biz kendisiyle beraberiz. Hatta bu konuda şeriat kanunlarında da büyük büyük müsaadeler vardır ki zikredilen izinlerden güzel istifade etmek için iki tarafın da hukukunu, dürüstlüğünü ve şanını muhafaza ile beraber maksatlarına varmalarını da temin edebilir.

      Bir delikanlının alacağı kız ve aldığı kadın ile ne yolda bir münasebet oluşturacağı “sosyoloji” denilen hikmetli ilmin en büyük, en mühim konusunu teşkil etmektedir. Kızlar için “bakir” denilen şeyi yalnız cismen ve maddeten düşünmemek gerekir. Fikren ve ruhen de bunlarda bir bakirlik düşünmelidir. Yani fikren de buna kanaat getirmelidir. Bu tür kızlar maddeten açılmamış bir zarfa benzedikleri gibi manen de öyle olmalıdırlar. Öyledirler de. O sonradan beklenilmeyen hâllerin dersini kadınlar erkeklerden alacakları gibi bunun mesulü yine erkeklerdir. Çünkü kızları o hâllere düşürenler yine erkeklerdir. Asıl insanı üzen en büyük şeylerden birisi de şudur ki kocalar bu dersleri kadınlara kendilerinin vermiş olduklarını da hemen unuturlar. Zevceleri hâl ve hareketlerini değiştirmişler diye hemen şikâyete başlarlar. Bir kısımları da artık böyle bir kadın ile geçinmenin mümkün olamayacağını söyleyerek ayrılmaya kadar varırlar. İşte böyle bir bilmezlik ve tedbirsizlik, karıyı da kocayı da bedbaht etti, gitti. Koca kendi bedbahtlığını tamir için ayrılık hakkından istifade edebilir. Ya kadın? İşte o biçare ilanihaye bedbaht olur kalır.

      Ahbaplarımızdan akıllı bir adam vardır. İki kızını kocaya vermiştir. İkisinde de paça günü damatları el öpmeye geldikleri zaman bir aralık sohbet ederek damat ile yalnız kalıp demiştir ki:

      “Evladım! Sana verdiğim kıza, güzelce geçinmeniz için lazım gelen dersleri mümkün mertebe verdim. Yalnız bir kadın ile kocası arasındaki hususi münasebete dair tabii olarak tek kelime dahi konuşamadım. Hane halkınca da benim bu kaideme katiyen riayet olunmuş bulunduğundan eminim. Zevcene bu dersi sen vereceksin. Daha ilk derste programını iyi tertip et de derse öyle başla. Zevceni kendin şımartıp yüzsüz ettikten sonra bizi sorgulamaya hakkın olamayacağını sana şimdiden haber veriyorum. Hepimiz delikanlılık ettik. Hepimiz delikanlılık hâlini biliriz. O eski tecrübe üzerine hiçbir vakitte kulağından çıkmamak üzere sana ihtar ederim ki zevce başka, metres başkadır. Bunların arasındaki fark “kadın” ve “karı” arasındaki farka da benzemez. Birisi “iffet timsali” ve diğeri de âdeta bir “fuhuş putu”dur. Birisi en yüzsüz bir erkeğin bile yüz karası ve diğeri ise yüzsuyudur. Şu kadarcık bir tarifim ile meramımı anlarsın. Bir kâmil insan, akıllı olan karısını ne tamamıyla boş bırakıp ihmal etmeli; ne de şımartıp yüze çıkartmalı. Bu konuda tam mertçe ve dengelice hareket eder ise evlilik hayatı onun cenneti olur. Eğer yanındaki kadın zevcesi midir, metresi midir, fark edemez ise evlilik hayatı onun cehennemi olur. Sana verdiğim kız dün akşama kadar benim kızım idi. Bundan sonra senin karındır. İyilik ve kötülüğünden dün